Stephen Kinzer – Ezber Bozmak

Bu kitap için araştırma yaptığım Ortadoğu seyahatim sırasında birçok insan akimı ve kalbini bana açtı. Onlardan bazılarına danıştıktan sonra isim isim teşekkür etmemeye karar verdim. Bu kitaptaki bazı fikirler ve sonuçlar belli yerlerde hoş karşılanmayabilir. İsim isim belirtmek yazdıklarımı bana yardım edenlerin onayladığı anlamına gelebilir. Onları tuhaf bir durumda bırakmaktansa hepsine birlikte teşekkür etmeyi tercih ettim. Iranlı, Suudi ArabistanlI ve İsrailli arkadaşlarım, siz kendinizi biliyorsunuz. Yazdıklarım hakkında ne düşünürseniz düşünün hepinize teşekkür ederim. Vardığım sonuçların görüşmüş olduğum kişileri rahatsız etmeyeceği tek ülke Türkiye. Bu yüzden, bana çok zaman ayıran, kavrayışı yüksek üç araştırmacıya teşekkür etmekte kendimi özgür hissediyorum: Gökhan Çetinsaya, Ziya Öniş ve Ergun Özbudun. Türkiye ile ilgili meselelerdeki akıllı yorumculardan biri olan sevgili arkadaşım Şahin Alpay özellikle çok yardımcı oldu. Bazı arkadaşlarım bana çok sıcak evsahipliği yaptılar: İstanbul’da Anne ile Cem Kozlu ve Riyad’da Hüsam El-Geylani. Onlara çok borçluyum. Bölümler ortaya çıktıkça James Stone, David Shuman, Fari9 ba Amini ve James Linkin kısa, öz ve sansürsüz yorumlar yaptılar. Birçok yeteneği olan editör Elmira Bayrasli de. Müsvedde ortaya çıktığında Times Books’un editoryal direktörü Paul Golob tarafından kuvvetlendirildi.


Özel eleştirmenlerim arasında en beklenmedik olanı kız kardeşim Jane’di. Bu projeye başladığımda gerçek ve keşfedilmemiş yeteneğinin müsveddelere editörlük yapmak olduğunu söyleyerek beni şaşırttı. Haklı olduğu da ortaya çıktı. Yazımla ilgili şiddetli, çok detaylı ve onaylamaz yorumlar yaptıktan sonra şu cümleyle taltif edilmemi önerdi: “Usta bir hikâye anlatıcısı, özellikle de öyküden anlayan ablası onu kısmen sıkıcı olan öyküsüne can katmaya zorladığında.” Northwestern Üniversitesindeki seçkin öğrencilerimden biri, Benjamin Armstrong, araştırma asistanım olarak çalıştı ve ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Veri tabanlarındaki ustalığından çok daha önemli olan, bu proje için duyduğu şevk ve odaklandığı konulara gösterdiği ilgidir. JasonJoven, fotoğrafların yerleştirilmesinde ve açıklayıcı haritaların zahmetli bir şekilde çizilmesinde Ben’e yardım etti. Sadık kitap ajansım Nancy Love her zamanki gibi kavram aşamasından doğumuna kadar bu kitabın yönetimine yardım etti. Oak Park, Illinois ve Truro Massachusetts’teki kütüphaneciler daima yardım ettiler, kaynak buldular. Northwestern Üniversitesi, Buffet Uluslararası ve Karşılaştırmalı Araştırmalar Merkezi tarafından yönetilen Keyman Aile Fonu’nun cömert yardımlarını gördüm. Keyman ailesine olduğu kadar Buffett Merkezi’ni dünya meselelerinin araştırıldığı canlı bir merkez haline getirenlere de şükran borcum var: Andrew Wachtel, Hendrik Spruyt, Brian Hanson ve Rita Koryan. Bu kitap üzerinde çalıştığım sırada Northvvestem ve Boston üniversitelerindeki fakülte arkadaşlarım çok anlayış gösterdiler. Yakın akrabalarım ve uzaklarda yaşayan arkadaşlarım da. Hepinize teşekkür ediyorum. 10 Giriş Açlıktan kırılan şehrin üzerinde tan ağarmaktayken kadim Tebriz’in sokaklarında tüfekler ve el yapımı bombalarla donanmış ürkek okul çocukları sessizce yol almaktaydılar.

Aylar süren kuşatmanın ardından gelen açlıktan dolayı iyice zayıflamış ve hatta birçoğu hastalanmış olan bu genç insanlar, her şeye rağmen, İran’ın demokrasi mücadelesinin öncüleri olduklarının farkındaydılar. Hepsinden önemlisi, onların ilham kaynağı takipçisi oldukları genç bir adamdı. O, diğer gerilla liderleri gibi başkaldırmış bir subay ya da eşkıyalıktan vatanseverliğe geçmiş biri değildi. O, kökü eskilere dayanan Iranlı mücadelecilerin çizgisinden de gelmiyordu. Bu mağrur ve kadim topraklarda olabilecek en aykırı devrimciydi: Adı Howard Baskerville’di, Nebraskalı 24 yaşında bir öğretmendi. Gelgelelim ne liderlerinin ilham verici varlığı ne de yakınlardaki Sahand dağlarından gelen canlandırıcı bahar esintisi, bu çocukları ve genç adamları o günün, yani 20 Nisan 1909’un, ölecekleri gün olduğuna ikna etmeye yetti. Günün ilk ışıklarıyla harekete geçen Baskerville’i yüz kişi takip ediyordu. Bir saat sonra şehir duvarına yaklaştıklarında peşindeki adam sayısı bir düzineden azdı. Baskerville yine de devam etti. Tebrizli vatanseverler, taptaze İran demokrasisini ezerek bat11 makta olan Kaçar monarşisini geri getirmeyi hedefleyen karşı devrimcilere direnmekteydiler. Kralcı güçler direnen şehri kuşatmıştı. Kuşatmanın etkisi korkunçtu; açlık ve hastalıktan hergün insanlar ölüyordu ve birçok insan sadece ot yiyerek yaşamaya çalışıyordu. Eğer birisi bir yolunu bulup kuşatmayı kırar, yakınlardaki bir kasabaya ulaşıp yiyecek ve ilaçla geri dönebilirse hayatta kalabilir ve direnişi sürdürebilirlerdi. Baskerville bunu denemek için gönüllü oldu. Yola çıkmadan önce Amerikalı bir arkadaşı “Dikkatli ol” diye yalvardı, “Biliyorsun kendi başına değilsin.

” “Değilim,” dedi. “Ben İran’a aidim.” Nebraska Kuzey Platte’m düzlük bir kasabasında dünyaya gelen ve Güney Dakota Black Hills’de büyüyen, Presbiteryen vaizlerin oğlu ve torunu olan Baskerville şehitlik mertebesi için imkânsız bir adaydı. Gençliğinde dindar, ağırbaşlı ve Princeton Üniversitesi’ne kabul edilecek kadar çalışkandı. Orada din tahsili yaptı, binicilikte uzmanlaştı ve epeyce başarılı bir boksör oldu. Woodrow Wilson tarafından verilen “Hukuk İlmi” ve “Anayasal Devlet” derslerini aldı. Kısacık ömrünü şekillendiren demokrasi tutkusunu harekete geçiren de Wilson’un dersleri oldu. 1907’de mezun olduktan sonra, Baskerville, Princeton İlahiyat Fakültesi’ne devam etmeyi erteleyerek bir süre misyoner olarak çalışmaya karar verdi. O senenin sonbaharında, efsaneye göre Cennet Bahçesi’nin içinde kurulmuş, Zerdüşt peygamberin doğum yeri olduğu sanılan, tarihi ikibin yıl önceye uzanan kuzeybatı İran’daki Tebriz’e vardı. Oradaki American Memorial School’da karışık sınıflara -derslerine oğlanlar kadar kızların da devam etmesi konusunda ısrarcı oldu- tarih, geometri ve İngilizce öğretti. Aynı zamanda okulun tenis antrenörlüğünü ve binicilik öğretmenliğini de yaptı. Öğrenciler tarafından sahneye konulan Venedik Taciri piyesini yönetti ve ilk Şükran günü vaazını Sir Walter Scott’un şu coşkulu dizesiyle sonlandırdı: “Burası benim yurdum, benim vatanım!” Demedi hiç kendi kendine, Şimdi ruhu can çekişiyor ölü iken bedeni. 12 Baskerville’in öğrencileri bu sözleri dayanılmaz derecede acı verici bulmuş olmalılar. Kyros, Darius ve Kserkses gibi cesur kralların önderlik ettiği büyük bir imparatorluğun mirasçısı olan bu zavallı ülke, yıllardır sefih bir hanedan tarafından kötü bir şekilde yönetiliyor ve açgözlü dış güçler tarafından talan ediliyordu. 1907’de Britanya ile Rusya, Pers ülkesini -bu tarihten sonra İran olarak bilinecektir- “etki alanları”na bölen bir anlaşma imzaladılar.

Britanya ülkenin güneyini, Rusya ise kuzeyini aldı. Bu anlaşmayla sonuçlanan pazarlıklara hiçbir Iranlı katılmadı, hatta haberdar dahi olmadı. Ama 20. yüzyılın başları emperyal güçler dönemi olduğu kadar coşku, isyan ve ayaklanma dönemiydi de. Boerler, Güney Afrika’da Britanya kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdiler. Rus isyancılar, Çar II. Nikola’yı anayasayı yürürlüğe koymaya zorladılar. Rusya-Japonya savaşı, Avrupalılarm sonsuza kadar Asyalıları hâkimiyet altında tutmasının bir kader olmadığının altını çizerek, Japonya’nın zaferi ile sonuçlandı. Bu yıkıcı olaylar İran’da fark edilmeden geçip gitmiş değildi. Yumuşak başlı Kaçar hanedanına ve hizmet ettiği dış güçlere yönelik öfke, protesto dalgalarını ateşledi. 1906’da bu protestolar hayal bile edilemeyen bir hedefin, demokratik devrimin gerçekleşmesini sağladı. Yedi asır önce Kral John’un Magnâ Carta’yı imzalayarak yaptığı gibi Şah Muzafferüddin de ödün vermeye zorlandı. Anayasanın, seçimlere gidileceğinin ve bir parlamentonun kurulacağının ilan edilmesine izin verdi. Yeni anayasada basın ve konuşma özgürlüğü garanti altına alınıyordu, parlamentonun onayı olmadan hükümdarların anlaşma imzalaması veya borç para alması yasaklanıyordu ve yurttaşların kanun karşısında eşit olduğu kabul ediliyordu. Şah Muzafferüddin anayasayı isteksizce kabul ettikten kırk gün sonra -belki de bu sebepten dolayı çektiği ıstıraptan- vefat etti.

Çağdaşlarından biri tarafından “Pers tahtının itibarını nesiller boyu lekeleyen sapık, namert ve ahlaksız bir canavar’ olarak betimlenen, oğlu ve halefi, Şah Muhammed Ali bu yeni demokrasiden nefret ediyordu. Yıkıp yok etme azmiyle parlamentoyu lağvetti ve ardından, 3 Haziran 1908’de, Rusların ko13 muta ettiği silahlı birlikleri parlamento binasını bombalamaya gönderdi. Birçok vekil öldü.Tüm ülkede protestolar başladı ama şah bunları zalimce bastırdı. Tek boyun eğdiremediği şehir, Rusya ve Türkiye’nin sınır komşusu olmasından dolayı yıllardır demokratik fikirlerin ülkeye girip yayılmasının ana kapısı konumundaki Tebriz oldu. 1909 yılının başlarında şahın askerleri Tebriz’i kuşattığında Howard Baskerville oradaydı. İçgüdüsel olarak anayasa davasının yanında yer alıyordu ve akşamlarını şehri savunan savaşçılara yemek götüren gönüllü ekiplerle geçiriyordu. Yavaş yavaş bunun yeterli olmadığı sonucuna vardı. Anglo-Rus Anlaşmasının imzalandığı haberi Baskerville’i çok öfkelendirdi. Öğrencilerine yaptığı konuşmalarda, ikiyüzlü olduğu ve bir yandan yavan demokrasi nutukları atıp bir yandan da demokrasi mücadelesi veren Iranlıların katledilmesini desteklediği gerekçesiyle hor gördüğü Ingiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’e verip veriştiriyordu. Iranlı yakın arkadaşlarından biri olan Hüseyin Şerifzade, Tebriz direnişinin liderlerinden biriydi. Şerifzade katledilince Baskerville’in öfkesi yeni boyutlara ulaştı. 1909’un baharında gönüllülerden bir kuvvet oluşturmaya ve İran demokrasisinin savunmasına katılmaya karar verdi. Okuldaki son gününde öğrencilerine, “Şehrin açlıktan kırılan insanlarının hakları için mücadelesini sınıfın penceresinden sakince izleyemem” dedi. Birkaç gün sonra, Tebriz direnişinin önderleri için verilen bir yemekte konuşma yapması istendi.

“Savaştan nefret ederim,” dedi onlara. “Savaş, ancak iyi bir şey için yapılıyorsa haklıdır, bizim durumumuzda bu, şehrin korunması ve anayasal özgürlüğün savunulmasıdır. Bu amaçlar için ölmeye hazırım.” Dinleyiciler alkışlayarak “Baskerville çok yaşa!” diye bağırdılar. En sevdiği “Ülkem Şensin” adlı şarkının koro bölümünü söyleyerek dinleyicilere cevap verdi. O sıralarda vaktini öğrencilerine savaş sanatını talim ettirmekle, akşamlarını da el yapımı bombalarla ilgili ansiklopedi maddelerini incelemekle geçiriyordu. Bu durum Tebriz’deki Amerikan konsolosu Edward Doty’yi dehşete düşürüyordu. Bir gün Doty talim yaptırdığı gençlerin önünde Baskerville’e, “Bir Amerikan vatandaşı olarak bu ülkenin iç politikasına karışmaya hakkının olmadığını sana hatırlatmak mecburiyetindeyim” dedi. “Burada bir devrimci olarak değil, bir öğretmen olarak bulunuyorsun.” Baskerville ise, “Hakları için savaşan insanların çektiği acıyı ilgisizce seyredip öylece duramam,” diye cevapladı. “Amerikan yurttaşıyım ve bununla gurur duyuyorum ama aynı zamanda da bir insanım.” 19 Nisan 1909 gecesi American Memorial School’un müdürü Peder Samuel Wilson ve İran’da doğmuş olmanın yanısıra İran halkını tutkuyla seven karısı Annie ile son yemeğini yedi. Yemekte süt içtiler ve bir adamın savaşa gitmeden önce son içecek olarak süt istemesinin komikliği üzerine şakalar yaptılar. Birkaç saat sonra Baskerville yüz gönüllü ile buluştu ve Tebriz’in dış mahallelerine doğru yolculuklarına önderlik etmeye başladı. Her geçen dakika bir avuç dolusu adam dayanamayıp yok oldu.

Baskerville devam etti. Şehir duvarını tam geçmişti ki bir kurşun başının yanından vınladı. Ateşle cevap verdi, pusudakinin geri çekildiğinden emin olunca ateşi kesti. İşte bu ölümcül hatasıydı. Oğlanlara işaret vermek için elini salladığında pusudaki tekrar ortaya çıktı ve iki el ateş etti. Kurşunlardan biri Baskerville’in kalbini delip geçti ve onu öldürdü. Ertesi gün Annie Wilson, Baskerville’in anne babasına yazdığı acı dolu onaltı sayfalık mektupta, “Oğlanlar onu taşıyarak telaş içinde geldiler, hepimiz hıçkırıyor ve ağıt yakıyorduk” diye yazdı. “Onu kendi odamıza taşıdık, kendi yatağımıza yatırdık. Kan gömleğini kızıla boyayarak göğsüne ve sırtına akıyordu. Bayan Vannemen’le birlikte bu sevgili vücudu yıkadık… Siyah takım elbisesini giydirdik, bu üzücü işlemler bittiğinde güzel ve asil görünüyordu; ağzı kararlılığını ifade eder gibi sımsıkı kapalıydı ve yüzünde ebedi istirahatın dinginliği vardı. Annesi adına alnını öptüm. Düğme deliğine karanfil takıldı ve çelenkler hazırlandı. Çocuklarımız artık çiçeklenmeye başlayan badem ağaçlarının çiçekleri ile bir haç, bir de taç yaptılar. Va15 ii geldi, üzüntülerini bildirdi, ‘Adını kalplerimize ve tarihimize yazdı’ dedi.” Baskerville’in tabutunu seyretmek için binlerce insan sessizce toplaştı.

Onaltı adet çelenkle kaplı tabut Tebriz sokaklarından geçerek Presbiteryen kilisesine vardı. Baskerville’in uğruna öldüğü, savaş halindeki parlamentonun liderlerinden biri, Seyyid Haşan Takizade, konuşmacılar arasındaydı. “Genç Amerika, genç Baskerville’in şahsında genç İran Anayasasına bir kurban verdi” dedi ciddiyetle. Baskerville’in ölümünden beş gün sonra Tebriz düştü. Şah taraftarı birliklerle Rus müttefikleri şehre taarruz ettiler ve bulabildikleri tüm direnişçilerin silahlarını ellerinden aldılar. Ama zaferleri uzun sürmedi. Tebrizliler sağlıklarına kavuşur kavuşmaz demokratik yönetim için mücadelelerine kaldıkları yerden devam ettiler. İran’daki başkaları gibi… Mücadele ulusal bir harekete dönüştü ve sonunda Şah Muhammed Ali’nin karşı devrimi başarısızlığa uğradı. 16 Temmuz 1909’da, Baskerville’in şehit düşmesinden sadece üç ay sonra, tahttan çekildi. Parlamento yeniden toplandı, anayasal hükümet yeniden kuruldu ve İran demokrasiye doğru yürüyüşüne kaldığı yerden devam etti. Howard Baskerville bugün İran’da saygın bir figürdür. Bazı okullara ve caddelere onun adı verilmiştir. Tebriz’deki Yüksek Mahkeme binasının salonlarından birinde Baskerville’in bronzdan yapılmış büstü hâkim bir mevkide durmaktadır. Altındaki plakette, “Howard C. Baskerville – Vatansever ve Tarih Yazan” ibaresi vardır.

Baskerville sadece bir İran kahramanı olmanın üstündedir. Iranlıları Amerikalılara bağlayan ortak değerlerin cisimleşmiş halidir. Birçok Ortadoğu ulusu varlıklarını daha ortaya koymadan çok önce, Anayasa Devrimi modern fikirleri İran’a getirmiştir. Bu fikirler, dünyanın en problemli bölgesinde, Birleşik Devletler’le hemen tüm komşularından daha fazla ortak noktası olan bir ulusun ortaya çıkmasını sağlamıştır. * * * 16 Bu bölgede İran’ın uzun demokrasi mücadelesi tarihini paylaşan tek ülke Türkiye’dir. 20. yüzyılın başlarında İranlılar isyan ederek işbirlikçi monarşileri tahttan indirdiler. Aynısını Türkiye de yaptı. Türkler arasında eşitlikçi fikirlerin yayılması 19. yüzyılın başlarına kadar uzanır. 1839’da aydın bir kişi olan Osmanh Sultanı Abdülmecit, Tanzimat olarak bilinen, dinine veya kimliğine bakılmaksızın tüm yurttaşlara uygulanacak medeni hakların da içinde olduğu bir dizi reform ilan etti. Reform dönemi, 1876’da anayasanın ilan edilmesi ve ardından parlamento seçimlerinin yapılmasıyla doruğuna ulaştı. Ama yeni sultan Abdülhamit bir yıl içinde anayasayı askıya aldı. Parlamentoyu kapattı ve bundan sonraki otuz yıl boyunca ülkeyi fermanlarla yönetti. Muhalefeti bastırdı, bir casus ordusu çalıştırarak ülkeyi felç etti.

Paris’te ve diğer Avrupa şehirlerindeki radikal Türk gruplarıysa demokrasi ateşini canlı tuttular. Komiteler oluşturdular, gazeteler yayınladılar ve geçmişteki devrimleri incelediler. Bir kısmı 1896’da padişahı devirmeye çalıştı. Başarısız oldular ama onların radikal fikirleri birçok genç vatanseveri etkisi altına aldı. Bu idealistlerden biri de büyük amaçlar peşinde koşan harp okulu öğrencisi Mustafa Kemal’di. 1902 yılında Osmanlı askeri akademisine girdikten sonra ülkeye Avrupa’dan gizlice sokulan broşürleri okumaya başladı. Hatta o ve bir avuç askeri öğrenci kendi gizli gazetelerini yayınlamaya başladılar. Bu durum çarçabuk açığa çıktı ve cezadan kurtulmaları, kendisi de rejimden hoşnut olmayan harp okulu komutanının sayesinde oldu. Mezun olduktan sonra Mustafa Kemal’in başı tekrar belaya girdi. Voltaire ve Tolstoy’un kitaplarını okuyan illegal bir hücreye katıldığı ihbar edildi. Askeri hapishanede birkaç hafta geçirdi. Sonunda hoşgörülü bir yargıç, hatasını gençliğine vermeye razı oldu. Serbest bırakıldı ve Şam’a sürüldü.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir