Stendhal – Lamiel 2

Erdemle karşılaşır karşılaşmaz, Lamiel’e gelen ilk duygu, bunun ikiyüzlülük olduğuna inanmaktı. Sansfin ona: – Dünya, yalnızca saflar ve hileciler olarak ikiye bölünmüştür; yoksa, ahmakların sandığı gibi zenginler ve yoksullar, namuslular ve ahlaksızlar olarak değil, diyordu; Napoleon’un düşüşünden bu yana, XIX. yüzyılı açıklayan gizin anahtarı budur işte; çünkü, kişisel yiğitlik, özyapı sağlamlığı, ikiyüzlülüğün el atamayacağı şeylerdir. İyi berkitilmiş, iki yüz kişinin savunduğu bir taşra mezarlığına karşı ileri atılırken, bir adam nasıl ikiyüzlü olabilir? Bu olaylar bir yana, kafanız patlatılırcasına sözü edilen erdemlerin hiçbirine inanmayın, güzel dostum. Nitekim, iyiliği ağzından düşürmez sizin düşesiniz; ona göre en yüksek erdem budur; bu hayranlıkların asıl anlamı şudur ki, o da kendi tabakasındaki kadınların hepsi gibi, karşısında hileciler bulacak yerde ahmaklar bulmayı yeğler; onun tabakasındaki kadınların durmadan sözünü ettikleri o sözde toplum göreneklerinin temeli işte budur. Söylediklerime inanmaya kalkmayın sakın. Size öğrettiğim kuralı bana da uygulayın. Sizi aldatmakta çıkarım olmadığı nereden bili11 nir. Çevrem kaba insanlarla çevrili; bunların yabanıl güçlerinin kurbanı olmamak için hep yalan söylemem gerektiğinden, böyle bir dahi varlık bulmak benim için ne devlet! Bunu saklamadım sizden. Bu dehayı işletme ve gerçeği söyleme gözüpekliğini göstermek benim için çok hoş, yaşamımı kazanmak amacıyla bütün gün süren didinmeler sonunda da beni dinlendiren bir zevk. Size söylediklerimin hepsi birer yalandır belki; inanmayın bana körü körüne; tersine, bunlann raslantıyla gerçek olup olmadıklarını araştırın. Örneğin, dün akşam olmuş bir olayı size açıklarken yalan söylemiş de olabilirim? Düşes durmadan iyilikten söz eder, oysa, içli dışlı dostu Kontes de SainteOfi’nin arabasının, önceki akşam buradan beş kilometre uzaktaki şatosuna dönerken çukura yuvarlandığını duyunca, dün gece ve bu sabah keyfine diyecek yoktu. Bu sözlerden sonra Sansfin ortadan silindi hemen. Lamiel’e karşı tuttuğu yoldu bu; biraz düşünme yorgunluğuna katlanmasını isterdi her şeyden önce. Doktor gittikten sonra Lamiel içinden: – Savaş görmeye dayanamam, ama iş ruh dayanıklılığına kalırsa, onu başkalarında görebildiğim gibi kendim de göstermeyi umabilirim, dedi.


