Geçtiğimiz on yıl içerisinde dünya ekonomisinin alanı boyunca Chiapas’tan Chicago’ya, Prag’tan Porto Alegre’ye, Seattle’dan Sandton’a ve Güney Afrika’ya dek radikal protesto eylemleri patlak verdi. 1960’ların hareketlerinin kaybolmasından ve 1980’ler boyunca diktatörlükler deviren hareketlerin etkisiz hale getirilmesinden çok sonra ortaya çıkan bu şimdiki patlama oldukça dikkat çekici. İki dikkate değer nokta söz konusu. Birincisi, bu hareketler kesin bir anti-kapitalist karaktere sahip. İkincisi, yeni hareketler bilinçli ve gitgide artan bir şekilde çokuluslu ve kıtalararası birliktelikler üzerinden işliyorlar. Kuzeydeki çoğu gözlemci için bu özellikler, belirgin bir şekilde birbirine entegre olmuş küresel kültür ve küresel ekonominin iz bıraktığı bir dönemin sonucu olarak “küreselleşme karşıtı” hareketlerin heyecanlı yeni çağına delalet ediyor. Bu proje, sistem karşıtı hareketler diyebileceğimiz bu yeni dalga hareketlerin oldukça farklı ve tarihsel bir anlayışını sunuyor. Pek çok değişik alandaki eski çalışmalarımız, sıklıkla karşılaşılan hipotezlerden çok daha değişik bir hipotez ortaya koydu; şöyle ki, en azından birkaç yüz yıldır kapitalist dünya-ekonomisine, onun hegemonik güçlerine ve baskın jeokültürlere saldıran ve bunları istikrarsızlaştıran ardışık hareket dalgaları var olmuştur; fakat bu hareketler aynı zamanda dünya çapında yeni bir birikim stratejisinin ve siyasi düzen modelinin meşruiyetini ve kuruluşunu temin etmişlerdir. Bu perspektiften bakıldığında günümüz hareketleri, bir dünya hareket momentleri ailesi içerisinde potansiyel ayırt edici anlamlar yükleniyorlar ve bizlere alışılageldik şekilde planlananlardan oldukça farklı gelecek ihtimalleri sunuyorlar. Bu giriş yazısının amacı, kolektif argümanımızın gövdesini oluşturan dünya dönemleri çalışmaları için sahneyi hazırlamak. Bu zemin temizleme işi üç safhada gerçekleşecek. Birincisi, bu çabayı ortaya çıkaran ve süregiden araştırmamızın çerçevesini belirleyen kaygıları ve kavramsallaştırmaları ortaya koyacağım. İkincisi, araştırma basamaklarımızı ve bu sırada yaptığımız hataları ana hatlarıyla belirteceğim. Üçüncüsü, özellikle dünya hareketlerinin ve dünya ekonomisinin geleceğine odaklanan bir öncü sorular ve çıkarımlar listesinin taslağını çıkarmaya çalışacağım. Bu son öğeyi incelerken, çağdaş hareketlerin kapitalizme dünya çapında radikal biçimde karşı çıktığına ve aynı zamanda bu karşı çıkışların istikrarlı, postliberal, kapitalist bir dünya ekonomisine yol açma ihtimalinin de bulunduğuna dikkat çekeceğim. Bunu takip eden dönem çalışmalarında da açıkça göreceğiniz gibi,“sistem karşıtı hareketler” fikrinden “çağdaş hareketler” çıkarımına dek neredeyse tüm bu noktalar, araştırma üyeleri arasında hareketli tartışmalara konu olacaktır. Hareket Çalışmaları ve Hareket Anomalileri Halihazırda “küreselleşme karşıtı” hareketlerin patlama yapması yalnızca dünya çapındaki devletlere, sermayeye ve uluslararası kuruluşlara bir meydan okuma olmakla kalmadı, aynı zamanda bir kuşak önceki toplumsal hareketler çalışmalarını sorgulamaya dair esaslı bir çağrı haline geldi. Dünya ekonomisinin daha zengin bölgelerindeki düşünürlerin 1960’lardaki ve 1970’lerdeki yeni toplumsal hareketlerin nasıl olup da ileri kapitalist toplum ve devlet kurumsallığının parçaları haline geldiği sorusuna odaklandıkları sırada, hareket çalışmalarının bugünkü durumu da kısmen bu eski hareketlerin kaderiyle örtüşüyor. Bu yüzden 1980’lerdeki ve 1990’lardaki pek çok Kuzey Amerika ve Avrupa menşeli çalışma, devrimlerin ve eski ve yeni Sol’u tanımlayan şiddet içerikli protestoların yok oluşunu vurguladı ve protesto eyleminin rasyonelleştirilmesi, normalleştirilmesi ve kurumsallaştırılması üzerine odaklandı. Kuzey’deki emek mücadeleleri, insan hakları mücadeleleri, feminist siyaset ve Yeşiller hareketi ile Güney’deki milliyetçi ve ulusal kurtuluşa dönük hareketlerin devlet tarafından gündelik kurumlara ve özellikle siyasi partilere dönüştürüldüğü ve eklemlendiği anlatıldı bize. 1990’ların ortalarına gelindiğinde bu çalışmalar Kuzey Amerika’da baskın bir paradigma haline gelip “siyasi süreç” ekolünü oluşturdular. Yirminci yüzyılın ilk üçte ikilik kısmındaki radikal anti-kapitalist, ütopyacı veya materyalist hareket ve devrimler böylece düşünürler tarafından gittikçe tarihsel yapay olgular olarak görülmeye başlandı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında hareket çalışmalarının bu hat boyunca ilerlemesi, ulus-devlet kavrayışının ve birbirini tekrar eden anlatıların yerlerinin daha da sağlamlaşmasına yol açtı. Toplumsal hareketler, sonunda kendilerini de kapsayacak ulus-devletlerin oluşumuna yol açan ulusal hareketler olarak değerlendiriliyordu. Böylesi bir çerçevede hareketler arasında uzun erimli ve uluslararası nitelikte ilişkiler tasavvur etmek neredeyse imkânsızdı. Başka alanlarda olduğu gibi bu alanda da Kuzey ve Batı, Güney’e rehberlik edecek ve Üçüncü Dünya’ya geleceğini gösterecekti: Başarılı hareketler, hem araştırmacının hem de aktivistin devlet merkezli bakışını olumlayarak, bağımsızlıklarına kavuştular. Bu perspektiften bakıldığında eğer 1968 bir şok ise, en azından zenginliğin ve post-Fordist ve tüketim temelli toplumların bir sonucu olarak açıklanabilir. Bunu izleyen onyıllarda protesto eyleminin devamlı olarak kurumsallaştırılması ve normalleştirilmesi böylece, Tarrow’un etkili ifadesiyle, “toplumsal hareket toplumu”na yol açtı (Tarrow 1994: 193-98; Meyer ve Tarrow 1998: 4-6). Gösteri ve protestolar; açıkgöz kurumlar tarafından sergilenen, iyi çalışılmış, medyayla uyum içinde, şiddetsiz ve hiçbir şeyi aksatmayan hadiseler olarak sergilendi (McPhail 1991). Geçtiğimiz on yılın toplumsal hareketleri bahsettiğimiz perspektifler açısından anomaliler gösteriyor: Bu hareketler, dediğimiz gibi oldukça çatışmacı, anti-kapitalist ve devlet karşıtı hareketler olarak ortaya çıktılar. Dahası, Avrupa Birliği ve Kuzey Amerika sınırlarının dışında serpildiler ve böylece Kuzey’de geliştirilmiş modellerin daha da az uygulanabilir olmasına yol açtılar. İşçi sınıfı hareketinin saldırganlığının 1970’lerde ve 1980’lerde dünya ekonomisinin merkez alanından yarıçevre bölgelerine doğru yeniden konumlanması, Polonya’dan Brezilya’ya, Güney Kore’den Güney Afrika’ya dek pek çok yerde diktatörlüklerin devrilmesinde sendikaların rolünün gösterdiği gibi, bu akımların erken bir işaretçisi oldu. Daha yakın tarihli ve daha beklenmedik olan ise, 1980’lerde ortaya çıkan ve resmen demokratik ülkelerde bile yoksulluğa ve devlet politikalarına saldıran, ayaklanmalardan örgütlü hareketlere dek çeşitlilik gösteren eylemliliğin yükselişi oldu. Bu eylemlilik, özelleştirme ve DTÖ karşıtı protestolardan radikal toprak reformu taleplerine, kamusal taleplere (konut, gıda, elektrik, sağlık hizmetleri, su gibi), sosyal ve ırksal adalet taleplerine dek geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması’nın (NAFTA) ilk gününe kasten denk getirilerek başlatılan Zapatista isyanı, bu anomalilerin hepsini sergiledi; bunu takip eden isyan ve mitingler de yeni ve uzun bir sistem karşıtı dalganın gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu hareketlerin ivme kazanan uluslararası koordinasyonu, genel geçer paradigmalar açısından daha da önemli anomaliler sergiliyor. Chiapas gibi spesifik yerellikler için küresel destek sağlamak amacıyla internetin kullanılması; Seattle, Cenova, Prag, Sandton ve Cenevre gibi uluslararası protesto eylemlerinin örgütlenmesi; yerli hareketlerini, toprak hareketlerini, savaş tazminatı hareketlerini, kadın ve çevre hareketlerini birbirine bağlayan dünya çapında ağlar oluşması; Porto Alegre’de Dünya Sosyal Forumu’nun ve başka yerlerde bölgesel forumların toplanması, bu tür bağlantıların bolluğunun göstergeleri. Bu hareketlerin devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinden uzaklıkları Chiapas’ta ve Dünya Sosyal Forumu’ndan siyasi partilerin ihraç edilmesinde oldukça belirgin; bu durum eski tip hareketlerin ve hareket araştırmalarının devlet merkezli çalışmalarından ve kurumsallaşma eğilimlerinden kesin bir ayrılışı işaret ediyor. Kısacası; ulusal, normatif ve kurumsallaşmış hareketler ve örgütlere odaklanan modellerin kapsayabileceği hareket sayısı günden güne azalıyor. Yıkıcı, kurumsallaşmamış ve çokuluslu hareketleri içerebilmek için baskın ulus-devlet modelleri geliştirme çabaları epeyce arttı, ama en fazla kısmi başarı elde edebiliyorlar (McCarthy 1997; Tarrow 2002). Yeni Bir Küresel Çağ ve Yeni Küresel Hareketler mi? Pek çokları için bu normal dışı fenomen yeni bir çağın habercisi ve ekonomik ve enformasyonel küreselleşmenin etkisinin bir işaretçisi. Aslında küreselleşme bizim zamanımızda dillere pelesenk bir sözcük oldu. Anthony Giddens (1990: 64) küreselleşmeyi, “dünya çapındaki uzak yerellikleri birbiriyle belli bir biçimde ilişkilendiren sosyal ilişkilerin yoğunlaşması ve yerel olayların millerce uzakta olup biten olaylar tarafından şekillenmesi” olarak tanımlamıştı. Bir o kadar bilindik bir vurgu da uzam-zaman sıkışması ve küresel farkındalık vurgusudur. Bu vurgu, Roland Robertson’un erken bir tanımında küreselleşmeyi, “dünyanın sıkıştırılması ve bir bütün olarak farkındalığının kuvvetlendirilmesi” olarak ifade edişinde belirgindir (1992: 8, vurgu benim). Bu tanımların ortaklaştıkları nokta, ekonomik ve teknolojik temelli oluşları; finans, ticaret, teknoloji ve özellikle kültürün küresel akışı ve koordinasyonuna işaret edişleridir. Medya ve enformasyon teknolojilerini vurgulayanların çoğunun odak noktası ise küresel bir kültürün, çoklu diasporaların ve yeni bir kozmopolitanizmin ortaya çıkışı. Bu akışlarla yüzleşen modern çağın sınırları ve egemenlik bölgeleri manidar bir şekilde çöküyor ve devletler, okyanuslar ve kıtalar yerlerini, bir ağla birbirine bağlı fakat hâlâ farklılıklarını koruyan dünya çapında bir kültür ve ekonomiye bırakıyorlar. Ekonomik küreselleşme ve toplumsal hareketleri ilişkilendiren birçok analize bakıldığında “küreselleşmenin” modern toplumsal hareketler çalışmalarına getirdiği zorluklar görülecektir. Küresel sistem teorisyeni Leslie Sklair’in 1990’ların ortasında bir yazısında belirttiği gibi, “Küresel kapitalizme karşı, eğer olduysa, pek az başarılı hareket örneği oldu ki, bu pek de şaşırtıcı değildir. Charles Tilly ve başkalarının da belirttiği gibi, toplumsal hareketlerin pek çoğu ulus-devletle ilişki halinde ortaya çıktı. Eğer gerçekten bir küresel kapitalizm çağına giriyorsak, bunun değişmesini beklemeliyiz” (1995: 3). 1990’ların sonuna gelindiğinde yeni bir çalışmalar silsilesi, kapitalizmin yeni küresel safhası ile toplumsal hareketleri ilişkilendirmeye başladı. Castells’in (1997) çalışmasında olduğu gibi, küresel ağlarla birbirine bağlı toplum ve hareketlerin ortaya çıkışını; ya da Hardt ve Negri’nin (2000) çalışmasında olduğu gibi, imparatorluğun ve yeni hareketlerin sınırlarından arınmış yeni biçiminin ortaya çıkışını vurgulayan analizlerin etkisi bunun örnekleridir. Hardt ve Negri’nin kuvvetle ve yaratıcı bir biçimde yazıya döktükleri gibi, “Ekonomik ve kültürel değişimlerin karşı konulamaz ve geri çevrilemez küreselleşmesine tanık olduk. Küresel piyasa ve küresel üretim döngülerinin yanı sıra yeni bir küresel düzen, yeni bir mantık ve yönetim yapısı −kısaca yeni bir egemenlik biçimi− ortaya çıktı. İmparatorluk, bu küresel değişimleri etkili bir biçimde düzenleyen siyasi öznedir, dünyaya hükmeden egemen güçtür” (2000: xi). “İmparatorluk”, geçmişteki proleter mücadeleleri ve uluslararası mücadeleler tarafından davet edilmişti, ama Hardt ve Negri’ye göre bugünün hareketleri imparatorluğa karşı bir tehdit oluşturabilmek için birleşmek konusunda hâlâ yetersiz, bağlantısız ve yerel kalıyorlar (2000: 55-58). Arrighi’nin İmparatorluk (2000) üzerine yazdığı eleştirisinde (2002) dikkat çektiği gibi, yeni bir merkezsizleşmiş ve bölgesizleşmiş imparatorluk ve kozmopolitanizm çağına girdiğimizi anlatmak için maddi kanıtlardan çok metaforlar kullanılıyor. Örneğin, pek çok göstergeye göre on dokuzuncu yüzyıl sonunda dünya çapındaki meta, göç ve sermaye akışı yirminci yüzyıl sonundakinden daha fazlaydı. Bu yüzden Arrighi ve Silver (1999: 8-9) küreselleşmenin maskesini düşürmeye çalışan Hirst ve Thompson’ı (1996) onaylayarak onlardan şu alıntıyı yapıyorlar: “Eğer küreselleşme teorisyenleri, dünyanın çeşitli bölgelerinin, gerçek zamanlı bilgiyi birbirleriyle paylaşan pazarlar tarafından birbirine bağlandığı bir ekonomiye sahip olduğumuzu anlatmaya çalışıyorlarsa, bu 1970’lerde değil 1870’lerde başladı.” Wallerstein (1976) gibi başkaları da çokuluslu şirketler ve ulusötesi akışlar tarafından birbirine bağlanmış bir küresel piyasa fikrini en azından Hollanda hegemonyası dönemine kadar götürüyorlar. Diğer bir yandan başka isimler de küreselleşmeyi daha erken dönemlere ve rekabet halindeki Asya dünya ekonomilerine götürüyorlar (Abu-Lughod 1989, Frank 1998). Göz ardı edilmesi daha zor olan başka bir grup ise, özellikle NGO’lar gibi sivil toplum kuruluşları ve toplumsal hareketler yoluyla işlev gören yeni küresel eylem ağlarının oluşumunu vurgulayan daha somut çalışmalar (ör. Keck ve Sikkink 1998; O’Brien vd. 2000). Birbirine bağlı yeni toplumsal hareketler çağına dair bu görüş ve özellikle ağ halindeki hareketlerin örgütlü bir dünya toplumu içerisinde yükselişiyle ampirik olarak ilgilenen çalışmalar oldukça güçlü. Fakat her ne kadar yeni bir çağ ilan ediliyor olsa da, küreselleşme nosyonu genellikle geçmişin kavramlarıyla ele alınmaya devam ediyor. Globalizations and Social Movements’ın editörleri, yazdıkları girişte “Küreselleşme… öncelikli olarak Batı-dışı dünyanın ‘modernleştirilmesi’ anlamına gelir,” diyorlar (Guidry vd. 2000: 4). Bu yüzden, “Üçüncü Dünya”da ilk defa olarak koordine bir küresel eylemin protesto eylemi olarak ortaya çıkışını vurgulayan bu çalışmaların çoğunluğu, bu eylemlerin moderniteyi açığa çıkardığını ve nihayetinde Kuzey’deki hareketlerle bağlantılı olduğunu ifade ederler. Bir yandan küreselleşmenin ve küresel toplumsal hareketlerin insanlık tarihinde bir yarılma olması beklenirken, diğer yandan bu fikirler her şeye rağmen büyük oranda “modern” Batı devletleri modeline ve deneyimine dayanan ve ulusal hareketlerden küresel bir harekete doğru safhalar içeren aşamalı bir anlayışa ısrarla bağlı görünüyorlar. Dünya tarihini bilenler için, bu bakış öngörü yoksunu bir bakıştır: Kölelik karşıtı harekete, işçi sınıfı hareketine, sömürge karşıtı, milliyetçi veya savaş karşıtı hareketlere bakıldığında görülebileceği gibi, kıtalararası hareketlerin tarihi aslında epeyce uzun bir tarihe sahiptir. Benzer bir şekilde; DTÖ karşıtı, yapısal reform karşıtı, küreselleşme karşıtı, uygunsuz çalışma şartları karşıtı protestolar şeklinde vücut bulan radikal anti-kapitalist eylem de pek yeni sayılmaz. Elbette tüm bu saydıklarımız 1968 sonrasında toplumsal hareketlerin, sınırları belli ulus-devletler içerisinde nihai kurumsallaşmaya vardıkları tezine kafa tutuyor. Ama uzun vadeli bir perspektiften baktığımızda çağdaş hareketler fenomeni bizleri şaşırtmamalı. Ciddi bir şekilde anlamamız gereken ve karar vermek için çok az donanıma sahip olduğumuz konu, bugünkü toplumsal hareketlerin bir bütün olarak kapitalist dünya ekonomisi için bir tehdit oluşturup oluşturmadığı, eğer oluşturuyorsa nasıl oluşturduğu. Dünya çapındaki anti-kapitalist protestoları anlayabilmek için, basitçe, dünya-tarihine dair teorik malzemeden yoksunuz. Kavramsal araçlarımızın ve tarihsel analizlerimizin neden bu hareketler konjonktürünü anlamaya uygun olmadığı konusu burada uzunlamasına irdeleyebileceğimiz bir konu değil. Bilgi yapılarının geniş bir taramasını yaptığımızda, Dünya Savaşı sonrası perspektifleri destekleyen liberal ve kalkınmacı paradigmaların son yirmi beş yıl içinde çöktüğünü ve yerlerini dünya çapında postliberal bir belirsizliğe bıraktığını görürüz. Açık olan şey, uzun dönemler boyunca kapitalist dünya üzerinde hayat bulmuş hareketlere dair sağlam çalışmalardan yoksun olduğumuzdur. Radikal düşünürler ve dünya sistemleri düşünürleri son yirmi beş yılda, birbirini izleyen dünya-ekonomisi krizlerini ve Amerikan hegemonyasının tehlikeli çöküşünü göz önüne alarak, dikkatlerini daha çok hegemonya ve birikim meselelerine verdiler. Halihazırdaki teorik ve tarihsel düşünce dünyası da bize bu konuda pek yardımcı olabilecek durumda değil. İktisatçıların ve tarihçilerin Marx, Weber ve Schumpeter’e döndükleri bu zamanda, hareket çalışmaları yapanlar için başvurulabilecek pek az otorite mevcut ve dünya ölçeğinde hareketler üzerine daha da az çalışma mevcut. Bu yüzden, bugünkü hareketleri tarihsel şablonlara oturtmak ve gelecekteki olasılıkları kavrayabilmek için yola çıktığımızda pek çok güçlükle karşılaşıyoruz. Özünde, bugünün hareketleri geçmişteki hareketlerden farklı mı? Kapitalist dünya ekonomisine kökten tehditler yöneltiyorlar mı? Bilmiyoruz.
William G. Martin – Toplumsal Hareketler 1750-2005
PDF Kitap İndir |