Valerie Schloredt, Pam Brown – Martin Luther King

1800’lü yıllarda Kuzey Amerika, Avrupalılar için özgürlük, umut ve yeni bir yaşama başlama fırsatıydı. Siyah adamlar içinse, bu ülke, açık artırmalarda hayvan gibi satıldıkları yerdi. “İşte size, sağlıklı güzel bir kız. Etli butlu. Dişleri sapasağlam. Aç ağzını zenci! Şu kaslara bakın, gün boyunca tarlada çalışabilir, hatta ev işlerinde kullanılabilir. Yeni köleler üretmek için çok uygun. Bu köle için ne fiyat mı istiyorum? … ” Afrikalılar, evlerinden ve ailelerinden sökülüp alınarak, gemilerin karanlık, leş kokulu ambarlarında, birbirlerine zincirlenmiş olarak uzak diyarlara taşınıyorlardı. Bu gemilerle, Amerika’ya getiriyorlar, pazarlarda köle olarak satılıyorlardı. Ömürleri boyunca, satın alan kişinin malı olarak kabul ediliyorlardı. Efendileri isterse, çocuklar, anne ve babalar birbirlerinden ayrılarak başkalarına satılabiliyordu. Gördükleri en iyi davranış, bir köpeğe gösterilen ilgi kadardı. Ama birçok yerde, insafsızca çalıştırılıyor, dayak yiyor, aşağılanıyor, sakat bırakılıyor ya da öldürülüyordu. Azat edilme Zamanla, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan birçok insan, köleliğin yanlışlığını ve her insanın özgür yaşamaya hakkı olduğunu anladılar. Hiç kimsenin, bir başka insanın sahibi olamayacağına inandılar.


Ne var ki, bunu başkalarına anlatmak pek kolay değildi. Sonunda, 1860 yılında, köleliği ortadan kaldırmak için savaşmaya başladılar. Buna İç Savaş ya da Eyaletler Savaşı adı verildi. 1863’de, savaşın bitiminden önce, kölelik kaldırıldı ve siyah adamlar azat edildi – yani özgür bırakıldı. Savaştan sonra ABD, varlıklı, güçlü insanlara olanaklar ve başarı sağlayabilen bir ülkeye dönüştü. Ama, siyah adamlar, büyük kentlerin varoşlarında ” … tüm öteki insanlarla birlikte hepimiz, hemcinslerimiz tarafindan engellenmeden, özgürlüklerimizi kullanma hakkına sahibiz. Çünkü bizler, özgür doğmuş insanlanz ve hiçbir anlaşma ya da sözleşme yüzünden bu hakkımızdan vazgeçmedik. Yalnızca, güçlü ve hain eller tarafindan sürüklenerek, dostlanmızdan, ana bahalanmızın koynundan ve zengin, bereketli topraklanmızdan kopanldık. Bu Hıristiyan ülkesinde ömür boyu köleliğe mahkum edildik. Böylece, yaşamı dayanılır kılabilen en uf ak şeylerden hile mahmm kaldık. ” “Kölelerin Özgürlük Dilekçesi”inden, 1774. s İç Savaş sonrasında, siyah insanlar artık özgür bırakılmışlardı ama topraklan yoktu. Tüm topraklann sahibi beyazlardı: Sonuçta, siyah insanlar yoksullukla yüzyüze kaldılar. Amerika Birleşik Devletleri, 1930’larda, krizli bir döneme girince, hunun acısını en çok siyahlar çekti. 6 harap kasabalardaki yıkık dökük evlerde yaşamlarını sürdürüyorlardı.

Artık köle değillerdi ama, hor görülen, gözardı edilen ve kimsenin istemediği işleri gören ikinci sınıf vatandaş olmuşlardı. Uzun yıllar boyunca, birçok siyah nesli birbiri ardından yutmuş olan büyük pamuk plantasyonlarının bulunduğu güney eyaletlerinde, siyah adam, 1863 yıllarında olduğundan da kötü duruma düşmüştü. Cahil beyazlar, kendilerinin üstün ırk olduğunu sanıyorlar ve ne kadar akıllı ve becerikli olursa olsun, yine de siyahları aşağı bir ırk olarak görüyorlardı. Yaşlı ve onurlu zencileri bile “Çocuk” diyerek çağırıyorlardı. Daha akıllı beyazlar bile, bu ön yargılı davranışların tutsağı olmuşlardı ve siyah adamları kendilerinden farklı görmeyi sürdürüyorlardı. Siyahları, tembel ve yalancı çocuklar gibi görüyorlar ve onlara “yerlerini anımsatmak” çabası içine giriyorlardı. “Jim Crow” Kuzeye giderek eğitim gören ve iyi iş sahibi olan siyahlar bile, birçok kadın ve erkeğin gözünde hala, “zenci” idiler. Dünyanın en iyi şarkıcılarından biri olan Paul Robeson, konser vermek üzere güneye geldiğinde, kimi otellere girmesi yasaklanmıştı. Beyazların bir kısmı, yüksek bilet fiyatları ödeyerek onu dinlemeye gitmiş ama bir kısmı onunla aynı restoranda oturma düşüncesine bile dayanamamıştı. İç Savaş’tan sonra, güney eyaletleri, siyah ve beyazları birbirinden ayıran, böylelikle siyahları eşit olmayan koşullarda yoksul yaşamaya mahkum eden yasalar koydular. Bu yasalara, adını yöresel bir türküden alan “Jim Crow” yasaları denmiştir. Böylece, hiçbir siyah adam, beyazların restoranında veya kahvehanesinde yiyip içemez, beyazlara ayrılmış koltuklara oturamazdı. Bazı bölgelerde, siyahların beyazlarla kağıt oynamaları bile suç olmuştu. Dindar beyazlar, siyahların da kiliseye gitmeleri gerektiğine inanıyorlar, ama sanki Tanrı da onları eşit kabul etmezmiş gibi, siyahların kiliselerini ayırıyorlardı. KKK En kötüsü, İç Savaş’tan sonra kurulan Klu Klux Klan (KKK) adlı örgüttü.

Çocukça bir adı olmasına karşın, bu örgüt hain insanlarla doluydu. KKK örgütündeki insanlar, Nazil er gibi kendilerini üstün ırk olarak görüyorlar bunu da törenler ve gösterilerle sergiliyorlardı. Bu törenleri, sivri kukuletaları olan beyaz giysiler giyerek, pırıltılı bir haç önünde yapıyorlardı. Gerisinde hain amaçları olmasa, insana komik gelebilecek görüntülerdi bunlar. KKK örgütü bir beyaz kadına el sürdüğü kuşkusuyla bir zenciyi linç edebilirdi. Oysa, beyaz adamlar, bir zenci kadına sahip olmayı yalnızca eğlence gibi değerlendiriyorlar ve bu yüzden hiç ceza görmüyorlardı. KKK örgütü, bugün bile yüksek mevkideki arkadaşlarına güvenerek saldırılarda bulunuyorlar. Yıllar boyunca, birçok yiğit erkek ve kadın, siyah insanlara adalet ve eşitlik sağlayabilmek için savaştılar. Cesaretleri yüzünden çok acılar çektiler. Zaman zaman zafer kazandılar ama yapılacak pek çok şey vardı. Siyah adamların bir lider bularak, Abraham “Çalışan beyaz kadınların ancak onda biri hizmetçi olarak çalışıyor: Oysa siyah kadınların onda altısı hizmetçidir… Zencilerin ölüm oram, beyazlarınkinin iki mislidir. Washington D.C. ‘de çocuk ölümleri, beyazlarda yüzde otuz yedi, siyahlarda yüzde yetmiş birdir.” Richard Pollenberg “Bölünmeye Doğru” dan.

( One Nation Divisible) “]im Crow,fiziksel aynmın da ötesindeydi. Otobüs duraklarında ayrı bekleme odaları, ayrı vagonlar, sinemalarda ayrı bölümler, ayrı okullar, ayrı kiliseler, ayrı restoranlar ve ayrı musluklar. Bunlar görüntüdeki ayrılık/ardı. Bundan daha derin bir ayrımcılık söz konusuydu. Örneğin, el sıkışmak, şapkaya dokunarak selam vermek gibi karşılıklı saygı gösteren toplumsal davranışlar tabuydu.” Richard Pollenber “Bölünmeye Doğru” 7 Kötü şöhretli Klu Klux Klan örgütü, birçok güney eyaletinde açıkça gösteliler yapıyordu. Örgüt üyelelinin çoğu, polis içinde görevliydi. Böylece, KKK’nın eylemleli yasal kovuştunna görmüyordu. Bu fotoğraf, 1980 yılında, KKK’nın hiilii güçlü olduğu güney eyaletle/inden bilinde çekilmiştiı: Karşıda: Bu, Klu Klux Klan ‘ın çağdaş bir fotoğrafidır. KKK örgütünün /ıilla garip tören gelenekleri vardır Bunlardan bili de, çevreye korku salmak için bir haçın yakılmasıdır. Aslında, insanlara korku salma/an, galip giysileli ve törenlerinden değil, daha çok cinayet i,şlemeye hevesli oluşlanndandır. Bu yüzyılın ilk otuz yılında, yüzlerce siyah kadın ve erkek, beyaz çeteler tarafindan linç edilmişler, idam edilmişleı; hatta yakılmışlardu: 1950 ve 60’lardan sonra, linç olaylan azalmış ama tümüyle oltadan kalkmamıştır. Korkusu hdla insanlann yüreklerindedir. Lincoln’ın İç Savaş sırasında söz verdiği hakları ele geçirmeleri gerekiyordu. Siyah liderlerin bir kısmı, şiddete ve öç almaya karşı savunmalarının uzamasından öylesine bıkıp usandılar ki, sonunda haksızlığa karşı silahlanarak savaşmaya karar verdiler.

Oysa, büyük lider Martin Luther King, bu davranışın yanlış olduğunu, siyahların yanlış davranan beyazlar gibi davranmamaları gerektiğini savundu. Silahlı başkaldırı, siyahların hak ettikleri saygıyı ve eşitliği almalarını engelleyebilirdi. 1950’1erde ve 60’ ]arda, Dr. King, siyahları, şiddet içermeyen gösteriler yapmaya yöneltti. Bu davranış, yalnız ABD insanlarını değil, tüm dünya insanlarını olumlu etkiledi. Kilisede geçirilen çocukluk Martin Luther King, Ocak 1929’da, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde, Atlanta, Georgia’da doğmuştur. Babasının adını alan Martin, annesi, babası, büyükannesi, erkek ve kız kardeşi tarafından ML diye kısa bir adla çağırılırdı. MI.:in babası “Baba King” rahip olduğu için, siyah topluluk tarafından büyük saygı görürdü. Güney Amerika’da kilise, siyahlar için çok yaşamsal bir önem içeriyordu. Siyah topluluğun yüreği gibiydi. Haftanın altı gününü çok zor yaşam koşullarıyla boğuşarak geçiren bu insanlar için kilise, esin kaynağı ve teselli yuvasıydı. Martin Luther King, Atlanta, Georgia’da Auhum Avenue’da bulunan hu rahat evde doğmuştu. Büyükannesi, varlıklı bir bankerin evinde temizlikçi olarak çalışırdı. Martin ‘in bahası, ailesinin daha iyi bir geleceğe sahip olmasını istiyordu.

Bir gün, varlıklı bankerin evinin önünden geçerken, o ev gibi büyük bir evde yaşamaya yemin etm4·ti. O da bir banka müdürü olmak istiyordu. 10 Siyah dini liderler, her şeyi abartarak anlatırlardı. Cemaat, kötüleri bekleyen cehennemdeki korkunç şeyleri dinlerken titrer, iyilere vaat edilen cennetin güzelliklerini duydukça sevinç içinde kalırdı. İnsanlar, Rahibin anlattıklarına, büyük bir coşkuyla “Hallelujah!”, “Amin!” ve “Tanrı yücedir!” diye bağırarak katılırlardı. Küçükten büyüğe hepsi, kölelik günlerinden kalma, huzurun ve cesaretin az bulunduğu o günleri anlatan dini şarkıları, büyük bir inançla söylerdi. Küçük ML, akıllı bir çocuktu. Daha beş yaşındayken İncil’den kimi bölümleri ezbere okuyabiliyordu. Altı yaşında, cemaat için dini şarkılar söylüyordu. Hiç durmadan öğreniyordu. Irkçılıkla bir arada büyümek Tüm siyah çocuklar gibi, çocukluğu ve gençliği, ırkçı önyargılarla zedelenerek geçti. Her yeni gün, ona, siyah olmanın, ikinci sınıf vatandaş olarak görülmeye neden olduğunu öğretti. Daha küçük bir çocukken, iki beyaz arkadaşıyla artık oynayamayacağı bildirilmişti . Çocukların annesi, evlerine gelen M�i geri göndererek, çocuklarının bir siyahla oynayamayacak kadar büyüdüklerini söylemişti. Martin’in anne ve babası ise hiçbir zaman daha aşağı sınıftan bir insan olduğuna inanmaması gerektiğini öğütlemişlerdi.

Çünkü gerçek, beyazların gördüğü gibi değildi. İnsanların böyle davranmalarının nedeni, cehalet ve önyargıydı. Ama Martin çok incinmişti. Onunla arkadaş olmaktan mutluluk duyan beyaz çocuklar ise, bundan böyle, siyahların daha aşağı ve farklı bir ırk olduğuna inanacaklardı. Martin büyüdükçe, iki ayrı ırkın farklı topluluklar halinde yaşamasının, güneyde bir yaşam biçimi olduğunu anlamaya başladı. Bir siyah olduğu için, ancak belirli muslukları ve tuvaletleri kullanabiliyordu: Ötekilerin önünde, “Yalnızca Beyazlar İçin” yazılı levhalar vardı. Dondurma almak isterse, ancak dükkanın dışındaki yan pencereden almaya hakkı vardı. Film seyretmek istediğinde, beyazlara ayrılmış olduğu için, alt katta oturamaz, balkona çıkmak zorunda kalırdı. Beyazlarla siyahlar aynı okullara gitmezler, aynı halk kütüphanesini kullanmazlar, aynı parklarda dinlenmezlerdi. Beyazlar, siyahların oturduğu mahallelerde oturmazlardı. Ünlü siyah yazar Maya Angclou, güneyde küçük bir kızken, garip ve uzak oldukları için, beyazların kendileri gibi insan ırkından olduklarının bilincine dahi varmadığını anlatır. Acı bir an Martin, on beş yaşındayken ve lisenin son sınıfındayken onu çok üzen bir olay oldu. Okulun münazara grubunda olduğu için bir başka kente yarışmaya gitmiş ve orada “Zenci ve Anayasa” adlı konuşması için ödül kazanmıştı . O akşam, öğretmeniyle yanyana otobüsle evlerine dönerken çok mutlu ve gururluydu. Otobüs ilerledikçe, yolcular artmaya başlamış ve boş yer kalmamıştı.

Derken, otobüse iki beyaz bindi. Otobüs şoförü, Martin ile öğretmeninin ayağa kalkıp beyazlara yer vermelerini istedi. Martin karşı çıktı ama otobüs şoförü ısrar ediyor ve onu “siyah piç” diye niteliyordu. Martin çok öfkelenmişti. A:z önce, siyah haklarıyla ilgili bir konuşması yüzünden ödül almıştı. Ama işte orada, bu anayasal haklar geri itiliyor, geçerli sayılmıyordu. Dövüşmeye niyetlendi ama korkmuş olan öğretmeni, sorun çıkartmaması için yalvardı. O an yapabileceği başka bir şey yoktu. Yenilmiş olduğu için öfke dolu olarak ayağa kalkıp yerverdi. Yaşamı boyunca acıyla anımsadığı anlardan biriydi bu. Baba King’den alınan dersler Baba King, rahip olmanın dışında, kurnaz bir iş adamıydı. Bu yüzden, ailenin yaşam koşulları iyiydi. Ama rahip ya da iyi işadamı olması, beyazlar için bir anlam taşımıyordu. Onlar için bu adam yine hor görülen bir “zenci”ydi. Gündelik yaşam içinde, Klu Klux Klan üyeleri, nonnal insanlar gibi görünürlerdi.

Kiliseye giderler, toplumml görevleri yüklenirlerdi. 1950’lerde çekilmiş hu fotoğraf, çocuklann, siyahlara karşı önyargılı yetiştirilmelerini anlamamıza yardımcı oluyor. 11 “Bir yanda, annemin, kişiliğime önem vermem gerektiğini söyleyen sözleri vardı. Öte yanda, dışarıda, sistemin her gün yüzüme haykırdığı sözlerle karşılaşıyordum: “Daha aşağıdasın.” “Eşit değilsin.” Bu durum, ruhumda çatışmalara neden oluyordu.” Martin Luther King Jr. ‘;4nımsad1ğ1m1z King” (King Rememhered) Üniversite günleıi Martin Luther King, Amerikalı siyahlann da Hint bağımsızlığının babası olarak kabul edilen Mahatma Gandhi’nin şiddet içenneyen mücadele yöntemlerini izlemeleri gerektiğine inanıyordu. Şiddet içenneyen ıylemler pasif eylemler demek değildi. Tümüyle organize olarak, şeytanla işbirliğine gimıeden, haklar için acı çekmeyi, hapülere düşmeyi, hatta ölmeyi göze alarak direnmek gerekiyordu. 12 Ama Martin’in babası, hakaretlere nasıl karşılık vereceğini biliyordu. Bir gün, yolda onu durdurarak, “Çocuk, ehliyetini göster,” diyen polise, yanındaki oğlunu işaret ederek şöyle demişti: “Şu oğlanı görüyor musun, çocuk odur. Ben adamım.” “Haddini bilmez”likle suçlanma riskini göze alarak söylediği bu sözlerden sonra Martin, babasının cesaretini ve kişiliğini daha da fazla önemsemeye başladı. Babasının ırkçılıkla ilgili sözlerini hep anımsadı: “Ne kadar uzun süre yaşayacağımı bilemem, ama hiçbir zaman bu sistemi kabul etmeyeceğim.

Ölene dek onunla savaşacağım.” Okul günleri Martin, öteki çocuklardan üç yıl daha önce, yani on beş yaşında üniversiteye başladı. Ülkenin en iyi siyah üniversitelerinden biri olan, siyah haklarının tartışılabildiği, Atlan ta’ daki Morehouse Üniversitesi’ne gitti. Birçok siyah gençten daha şanslı olduğunun farkındaydı ve bunu iyi değerlendirmeye de kararlıydı. Babası, oğlunun kendisi gibi din adamı olmasını istiyordu ama M artin, halkına daha yararlı olabileceğine inandığı doktorluk ya da avukatlık mesleklerinden birini seçmek istiyordu. Ama okulun dekanı ve aynı zamanda rahip olan Dr.Benjamin Mays, kilisenin, ABD toplumu üzerindeki rolünün daha büyük olduğunu söylüyordu. Vaazlarında ve öğretisindeki bütünl ük, M artin’i etkiledi ve düşüncelerinin değişmesine neden oldu. Dr. Mays gibi bir rahip, çağdaş yaşamın sorunlarıyla da ilgilenerek insanlara yardımcı olabiliyordu. Babası, onun için kendi kilisesinde bir deneme vaazı hazırladı. O pazar, Atlanta’daki Ebenezer Baptist Kilisesi’ne, on yedi yaşındaki bu çocuğun vereceği vaazı dinlemek üzere, büyük bir kalabalık toplanmıştı. Babasını, cemaatinin karşısında utandırmaktan korkan Martin çok endişeliydi. Ama vaazını başarıyla bitirdi. O yıl babasının asistanı olarak çalışmaya başladı.

Ama eğitimi henüz bitmemişti. Öğrenimine Kuzey’ de devam etmek istiyordu. Şiddet içermeme felsefesi 1948 yılında Martin, Pennsylvania’daki Crozer Hatip Okulu’na yazıldı. Çok çalıştı, boş zamanlarında din adamlarının kitaplarını, yaşamın anlamını anlatan filozofları okudu. Onu en çok etkileyen filozof, zenci esaretinin kaldırılmasından yana olan Henry Thoreau idi. Köleliğin sürdürüldüğü eyalete vergi borçlarını ödemediği için hapse düşmüştü. 1849 yılında yazdığı ünlü makalesiyle şimşekleri üzerine çekmişti. Bu makalede, siyahlara karşı yapılan kabul edilemez haksız davranışlara karşı çıkış nedenlerini anlatmıştı. M artin Luther King, M ahatma Gandhi’nin düşüncelerinden çok etkilenmişti. Şiddet içermeyen felsefesi, iman gücü, Hintlilerin, emperyalist İngiltere’nin siyasi ve askeri gücüne karşı, ruhsal olarak direnmelerini sağlamıştı. Hintliler, defalarca gösteri yaparak, iyi ya da kötü Atlanta, Georgia ‘daki Ebenezer Baptist Kilisesi, Martin ‘in babasının kilisesiydi. Martin, bu cemaati geniş olan başanlı kilisenin etkisiyle büyüdü. Duygusal vaazlardan, ya da cemaatin coşkulu alkışlan ve bağınşlanndan hoşlanmazdı. İşte bu kilüede ilk vaazını verdi. Öteki rahiplere benzemeyen, sakin, ciddi bir ifadeyle konuşmuştu ve önemli bir rahip olacağı hemen belli olmuştu.

13 1948’de, henüz on dokuz yaşındayken, sosyoloji bölümünden mezun oldu ve Pennsylvania’da Crozer Hatip Okulu ‘na gi.tti. Bu okulda kutsal görev bilinci içerisinde eğitim gören hemen hemen yüz öğrenci arasındaki altı siyah öğrenciden biriydi. O günlerden söz ederken şöyle diyor: “Sanınm o günlerde fazla ciddiydim. Çok özenli giyiniyor, odamı tertemiz tutmaya çalışıyor, ayakkabılanmı pml pml parlatıyoı; giysilerimin hep ütülü o/malan için çabalıyordum. ” Derslerinde çok başanlıydı ve tüm derslerden A alıyordu. 14 yabancı güçler tarafından idare edilmek istemediklerini anlatmaya çalıştılar. Doğru ya da yanlış, kendi kararlarını, kendileri vermek istiyorlardı. Gandhi, bağımsızlıklarını elde edebilmek için ölmeye hazır olabileceklerini ama kendilerine ne kadar kötü davranılırsa davranılsın, asla kimseyi öldürmeyeceklerini söylemişti. İşte M artin, H indistan’da böyle bir başarı sağlanabiliyorsa, Amerika’da da sağlanabileceğine inanmıştı. Ama bu, henüz kafasının gerisinde duran bir düşünceydi. Bir gün, siyah insanların adaleti ve doğal hakları için şiddet içermeyen bir hareketin lideri olacağını henüz bilmiyordu. Martin Coretta ile karşılaşıyor Martin, Crozer’dan başarıyla mezun olduktan sonra, Baston Üniversitesi’ne gitti. Orada doktora yapmaya niyetliydi. Bu amaçla, din felsefesiyle ilgili yüksek araştırma kurslarına katıldı.

Böylece Hıristiyanlık kadar, Hinduizm, Shintoizm ve İslam hakkında da bilgi sahibi oldu. Derslerine çok çalışmasına karşın, eğlenmeye de zaman bulabiliyordu. Çekici, hoş, genç bir adamdı ve tüm diğer hoş genç adamlar gibi birçok kız arkadaşı vardı. Ama bir sürü kızla çıkmak onu bıktırmaya haşlamıştı: Artık yaşamını ve umutlarını paylaşabileceği özel bir genç kız arıyordu. O sıralarda bir arkadaşı, onu genç bir şarkıcı olan Coretta Scott ile tanıştırdı. O da, Martin gibi güneyden geliyordu. Ailesi Alabamalıydı. New England konservatuarında burslu okuyordu ve gündelik masraflarını karşılayabilmek için yarım gün çalışıyordu. Mesleğinden asla vazgeçmek istemiyordu. Evlilik ve çocuklar onun da düşlerini süslüyordu ama, ancak mesleğinde iyi bir yer sahibi olduktan sonra evliliği düşünebilirdi. Doğru kadın Coretta’nın, tüm bu akıllıca planları uçup gitti. Önceleri, Martin’i biraz kısa bulmuştu- 1 .68 cm. boyundaydı – ama zaman geçtikçe ondan daha fazla hoşlanmaya başladı. Martin ise, onun güzelliği, zekası, hareketli kişiliği ve sağlam karakterinden çok etkilenmişti.

Birbirlerini tanıdıkça duyguları giderek gelişti ve sonunda, iki genç, 18 Haziran 1953 günü, Coretta’nın Marion’daki evinde, Martin’in babası tarafından evlendirildiler. Daha sonra Boston’a dönen Martin ile Coretta, üniversitedeki son sınıflarını tamamladılar. Martin’in artık iş bulması gerekiyordu. Üniversitede bu yüzden teoloji öğretmek niyetindeydi ama daha önce birkaç yıl rahip olarak çalışması gerektiğini düşünüyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir