William Butler Yeats – Kelt Şafağı

Bir ulusun geçmişindeki uzak ve yabanıl yaşam tasarımı, kendi suretini ayrıştıran bir inanç ya da kopuş vurgusuyla katmanlanıyor. Kelt belleği, tarihin kara deliklerinde, sezgi ye kavrama gücünün doğaüstü yansısıyla dönüyor kendine. Bunu bir kültürel yazın geleneğine taşıyan mağrur tanıklık ise, hem kanla beslenen kitle gururuna hem de kutlu adanmışlığa sözle direnen bir zaman-mekân düşlemi olup çıkıyor. Bu yalnız İrlandalI, söylencenin ıssız adasında, kuzeyli sagalardan malt ve kaçak buğday yüklü ran geleneğine kadar tüm hayalet-ozanların sesini yankılıyor. Ö ksüz bir cinin acısından aldatılmış bir perinin aşk intikamına uzanan ruh yolculuğunda Yeats’in esini kendisiyle yarışıyor: “H alk sanatı, düşünce aristokrasilerinin en eskisidir.” Kelt Şafağı,* insanın ürkü ve bağnazlıkla çevrelenmiş evrim inde, düşün yeraltı kalelerini tutar. Yeats’in Kelt cehennem i, kendi deyişiyle, yaratısının sözel ve başına buyruk odunu göğün ışığından devşirir. Ruh, içine çekilmiş bir varoluş deneyimini ötedünyanın erimindeki hayalet- sınırla paylaşırken, tüm bunlar, Kelt sözcesinin utkusuyla yanıp sönen bir bataklık alevine dolar. Sonuçta, ele geçirilen her beden, eklendiği ruhun cevherine bilincin sırnnı yayar ve bu Kelt söyleninde biriken çağların devinimi, Yeats’in çocukluğunda saklı imgelerin zincirini çözer. Kelt Şafağı, hep korunan düşsel bir farkındalığı barındırır. Yeats’in mucizevi izleği, Ben Bulben’in yamacından Rosses sahillerine kadar, perilerin ve hayaletlerin belleğindeki işaretlerden okunur. Kendi ölüm lü benliğine dışarıdan bakan bir göz, umarsız varlığındaki acıyı dindiren bir güçle donanırken Kraliçe Victoria ve İrlandalı bağımsızlık yanhlan gibi gerçek figürler de bu düş evreninin içinde eksik değildir. Yeats’irî topladığı tanıklıklar, bu düşsel biraradalığın tılsımıyla, zamana ve verili gerçeğin dayatmalarına karşı koyuyor. İflah olmaz düşçüler, şeytan çıkarmaya uğraşan m odem toplum un karabasanı olmayı sürdürüyor. Zevkle.


At sürüyor ordu Knocknarea’dan beri, Ve Clooth-na-bare göm ütünün ötesinden; Caolte alevli saçını savururken, N iam h sesleniyor, “Buraya, gelin buraya; Ö lüm lü düşünden arıtın yüreğinizi. Rüzgârlar uyanır, yapraklar savrulur, Yanaklarımız solgun, saçlarımız dağınık, Göğüslerimiz kabarıyor, gözlerimiz parıltılı, Kollarımız savruluyor, dudaklarımız ayrık; Ve biri kötü gözle bakacak olsa akıncı alayımıza, Ayırırız bedeninden avcundaki ukdeyi, Ayırırız bedeninden yüreğindeki um udu.” O rdu akın ediyor gece gündüz; U m u t ya da lekesiz ukde nerede ya? Caolte alevli saçını savururken, Ve N iam h sesleniyor, “Buraya, gelin buraya.” B U K İT A P I. H er sanatçı gibi bu uyum suz ve hantal dünyadan güzel, hoş ve anlamlı şeyler yaratmak ve hep gösterdiğim yöne bakan halkımdan birilerine İrlanda’ya has bir şeyleri bir düşlem içinde anlatmak istedim. Bu yüzden sadece kurguladıklarımı değil, duyduğum ve gördüğüm birçok şeyi, bazen yorum katmak dışında, doğruluk ve açık yüreklilikle yazdım. Buna karşın kendi inançlarımı köylülerinkinden ayırmakta hiç güçlük çekmedim, ama yine de insanlarımı, gulyabanileri ve perileri incitmeden ya da bana ait bir savla savunarak kendi hallerine bıraktım. Bir insanın duyduğu ya da gördüğü şeyler yaşamın iplikleridir, ve onları belleğin örekesinden dikkatle çekebilirse, onların hakkını veren inanç giyitlerini dokuyacaktır. Diğerleri gibi ben de kendi giyitimi dokudum , onun içinde ısınmaya çalışacağım ve üzerime olmamazlık etmezse m utlu olacağım. U m u t ve Belleğin bir kız çocuğu vardır ve onun adı Sanat’tır, ve insanların giyitlerini savaş sancağı olarak çatallı dallara astığı um utsuz düzlüklerden uzakta kurm uştur yurtluğunu. Ey sevgili kızı U m u t ve Belleğin, biraz benimle kal. 1893 II. Öncekilerin tarzında birkaç bölüm daha ekledim, başkalarını da eklerdim, ama insan yaşlandıkça düşlerinin par15 laklığından bir şeyler yitiriyor; yaşama iki elle tutunmaya başlıyor ve mahsule tohum dan daha fazla önem veriyor; büyük bir kayıp değildir belki de. Bu yeni bölümlerde, öncekilerde olduğu gibi, zavallı bir masal anlatıcısının şeytan ve melekleriyle ilişikisini canlı tutacak ya da onun kom ­ şuları arasında tanınmasını önleyecek bir iki aldatıcı cümle ve yorum larım dışında hiçbir şey yaratmadım. Kısa zaman içinde peri yurdunun zenginliğiyle ilgili büyük bir kitap yayımlayıp onun dizgesel ve bu avuç dolusu düşten af dileyecek kadar derinlikli olmasına çalışacağım.