Hiç aldanmıyordu; zayıflığı hor görmek için gereken ruhu vermişti ona doğa; bununla birlikte sevgi, yüreğinde ilk saldırışlarını deniyordu; Papaz Clement’ı yeniden düşünmeye başladı; ama onu böyle bu sevimli adamı düşünmeye sürükleyen şey, akıl yürütmesinin sonucu değildi; papaz çok solgundu, Madame Anselme’in armağanı olan kumaşla yaptırdığı siyah giysi onu daha da zayıf gösteriyor gibiydi; işte bu durum, Lamiel’de uyandırdığı sevgi dolu 12 acımayı artırıyordu. Lamiel, doktorun yüksek bilgisine borçlu olduğu o katı ilkeleri papazla tartışabilseydi, ne büyük bir haz duyacaktı bundan! “Ama,” diye ekliyordu, “Ona Rouen Piskoposu buyuruyordur belki de aşka karşı bana söylediklerini; yoksa, görevini yitirmek zorunda kalırdı. Böyleyse, iyi ediyor; ama bunların bir sözcüğüne bile inansam ben, aptalın biri olurdum; o da alay ederdi benimle içinden; İngiliz yazınından söz açtığındaysa, durum bambaşka… Bunlar belki İngilizceyi bilmeyen piskoposu ilgiledirmez pek. Aşkla ilgili her şeyde kandırmak istiyorlar beni. Böyleyken, gün geçmiyor ki aşkla ilgili bir kaç cümle okumayayım. Sevişenler hangi sınıftan acaba, budalalardan mı, yoksa akıllı uslu insanlardan mı?” Lamiel, akıl hocasına sordu bunu; ama Doktor Sansfin karşılık vermeyecek kadar zekiydi. Ona: – Bu soruya açıkça karşılık vermek istemediğimi anımsayın hep, güzel dostum, dedi. Yalnız unutmayın ki bu konuda aydınlanmaya çalışmanızda çok büyük bir tehlike var; bu tıpkı sizi eğlendiren şu “Bin Bir Gece Masalları ” var ya, onlardaki korkunç gizi öğrenmeye benzer; kahraman buna kalkıştı mı, gökte koskocaman bir kuş belirir, kahramanın üzerine çullanır, bir gözünü oyar onun. Sorusunun böyle karşılıksız kalışı pek kuşkulandırdı Lamiel’i; “Aşkla ilgili her şeyde kandırmak istiyorlar beni; iyisi mi, kimseden açıklama istemem, kendi denememle göreceğimden başka şeye inanmam ben de.” Kurnaz doktorun karşılığının içine sıkıştırdığı büyük tehlike haberi, Lamiel’in yürekliliğini kamçıladı. Kendi kendine, “Hele görelim bakalım, tehlikeyi duyumsayacak mıyım ben,” dedi. “Aşk konusunda yapıldığını bildiğim tek 13 şey, eniştemin dönüp dönüp bana öğretmek istediği şeydir: Bir gençle ormana gitmemeliymişim; iyi ya, ben de bir gençle ormana gideceğim işte; orada anlarız işi. Papazım Clément’a gelince, ona karşı sevgimi iki kat artırmak istiyorum, çileden çıksın diye. Dün, cebinden saatini öfkeyle çıkarırken çok acayipti; korkmasaydım öpecektim onu. Ne tepki gösterirdi acaba?” Lamiel, aşk konusundaki merakının doruğundaydı ki, bir gün düşesin yanma girince, düşes, Madame Anselme’le olan konuşmasını hemen kesti, çünkü düşesle ilgili bir şey konuşuluyordu.

Geceleyin Paris’ten gelen bir haberciyi kabul etmişti. “Temmuz Bildirisi” nerdeyse çıkacaktı; yakın bir dostu, bu konuda oğlu hesabına onu tir tir titreten bilgiler veriyordu; Saint-Omar ordugahındaki askerler, sol kanat milletvekillerinin hazırladığı büyük bir darbeyi suya düşürmek amacıyla Paris üzerine yürümek üzereydiler. Ters yüzü geri gönderdiği bu haberciyle, düşes, oğluna günden güne zayıf düştüğünü, kendisinden belki sonuncu olacak bir dostluk davranışı beklediğini söyletiyor; bu haberi aldıktan iki saat sonra da hemen yola çıkmasını, sekiz on gün içinde Carville’e gelmesini istiyordu ondan. Bu Ecole Polytechnique, dükün attığı yanlış adımlardan biri olmuştur; o, Napoléon’un saltanat günlerinde bile cumhuriyetçiydi; solcu beylerin, onun ateşini körükleyip körüklemeyeceklerini de Tanrı bilir! Düşes tiksintiyle: – Dük de Miossens cumhuriyetçi ha; hoş olurdu doğrusu! diye bağırdı. Düşesin habercisini büyük bir gizlilikle geri göndermesinin üzerinden daha iki saat geçmemişti ki. doktor 14 Sansfin genç dükün şatoya geleceğini biliyordu. En çok çekindiği olaylardan biriydi bu. “Sevimli bir yüzü vardır bu delikanlının, üniforma giyer; yalnız bu görünümüyle Napoléon’u getirebilir Lamiel’in gözleri önüne ve güzel dostumu alabilir elimden; aslında onu şu değersiz Papaz Clément’dan kurtarmak için epey güçlük çektim; kaldı ki onun çekingen namusluluğu benim ekmeğime yağ sürüyordu; aynı çekingenliği kurnaz bir uşak elinde oyuncak olan dükten bekleyemem doğrusu; bu işlerin püf noktasını küçük Lamiel’ime açıklayabilir o uşak. O zaman bütün çektiklerime karşılık, sanki dükle buluşmaları daha tatlı olsun diye, çok kafalı bir kız yetiştirmiş olurum ben.” iki saat sonra, Sayın Hautemare, yabanlık giysilerini giymiş olarak şatoya geldi. Bir olay oldu onun böyle akşamın sekizinde gelişi. Dış kapının anahtarları kendisinde bulunan yaşlı uşak Saint-Jean, büyük avlunun çanı ancak on beş dakika çalındıktan sonra kapının çalındığını kabul edebildi. Düşes, bu çan sesinin bir uğursuzluk olduğunu düşündü; içinden, “Bir şeyler oldu Paris’te,” dedi, “oğlumu acaba hangi parti ele geçirdi? Şu Monsieur de Polignac’ın bakanlığa getirilişi ne mutsuzluk, Tanrım! Bizim Bourbonların üzünçlü talihidir bu; meclislerine hep budalaları seçerler! Monsieur de Villèle’i bulmuşlardı. Doğru, bir kentsoyludur o da, ama, kral sarayına saldıran kentsoyluları daha iyi tanıması için önemli bir nedendi de bu. Ecole Polytechnique öğrencilerine top vererek Tuileries Sarayı’na getirmişlerdir; bu zavallı çocuklar da kralın pohpohlayıcı bir sözü üzerine savunacaklardır onu, tıpkı 10 Ağustos’ta ücretli İsviçre erlerinin yaptıkları gibi.

” Sabırsızlanan düşes, kadınların hepsini çağırmak için 15 çıngıraklar çaldı, camlı kapıyı açtı, yarı çıplak olarak büyük balkona fırladı. – Haydi Saint-Jean, haydi., şu kapıyı aç artık! diye bağırdı. Yaşlı uşak kızgın kızgın: – Amma da yaptınız, madam! diye karşılık verdi, kapı açmanın tam sırası doğrusu! Isırılmaya niyetim yok benim. – Demek kapımı saran kişiler seni ısıracaklar diye korkuyorsun? Peki, kim bunlar? Yaşlı uşak öfkeli öfkeli: – Bunu da nereden çıkardınız? dedi. Peşimi bırakmayan köpeklerinizden söz ediyorum ben; ne akla hizmet ettiniz de bu iğrenç İngiliz buldoglarmı getirdiniz buraya? Bir yapıştılar mı, bırakmak bilmiyorlar bir daha bu İngilizler. İngiliz uşak Livel’in uyandırılması ve giyinmesi için on beş dakikadan çok uğraşmak gerekti; ülkedeşi buldoglara söz geçiren tek adam oydu. Bu süre içinde çan sesleri, köpeklerin havlamaları, Saint-Jean’ın homurdanmaları, Livel’in sövgüleri düşesin aşırı heyecanını gerçek bir sinir nöbetine dönüştürdüler. Onu yatağına yatırmak, burnuna kokularını çektirmek zorunda kaldılar hizmetçileri. Düşes: – Öldü oğlum! Paris’e dönünce, haberci ayaklanmayı çoktan patlamış buldu, diye haykırdı. Düşes bu düşüncelere dalmıştı ki, gelenin bütün şatoyu uyandırmak saygısızlığında bulunan kilise zangocundan başkası olmadığı haberini getirdiler ona. Saint-Jean, sokak kapısını açarken:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir