W. R. Reinfeld – A’dan Z’ye Satranc Ogreniyoruz

Yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan satranç oyunu, zekanın, stratejinin, sabrın ve centilmenliğin ön plana çıktığı bir akıl oyunudur. Aslında bir bakıma yaşam mücadelesinin tahtaya yansımasıdır. İleriyi görebilme, rakibin düşüncelerini ve hamlelerini sezebilme, zamana karşı yarışabilme gibi yetenekleri gerektiren ve pratik yaparak bu yeteneklerin gelişmesini sağlayan bir oyundur satranç. Kişinin içinde bulunabileceği psikolojik durumları şans olarak kabul etmezsek, kişinin çalışması, azmi ve yeteneği dışında başka bir faktöre bağlı olmayan satranç, yüzyıllarca en önemli akıl ve strateji oyunu olmayı sürdürmüştür. Tarih boyunca, büyük komutanlar, ünlü düşünürler, bilim adamları ve yöneticiler satranç oynamışlardır. Satranç oyunlarının her birisi kendi çizdikleri yollarda ilerledikleri için, ustaların oynadıkları binlerce oyun satranç kitaplarının konusu olmuş ve ustaların maharetleri, bunları okuyanları veya izleyenleri hayranlığa sevk etmiştir. Aslında bir bilge oyunudur satranç. Çünkü bir bilgenin sahip olması gereken soğukkanlılığa, sükunete ve çelikten iradeye sahip olanların veya bu yolda ilerleyenlerin başarılı olabileceği bir oyundur. Evrensel kurallara sahip olan satrancın dili dünyanın her yerinde aynıdır. Kitabımızda da göreceğimiz gibi, satranç öğrenen herkes, aynı notasyonu ve kuralları öğrenecektir. Böylece aynı zamanda ortak bir dil de oluşturulmuş olmaktadır. Alman filozofu Goethe, bu oyunu bir zeka ölçüsü olarak gördüğünü belirtmektedir. Bir çok matematikçi ve filozofa göre de satranç bir oyundan çok bir bilimdir. Satranç öğrendikten sonra, oyunu yakınımızdaki arkadaşlarımızla, satranç kulüplerinde veya bilgisayar ortamında (bilgisayara karşı veya başkalarıyla) oynayabiliriz. Bu kitap satranç bilmeyenler göz önüne alınarak hazırlandığı için temel kuralları anlatıldıktan sonra, kısaca oyunlardan bahsedilmekte ve açıklamalar yapılmaktadır.


Satrancı ilerletmek için değişik rakiplerle bol bol egzersiz yapmak ve ustaların oyunlarını anlamaya çalışmak gerekir. Ustaların oyunlarını anlatan da bir çok kitap vardır. Bu kitabı herkesin anlayabileceği bir dilde yazabilmek ve satrancı hiç bilmeyenler için adım adım anlatabilmek için elimden gelen çabayı sarf ettim. Aynı zamanda bir spor, bir bilim ve bir sanat olan satrançta bir çok yeni ustanın yetişmesi temennisiyle…. SATRANCIN TARİHİ Satranç kelimesi Hintçe “Sandregn” den gelir. Satranca, İngilizcede “Chess check patterns”, Fransızcada “Echecs” denir. Satrançla ilgili olarak elde edilen en eski belgelere göre, satranç zamanımızdan 4000 yıl önce Mısır, Çin ve Mezopotamya’da oynanmıştır. Kraliçe Nefertiti’ye ait olan tabletlerde bunun kanıtını görüyoruz. Eski yazıtlar arasında satranca rastlanmaktadır. MÖ 3000 yıllarında satranç gibi bir oyunun Mısır ve Hindistan’da oynanıldığı sanılmaktadır. 1913 yılında Murret’in yazdığı satranç tarihinde, bu oyunun 570 yıllarında Hindistan’da oynandığı belirtilmektedir. Yapılan araştırmalara ve ele geçen yazıtlara göre, satranç 600 yıllarında Hindistan’dan İran’a geçmiştir. Yine bu belgelere göre Araplar satrancı VII. yüzyılda öğrenmişlerdir. Bazı söylentilere göre de satranç “Sat-Ran-Çu” adıyla Çin’de bulunmuştur.

Bazı belgeler bu söylentiyi doğrulamaktadır. İran tarihçilerinden Firdevsi’nin Şeyhnamesi’nde anlattığına göre, İran Şahı Hüsrev’in Hint yöneticileriyle birbirlerine gönderdikleri armağanlar arasında satranca ait resimler de vardır. Bazı belgeler, satrancı bir Brahman’ın bulduğunu ve Şah’a armağan ettiğini göstermektedir. Şah, buna karşılık Brahman’a “Ne istediğin varsa kabul edeceğim der. Brahman da, Şah’tan 64 kareli satranç tahtasının ilk karesine bir, ikinci karesine iki, üçüncü karesine dört, yani her kareye bir öncekinin iki katı buğday koyarak doldurmasını ister. Şah, Brahman’ın alçak gönüllülüğüne hayran kalarak isteğinin yerine getirilmesini emreder. Brahman’ın isteği yerine getirilmeye başlanırken ülkedeki buğdayların yetmeyeceği anlaşılır. O zaman yapılan hesaplar sonunda, Brahman’ın Şah’tan 18.446.744.373.709.551.616 tane buğday istediği ortaya çıkar. Bu kadar buğdayı yetiştirmek için, dünyanın 64 misli büyüklüğünde bir kara parçasına gereksinim olduğu görülünce, Şah Brahman’ı tebrik eder ve karşısında ne denli güçsüz olduğunu anlar.

Bazı tarihçiler, satrancı Truva’nın kuşatılması sırasında Palamedes’in bulduğunu söylerler. Ancak, bu iddia bugüne dek ne Yunanlılarca benimsenmiştir, ne de bu konuda bir yazıt vardır.Yukarda belirtildiği gibi, satrancın adı Hintçe’den gelir. Anlamı, 4 cins figürün, 4 ayrı silahla sunulmasıdır. Bu 4 figür konusunda çok değişik yorumlar vardır. Bazılarına göre, 4 figür “Hava, ateş, toprak ve suyu, bir kısmına göre de, “yaz, kış, ilkbahar ve sonbaharı yansıtır. Burada, en kuvvetli taş olan vezir ateşi ve bilginleri, kale toprağı, fil havayı ve şah evreni temsil eder. Bu benzetmeler 4 taşın geometrik şekillerinden esinlenerek söylenmektedir. Satranç Batı’ya Arapların aracılığıyla IX. yüzyılda geçmiştir. Bunu belgeleyen en güzel örnek de, Harun-ül-Reşit’in Charlemange’a hediye ettiği satranç takımıdır. Eski satrancı, günümüzün satrancından ayıran özellikler şunlardır: Vezir çapraz giderken ancak 1 hane gidebilirdi, Filde ancak 1 hane atlayarak gidebilirdi, en kuvvetli figür kale idi. Rok ve piyonun başlangıç durumundan iki kare ileri gitme kuralı yoktu. Eski satranç oyunu yavaşlığı bakımından da oldukça farklı idi. Uzağa etki eden sadece bir figür vardı “Kale.

” Şahı mat etmek olağanüstü zor idi. Açılışlar da çok yavaş gelişiyordu. XV. yüzyıldan sonra Modern Satranç bugünkü halini almaya başlamıştır. Piyonla iki kare atlama, geçerken alma, rok kuralı ve piyonların son sıraya ulaştıklarında başka bir figüre dönüşmesi gibi kurallar satrancın hızlandırılması için yapılmış yeniliklerdir. Ülkemize gelince, XVI yüzyıla ait satranç üzerine yazılmış el kitaplarını kütüphanelerimizde bulabiliriz. Bunların en önemlisi Kanuni Sultan Süleyman devrinde Seferhisarlı İsmailoğlu Şaban tarafından yazılmış olandır. Bu eserde, satrancın yararları yanında tarihçesi de kaleme alınmıştır. Sultan II Ahmet’in Polonya hükümdarına gönderdiği satranç takımı da Osmanlı Hükümdarlarının bu konuya verdiği önemin bir belirtisidir. 1840’lardan itibaren modern satranca başlangıç olarak erkekler bireysel satranç şampiyonaları düzenlenmeye başladı; 1851 Londra, 1857 New York, 1883 Londra Şampiyonaları gibi. Anderssen, Rubinstein, Steinitz gibi modern satrancın ilk büyük ustaları bu şampiyonalarda kendilerini gösterdiler. 1924’te Satranç Olimpiyatları olarak da bilinen Uluslararası Takım Turnuvası, 1927’de ise ilk Bayanlar Şampiyonası yapıldı. Türkiye’de de satranç oynanabilecek bir çok satranç kulübü kurulmuştur. Türkiye Satranç federasyonu da 1954 yılında faaliyete başlamış ve kısa adı FIDE olan uluslararası satranç federasyonuna bağlanarak kurallarına uyum sağlamıştır. Böylece satranç bir milli spor halini almıştır.

Orhan Tuncay GİRİŞ Satranç oyunu, MS 7. yüzyılda, “Çaturanga” adı altında oynandığı Hindistan’dan ufak bazı değişikliklerle İran’a ve Arap dünyasına geçti. Orada “Satranç” adını aldı ve yoğun bir ilgi gördü. Satranç 8X8 kareleri olan satranç tahtası üzerinde ve satranç taşlarıyla oynanır. Adı satranç tahtası olmasına rağmen, pirinçten, mermerden, vs. yapılmış satranç tahtaları da vardır. Temelde bir savaş stratejisi gibi görünse de aslında bir yaşam stratejisini içerir. Zaten yaşam da bir bakıma bir mücadeledir. Bir satranç tahtası örneğini yukarıda görüyorsunuz. Satranç tahtası bir koyu ve bir açık renk kare yan yana olmak üzere 64 adet kareden meydana gelmiştir. Oyuna başlarken, satranç tahtası açık renkli kare oyuncunun sağında kalacak biçimde hazırlanır. Satranç taşları da açık ve koyu renkli olmak üzere ikiye ayrılır. Oyuna açık renkli taşlar başlarlar. Taşları ve özelliklerini sonraki bölümlerde tanıyacağız. Oyunun asıl amacı şahı sıkıştırarak oyunu kazanabilmektir.

Ama bu yengiye doğru giden yol oldukça karmaşıktır, maharet ister ve bu konuda binlerce kitap yazılmıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir