‘Şimdi Türk İhtilali Çanakkale Boğazı’nı Türk emekçi sınıflarının eline, bu yoldan, içlerinde Rusların da bulunduğu, dünya proleterlerine vermektedir. Böylece, Rus emperyalizminin yüzyıllardır çevirdiği entrikalarla başaramadığı şey, olgun bir erik gibi Rus işçi sınıfının avucuna düşüyor.” Bu satırlar, Rus yazarı Yu. Steklov’un 1919 Nisanı sonlarında, İsvetzia gazetesinde yazdığı makaleden bir parçadır. Makale ”Turetskaya Revolyustsiya” (Türk Devrimi) başlığı taşıyordu. (1) Ve, henüz ihtilâl kargaşalıklarını durduramamış Sovyetler dünyasının, Doğu’nun temsilcisi sıfatı ile Türk kurtuluş hareketine ilgisini ve bakışını gösterir. Müdafaai Hukuk akımı Rus devrimi birinci yılını tamamlarken başlamıştır. Sovyet hükümeti, Türk hareketine, Batı’ya nazaran, tamamıyla başka açıdan bakmıştır. Bu ilgi şekli, değişik davranışlarını da saptamıştır. (2) Asya ve Afrika’daki ulusal kurtuluş hareketleri, İkinci Komintern (Komünist Enternasyonel) Kongresinde, Sovyet Rusya’yı bir tahkik kararına varmaya zorlamıştır. Sorun şudur: Ulusal kurtuluş hareketlerine girişmiş uluslara ve kitlelere yardım edilecektir. Fakat, bu eylemleri yöneten kuvvetler uluslara değilseler, (zamanın edebiyatı ile burjuva iseler), gene de onlara yardım edilecek mi? Edilmeli mi? Amerikan, İtalyan komünistlerinin delegeleri soruya evet demiyorlardı. Onlara göre, komünist olmayan kuvvetler tarafından idare edilen kurtuluş hareketleri, Sovyetlerce desteklenmemeliydi. Sovyet dış politikasının temelleri Sovyet dış politikası, Doğu’yu büyük ve vazgeçilmez bir unsur olarak benimsemiştir. Doğu olmadan bir dünya ihtilâlini gerçekleştirmeye olanak yoktu. Doğu, bir bakıma Afrika’yı bile temsil edebiliyordu. Doğu’da milliyetçi hareketler vardı. Bunların yanı sıra sömürgeci hareketler vardı. Sovyet dış politikası bu iki ”vakıa”yı kaynaştırma yoluna gitmiştir. Her ikisi de, dünya sosyalist devriminin başlangıç safhaları sayılmıştır. Ve Sovyetler, bu bakımdan Wilson Prensiplerine de yakınlık göstermişlerdir. 1919 yılında, Alman-Osmanlı imparatorluklarının yıkılışları, Rus dış politikasına yeni bir faktör olarak girmiştir. Dünya devriminin Doğu şartlarına göre ayarlanması fikri de böylece bir temel taktik prensibi olmuştur. Lenin ve Buharin durumu değerlendiriyorlardı. Buharin’e göre kolonilerin kurtuluşu ”değirmene su getirdi.” Lenin’e göre, dünya devrimi ”emperyalizmle ezilenlerin de savaşıydı.” Çarlık rejiminin kapsadığı ülkelerde (Azerbaycan, Ermenistan gibi) komünist transferler yapılırken bir yandan da Afganistan, İran ve Türkiye ile ilişki kurulmuştur. Lenin’in tezi Komintern’in (Komünist Internasyonel) ikinci kongresinde, durum bir karara bağlanamamış ya da bağlanmamıştır. (3) Ama sorun basit değildi. Çeşitli delegelerin, nasyonalist kuvvetlere yardım edilmemesi önerilerine karşılık, Lenin’in ödüncü (tavizci) tezi kabul edilmiştir. Şöyle ki: Burjuva-demokrat kuvvetlerin, yönettikleri kurtuluş hareketlerine, geçici olmak kaydı ile, hâkim olmalarını kabul etmek zaruri idi. Bir kere hareket başarı kazanınca, yani istiklâl elde edilince, bu memleketlerde işçi köylü hükümetleri, Sovyetler (Şûralar) kurulacaktı. Bu da komünist partilerinin eseri olacaktı. Kurtulan memlekette, ulusal devrim sosyalist devrim haline getirilecekti. Bu yoldan da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine katılınacaktı. Şu halde, hareket iki aşamalı olmalıydı. Milli kurtuluş, amaç değil, araçtı. Kurtuluş hareketini başarmış olan millet, ulusal ve bağımsız bir devlet kurmamalı ve öyle kalmamalıydı. Komünist blokun bir üyesi olmalıydı. Tez, komünist delegeler ve liderler arasında hayli tartışma uyandırmıştı. Daha kesin ve Doğu milletlerini bağlayıcı sonuçlara varmak amacı ile, bir kurultay toplanması kararlaştırılmıştır. Bakû Kongresi Komintern ikinci kongresinin bu kararı 1-9 Eylül 1929’de toplanmış olan ”Bakû Doğu Milletleri Kurultayı”nı doğurmuştur. Kongre, dünya ihtilâline en fazla inanılan, en ütopyacı sayılacak bir dönemde toplanmıştır. Doğu milletlerinin bu çapta ilk ve son kongresi olmuştur. (4) Kongreye 37 memleketten 1891 delege katılmıştır. Delegelerin hepsi komünist partilerin üyeleri değildi. Bu nedenle kurultay komünistler ve partisizler (komünist olmayanlar) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Resmi yayına göre Türk delegelerinin sayısı 235’dir ve hepsinin de Anadolu’dan gelmedikleri açıktır. Türkler, üç kısımda ele alınabilir: 1- Merkezi Bakû’da bulunan Türkiye İştirâkiyun (komünist) fırkası delegeleri ki aralarında Mustafa Suphi, Süleyman Nuri, Naciye Hanım gibi isimler vardır: 2- Libya ve İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadını temsil eden Enver Paşa ve arkadaşları, 3- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini temsil eden Dr. İbrahim Tali (Öngören) Başkanlığı’ndaki heyet. Komünist Partisi Merkez İcra Komitesi, kongrede önemli kişiler tarafından temsil edilmişlerdir. Zinoviev, Radek, Pavloviç ve Macar Bela Kun bu arada sayılabilir. Bazı hatıratlarda okunduğu gibi, Dr. İbrahim Tali ve Enver Paşa kongreye kabul edilmemişlerdir (5). Gönderdikleri deklârasyonlar başka delegeler tarafından okunmuştu. Enver Paşa’nın deklârasyonu üstelik sansür edilmiştir ve savunucusu Zinoviev’i zor durumda bırakmıştır. Kongreye, Komünist Partisi mensubu Türk delegeler katılmıştır. Türkiye’nin kuruluş ve kurtuluş sorunları, bu çok kalabalık ve gürültülü hava içinde konuşulmuş ve izlenmiştir. Resmi tutanaklardan anlaşılacağı gibi, mesele Asya ve Afrika için, ikinci Komintern kongresinde plânlanan taktik açısından ele alınmıştır. Aslında, bu Asyalıların bir nabız yoklaması olmuştur. Bakû Kongresi, Avrupa sosyalistlerini hiçbir surette tatmin etmemiştir. Tours ve Halle Sosyalist kongrelerinde şiddetle tenkit edilmiştir. Emperyalizmin eleştirilmesi Türk millî kurtuluş hareketinin gelişmesi, Batı’da olduğu gibi, Doğu’da da hoş karşılanmamıştır. Kongrede ilk konuşan Zinoviev, Türkiye’deki Şûra (Sovyet) kuruluşlarını ”gülünç” bulduğunu, Türkleri sabırla desteklediklerini belirtmiştir. Bolşevik lidere göre, Türkiye’de komünist gözü ile gerçek köylü ihtilâli olmamıştı. Türkiye’de uygulanan politika komünist enternasyonal politikası değildi. Fakat, mademki Türkler İngilizlerle savaşıyorlardı, Rusya İngiltere’ye karşı her savaşı desteklediğine göre, Türkiye’de şekillenen demokratik politika da desteklenecekti. Zinoviev’e göre, mesele Doğu milletleriyle Sovyet Rusya’nın kader birliğinde düğümleniyordu: Ya Rusya ölecek, ya da Doğulular esir kalacaklardı. Kafkas devletçiklerinin delegeleri, Osmanlı emperyalizminden ve Enver Paşadan söz etmişlerdir. Efendiyef, Gayderhanof, Narbutabekof ve Korkmazofi, Enver Paşanın politik tutumuna ağır eleştiriler yöneltmişlerdir. Enver Paşanın deklarasyonu 4. toplantıda okunmuştur. Paşa bu deklarasyonda şöyle bir cümle kullanmıştır. ”Eğer, bugünkü Rusya o zaman mevcut olsaydı, biz (yani Osmanlı Devleti) yanında olurduk.” Gerek Dr. İbrahim Tali’nin, gerek Enver Paşanın hazırlamış oldukları metinler ağır sözlerle karşılanmıştır. Her iki metinle ilgili kongre kararı üç noktaya dayandırılmıştır: 1- Emperyalizme karşı savaşanlar desteklenecektir. 2. Türk hareketi sadece yabancılara karşı idi. Başarı emekçi sınıflara bir şey kazandırmayacaktır. 3. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gelince, bunları dikkatle izlemek ve beklemek şarttı. Bunlar samimiyetlerini ispat etmeliydiler. Eski hatalarını silmeliydiler. Kongre, Türk köylü ve işçilerine şunu öğütlüyordu: Bağımsız organizasyonlar halinde teşkilâtlanmak ve birleşmek. Kararlar 1800 delege tarafından kabul edilmiştir. Pavloviç, Sovyet tezine açıklık veriyordu: Milli hareketler geçiciydiler. Büyük sosyalist hareketin kesin birer merhalesi olmalıydılar. Türk halkı, sadece yabancı sermayeye değil, milli burjuvaziye karşı da ayaklanmalıydı. Böylece, Şark Sovyet Memleketleri Federasyonu, bir Karadeniz Federasyonu kurulmalıydı. Türk delegelerinden Naciye Hanım’ın duygusal konuşmalarını Mutsuşefin sözleri izlemiştir: İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı savaş tamamlanınca, Mustafa Kemal hareketi bir sosyalist ihtilâle çevrilmeliydi. Macar Bela Kun’a göre, her iki ihtilâl organik bakımından birbirine bağlıydı. Onu Staçko izliyordu: Şark köylüsü için komünist bir rejim kurmaktan başka çare yoktu. Hep aynı tema, başka başka yönlerden işlenmiştir: İstiklâl bir kurtuluş sayılamazdı. Bolşevik liderlere göre, Türkiye komünist bir köylü hareketini oluşturmalıydı. Amaç bu olmalıydı. Yoksa millî ve bağımsız bir devletin kalkınması değil… Millî devlet olsa olsa, komünist düzene varışın bir aşaması, bir aracısı olabilirdi. Sonuç: Doğu’da, Türklerin ulusal ve bağımsız bir devlet kurmasından yana değildi. Sovyet Rusya, Anadolu hareketine bu açıdan bakmıştır. Türkiye’ye kendi taktiğinin gereklerine dayanarak yardım etmiştir. Madalyonun öteki yüzü Kaldı ki, Rus taktiği birçok bakımdan Türk milli hareketini destekleyici sayılamaz. Şöyle ki: Genel olarak, Sovyet Rusya ekonomik zorunlulukların baskısı altında komünist ve emperyalist Batı devletleriyle anlaşma yoluna gitmiştir. İngiltere ve Amerika ile yaptığı ticaret antlaşmaları 1920 sonbaharında kapitalist dünya ile uyuşmasını, karşılıklı ilişki ve konuşmalarına girişmesini sağlamıştır. Örneğin, İngiltere ile yapılan antlaşmada karşılıklı propaganda savaşı yapılmaması öngörülüyordu. Sovyet Rusya buna zorunluydu. 1921 yılı Sovyetler’de kıtlık yılı olmuştu. Lenin’in umuduna karşın Rus iptidai maddelerine, dünya ekonomisinde pek ihtiyaç duyulmamıştı. ”Hiçbir yabancı kapitalistten teklif alınmamıştı.” Rusya’ya nefes alacak bir alan gerekti. ”Bir pencereden sonra, bir diğerini açmak” gerekti. Lenin kadar Troçki de, kapitalist ülkelerle, ”en yakın sınırlar içinde” ilgi kurulmasını istiyordu. Lenin, ütopyacı bir dünya devrimi fikrini benimseyişte de değişiklik getirmişti, dünya sadece Bolşevik kuvvetiyle komünistleştirilemezdi. Dünya devrimi politikasından, klâsik dış politika formülünde karar kılış, Rusya’nın ulusal kurtuluş hareketlerine, bu arada Anadolu hareketine karşı tutumunda da değişiklikler yapmıştır. Rusya, Batı ile anlaşmak istediği sürelerde, Türk hareketini ihmal yoluna gitmiştir. Ve asıl mesele, milli hareketlerin üstünde bir durum yaratma isteğinde bulunan Rusya’da, milliyet akımı oluşmuştur. Rus savaşı, milli bir niteliğe bürünmüştür. Belirttiğimiz gibi, bu iniş çıkışlar Rus-Türk politikasını hayli etkilemiştir. Özel olarak, Sovyet-Türk ilişkilerinde, Anadolu hareketine yardımcı olmayan iki davranışı ele almak gerekir. Bunlardan birisi Enver Paşanın Sovyet taktiğinde kullanılış şeklidir. Enver Paşa, bir ”Osmanlı suçlusu” idi ama, İngilizlerin de amansız düşmanı idi. Kendisinden bu alanda yararlanılabilirdi. Fakat asıl sorun, Enver Paşanın, Mustafa Kemal Paşanın seçeneği, onun yerine geçebilecek lider kabul edilmesiydi. Mustafa Kemal Paşa, Batı ile anlaştığı takdirde Enver Paşa yerini alabilirdi. Ona karşı bir ağırlık teşkil ediyordu. Bizzat Hariciye Komiser Yardımcısı Karahan, M. Kemal -Enver Paşalar çatışmasının, Sovyet Hükümetince, Türkiye’nin bir iç sorunu sayılacağını bildirmiştir. Bunun yanında, Sovyetler’in Anadolu hareketinin yöneticileri üzerindeki siyasal baskılarını da hatırlamak gerekir. Milli kurtuluş hareketini sosyalist ihtilale çevirmek için, daha 13 Eylül 1919’da, Sivas Kongresi sıralarında, idarecilere karşı isyan etmelerini tavsiye etmişti. ”Gerçek şuralar” kurulması için, komünist partisi kurulması için yapılan baskı bu direktifin uzantısı olmuştur. Sonuçsuz dönüş Ayrıca, sonuçsuz kalmış ve ”gizli tutulmuş” bir Rus girişimi de artık tarih yüzüne çıkmıştır. Bunu, bir komünist tarihçi olan Dimitri Kitsikis’ten dinleyelim. O da komünist Yunan tarihçisi Yani Kordatos’un 1958’te yayımlanmış olan ”Modern Yunanistan Tarihi” adlı eserine dayanarak olayı belgelemektedir. Şöyle ki: Olay 1922’de Gunaris hükümetinin çekilmesinden ve yerini 12 Mayıs 1922’de Strakos hükümetine bırakmasından az önce geçmektedir. Bu sırada İşçi Sosyalist (komünist) Partisi sekreteri olan tarihçi Yani Kordatos’a bir adam gelir. Sovyet hükümeti ve Üçüncü Enternasyonal temsilcisi olduğunu, Atina’ya İsveç pasaportuyla gizli geldiğini bildirir. Zinovlev, Troçki ve Çiçerin’in imzalarını taşıyan güven mektubunu gösterir. Geliş nedenini anlatır: Sovyet hükümeti Yunanistan’a, Anadolu’nun işgalı konusunda düştüğü çıkmazdan kurtulması için yardıma hazırdır. Önce her bakımıdan Mustafa Kemal’i desteklemekten vazgeçecektir. Sonra da pek çok Hristiyanın yaşadığı Anadolu’nun sahil kısmında bir bölgenin bağımsız bırakılması için bütün nüfuzunu kullanacaktır. Burada uluslararası bir askeri kuvvet bulundurulmasını isteyecektir. Buna karşılık, Yunan hükümeti, Sovyet hükümetini fiilen de olsa tanımalıdır. Nedendi bu dönüş? Tarihçi bunları da anlatıyor. Sovyet delegesi, Mustafa Kemal hareketinin 1908 modeli ikinci bir Jön Türk hareketinin devamı olarak görüyordu. Mustafa Kemal’i destekleyen generaller ve politikacılar, birkaçı müstesna, gericiydiler. Türkiye’deki burjuva sınıfı tek başına yürüyecek güçte değildi. Yapacağı reformlar yanında, Fransa ve İngiltere’den borç alacak ve bu ülkelerin etkisinde kalacaktı. Sovyet hükümeti, bu nedenle Yunanlıların ve ”Türkiye’deki azınlıkların İslâmlaşmayı önleyen ve milli kurtuluş hareketlerini besleyen kaynak olarak Anadolu’da kalmalarını istiyordu. Yeni başbakan Stratos bu öneriyi kabul etmemiş ve delege ülkesine gönderilmiştir. Girişim sonuçsuz kalmıştır. Sovyet habercisinin Çarlık iddialarını diriltmek istemesi de, Yunan politikasının yeni koşulları içinde işe yaramamıştır. (6) Sovyet Rusya, Türkiye’nin Batı-Doğu arasındaki tampon durumunda maksimal yarar sağlayabilmek politikasını her zaman izlemiştir.
Tarık Zafer Tunaya – Bakû 1920 – Birinci Doğu Halkları Kurultayı
PDF Kitap İndir |