1902 W. B. Yeats 16 B İR M A S A L A N L A T I C I S I Bu kitaptaki masalların birçoğu bana Paddy Flynn isminde, tüm County Sligo’daki ‘en kibar yer’ olduğunu her fırsatta söylediği Ballisodare köyündeki -peri yurdunu kastediyor- damı akan tek göz bir kulübede yaşayan, gözleri hafif ışıltılı ihtiyar bir adam tarafından anlatıldı. Diğer insanlar da Ballisodare’yi sever, ama DrumclifF ve D rumahair’i ona tercih ederler. O nu ilk kez gördüğümde kendisine mantar pişiriyordu; bir sonraki defa bir çitin altında uyuyor ve uykusunda gülümsüyordu. Aslında hep neşeliydi, yine de gözlerinde (kırış kırış göz çukurlarının içinden dışarıya bakarken bir tavşan gibi atikti) neşesinin ölçülü bir parçası olan bir melankoli gördüğüm ü sanırdım; tüm sezgisel yaradılışların ve bütün hayvanların düşsel melankolisi. Yine de yaşamında onu ezen birçok şey vardı; ihtiyarlık, gariplik ve sağırlığın katmerli yalnızlığında nereye gitse çocuklar tarafından rahatsız ediliyordu. Belki de sırf bu yüzden daima sevinci ve um ut etmeyi salık verirdi. Ö rneğin Collumcille’nin annesini nasıl neşelendirdiğini anlatmaya pek meraklıydı. “Bugün nasılsın anne?” diye sorar aziz. “Daha kötü,” diye yanıtlar annesi. “Yarın daha kötü olacaksın öyleyse,” der aziz. Ertesi gün Collumcille yine gelir ve aralarında tıpkı aynı konuşma geçer, ama üçüncü gün “Daha iyiyim, T an n ’ya şükür,” der annesi. Ve aziz karşılık verir, ‘Yarın daha iyi olacaksın öyleyse.” Yüce Yargılayıcının en son gün hem ödüllendirdiği hem de sönmeyen alevlerde yitip gitmeye m ahkûm ettiği insanlara ayrımsızca nasıl gülümsediğini anlatmaya da meraklıydı.

17 Kendisini neşelendirm ek ya da hüzünlendirm ek için birçok tu h af yetisi vardı. O na perileri görüp görmediğini sordum ve “Can sıkıcı olmaz mıydı?” karşılığını aldım. Banshee’yi görüp görm ediğini de sordum . “G ördüm ,” dedi, “orada, suyun başında, elleriyle nehre vururken.” Paddy Flynn’in bu betimini, onu tanıdıktan kısa süre sonra masalları ve deyişleriyle hem en hem en doldurduğum bir defterden birkaç değişiklikle aynen aldın}. Şimdi o deftere hüzünle bakıyorum, çünkü boş sayfalar bir daha asla doldurulmayacak. Paddy Flynn öldü; bir dostum ona koca bir şişe viski verdi, ve çoğu kez vakur bir adam olmasına karşın içkinin etkisi onu büyük bir erinçle doldurdu, sonra birkaç gün daha yaşadı ve öldü. İhtiyarlık ve zor günlerle yıpranm ış bedeni içkiyi gençlik çağındaki gibi kaldıramadı. Büyük bir masal anlatıcısıydı ve tanınmış öykücülerim izin aksine, kendi öykülerine katmak için cennet, cehennem , araf, peri diyarı ve yeryüzünü insanlardan nasıl arıtacağını biliyordu. Dar bir dünyada yaşamadı, H om eros’un kendisinden daha az geniş bir yereyde değildi. Belki de Gal halkı onun tutkun olduğu eski sadelik ve imgelem enginliğini geri getirecek. Simgeler ve um ulanlar yoluyla ruh durum larını dile getirmek değilse yazın nedir? Dile getirmek için cennete, cehennem e, arafa ve peri diyarına köhnemiş yeryüzü kadar gereksinen ruh durumları yok m udur? Peki cennet, cehennem , araf ve peri diyarını bir araya getirmeye, hatta canavar başlarını insan bedenlerine yerleştirmeye ya da kayaların yüreğini insan ruhuyla doldurmaya cüret edecek kimseler olmadıkça dile gelmeyecek ruh durum ları yok m udur? Haydi yürüyelim, masal anlatıcıları, yüreğin özlediği yem her ne ise ona sarılalım ve korkmayalım. H er şey canlı, her şey gerçek, ve yeryüzü ayaklarımız altındaki yıkıntı sadece. 18 İ N A N Ç V E İ N A N Ç S I Z L I K Batıdaki kasabalarda bile bazı kuşkucular vardır. Geçen N oel bir kadın bana ne cehennem e ne de hayaletlere inandığını söyledi.

C ehennem in insanları uysal tutabilm ek için papazların icat ettiği bir şey olduğunu düşünüyordu; ve hayaletler, diye sürdürdü, yeryüzünü istedikleri gibi arşınlamakta özgür değil; “Ama periler var,” diye ekledi, “ve küçük cüce cinler, deniz atları, ve yeryüzüne inmiş melekler.” Aynca kolunda M ohawk yerlisi biçiminde bir dövmesi olan, tümüyle aynı inanç ve inançsızlıkları paylaşan bir adamla tanıştım. İnsan her neden kuşku duyarsa duysun, perilerden kuşku duymaz, kolunda M ohawklı yerli dövmesi olan adamın da söylediği gibi, ‘onlar daha akla yatkın.’ Resmi zihniyet bile bu inançtan kaçamaz. Ben Bulben’in denize inen yamaçlarının eteklerine yakın, Grange kasabasında hizmetli olan küçük bir kız, üç yıl evvel bir gece aniden ortadan kayboldu. Kasaba sakinleri arasında büyük bir endişe belirdi, çünkü küçük kızı perilerin alıp götürdüğü söylentisi yayılmıştı. Bir kasabalının, kızı onlann elinden almak için uzun süre çabaladığı, ama sonunda periler galip gelince elinde bir süpürge sopasından başka bir şey bulamadığı söyleniyordu. Yerel em niyet amirine başvuruldu, adam bir taraftan ev ev araştırma yapmaya başlamış, bir yandan da insanlara kızın kaybolduğu düzlükteki bütün bucalaunhn (kanarya otu) yakmalarını söylemişti, çünkü bucalaun periler için kutsaldı. Bütün geceyi otlan yakmakla geçirdiler, bu arada emniyet amiri de sihirli sözcükleri yineliyordu. Sabah olunca, diye sürer öykü, küçük kız düzlükte dolaşırken bulundu. Perilerin 19 bir peri atına binerek kendisini oldukça uzağa götürdüklerini söyledi. Sonunda bir nehir görmüştü, ve onu kaçırılmaktan kurtarmaya çalışan adam bir kavkının içinde nehrin aşağılarına sürükleniyordu – peri büyüsünün karmaşası böyle bir şeydir. Yol boyunca laza eşlik edenler ona kısa bir süre içinde o kasabada ölecek olan insanların isimlerini söylemişlerdi. Belki de em niyet amiri haklıydı. İnkâr etmiş olmak için hem gerçek hem de mantıksızlığı inkâr etmektense, çokça mantıksızlığa ve biraz gerçeğe inanmak daha az kuşku doğurur, aksi halde ne adımlarımıza yol gösterecek sazdan bir kandil ne de önüm üzdeki bataklıkta oynaşan bir ışık vardır artık, ve kaçınılmaz gereksinimler biçimsiz gulyabanilerin yaşadığı büyük boşluğa sürükler yolumuzu.

H em sonra ocaklarımız ve ruhlarımızda küçük bir ateşi hep canlı tutsak ve ısınmaya gelen o kusursuz şey her ne ise, insan ya da hayalet, onu yürekten karşılasak ve gulyabanilerin kendilerine bile çok sertçe ‘defol buradan,’ dem esek, büyük bir belaya mı bulaşırız? H er şey söylenip bittiğinde, kendi mantıksızlığımızın bir başkasının gerçeğinden daha iyi olabildiğini nasıl olur da anlamayız? Çünkü bizim ocağımız ve ruhlarımızda ısıtılmıştır o, ve gerçeğin yaban arılarının içinde yuvalanıp o tatlı balı yapması için hazırdır. Dünyaya yeniden gelin yaban arıları, yaban anları!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir