Witold Gombrowicz – Bakakai

Yüzyıllardan beri sürüp giden otoritesinin Büyük Kurul’a özgü otoriteyi bile geride bıraktığı, hatta ağırlığıyla onu ezip geçtiği Büyük Kurul, portreli salonun tarihî loş ortamında toplantı halindeydi, gizli bir toplantı yapıyordu. Alacakaranlıktaki dilsiz ve sağır portreler antik çerçeve başlıklarının tepesinden önemli kişilerin görkemli yüzlerini, onlar da Şansölye ve Devlet Bakanı* nin yıpranmış, kara kuru siluetini seyrediyorlardı. Alışıldığı üzere açık seçik konuşan sıska ve etkili yaşlı adam, orada bulunan bakanları ve müsteşarlan yerlerinden kalkarak bu tarihî anı kutlamaya davet ederken sonsuz sevincini gizlemeye çalışmıyordu hiç. İşte uzun ve zahmetli görüşmelerin ardından Kral arşidüşes Christine-Ad61afde ile evlilik bağıyla birleşiyordu artık, işte sonunda saraya gelen özelkitapgrubu Kral hazretleri göründü: Başında şatafatlı, üç köşeli geniş başlığı, • • yan tarafındaki kılıcı ile I. Gnouillon Özel Muhafız Birliği generali üniformasını taşıyordu üzerinde. Bakanlar, hükümdarın önünde yerlere kadar eğilirken o kılıcını masanın üzerine, poposunu da bir koltuğa atıp, bacak bacak üstüne atarak, hin ve sabit bir bakışla meclisi süzdü. Kralın varlığı Bakanlar Kurulu’nu derhal Hükümdarlık Ku-rulu’na dönüştürüyordu, işte bu Kurul kralın açıklamasını dinlemeye koyuldu. Bunun üzerine hükümdar öncelikle genç arşidüşesle evliliğinin sonuca ulaştığını görmekten duyduğu sevinci açıkça ortaya koyduktan sonra, hepsine yüce varlığının eşsiz bir kızın aşkını kazanma umuduyla iyice güçlenen sarsılmaz güvenini dile getirdi; yine de omuzlarına yüklenmiş olan sorumlulukların ağırlığını vurgulamaktan geri durmuyordu… Bu sözlerle birlikte Kral’ın sesinde öylesine açgözlü bir şey hissedildi ki, Hükümdarlık Kurulu mutlak sessizliğin ortasında tiksintiyle ürperdi. — Sizden şunu saklayacak değiliz baylar, diye konuşuyordu Kral, yarınki şölene katılmak bizim için sıradan bir iş olmayacak… Evet, arşidüşes alteslerinin en iyi izlenimleri edinmeleri için ciddi bir gayret sarf etmemiz gerekecek. Bununla birlikte ve Hükümdarlığın iyiliği için her şeyi yapmaya hazırız, özellikle de eğer… eğer…ı-ıı.a-ıı… Açıklaması giderek mahrem konulara girerken, hükümdar anlamlı bir . biçimde parmaklarını masada tıngırdatıyordu. Artık en ufak bir kuşkuya yer yoktu. Kesinlikle bir rüşvet söz konusuydu.


evet, tepeden tırnağa çıkarcı olan bu hükümdarın şölene katılma karşılığında talep ettiği bir rüşvet! İşte Kral damdan düşercesine yakınmaya başladı: Anlıyorsunuz elbet, zor bir zamanda yaşıyoruz, insan artık iki yakasını nasıl bir araya getireceğini bilemiyor… Sonra katılırcasına güldü…tekrar güldü, Şansölye’ye suç ortağına bakar gibi gizli bir bakış fırlattı, sonra bir daha kısa bir bakış fırlatıp yeniden güldü… sonunda yine gülerek, parmağıyla yaşlı adamı yan tarafından dürttü. Tamamen donmuş gibi gelen derin sessizlik sürerken, Şansölye hükümdarının kahkahayla gülüşünü, göz kırpışını ve parmağıyla emrindeki kişiyi dürtüşünü izliyordu, ve yaşlı adamın suskunluğu, portrelerin suskunluğuyla ve duvarların suskunluğuyla kabardıkça kabarıyordu. Kraliyet kahkahası sona erdi… O zaman çelik gibi dinç yaşlı adam Kral’a selam verdi, bakanların başlan da hemen eğildi ve müsteşarlann dizleri büküldü. Sarayın gözlerden uzak bir salonunda, bütün Kurul* un birdenbire Krala verdiği bu selamın gücü korkunç görünüyordu. Ah, bu selam bu hükümdan göğsünün orta yerinden vuruyordu, kollannı bacaklannı kaskatı kesiyordu, onu kendi krallığına teslim ediyordu, öyle ki zavallı Gnouillon bu duvarlar arasında acı acı inledi ve son bir kez bir kahkaha atmayı denedi, ama gülüşü dudaklarında donup kaldı… Kesin bir sessizliğin ortasında, Kral korkmaya başladı…bu korkudan bir türlü kurtulamadığından, sonunda oradan ayrılmaya karar verdi, evet, Kurul’dan, müsteşarlardan, kendi kendisinden izin alıp ayrıldı oradan, ve üzerinde tören üniformasıyla, Kral sırtı koridorun loşluğunda yavaş yavaş kayboldu. O sırada, “Bunu ödeyeceksiniz bana, ödeyeceksiniz!” diye büyük bir bağırtı, acı olduğu kadar açgözlü bir çığlık bakanların kulaklanna kadar ulaştı. Kral çıkar çıkmaz, Şansölye görüşmeleri hemen yeniden açtı ve Büyük Kurul’u yeniden sessizlik kapladı. Şansölye sessizliğe çelik gibi bir kararlılıkla başkanlık ediyordu. Bakanlar kalkıp oturuyorlardı. Saatler geçiyordu. Ne yapmalı? Rüşvet talebinin reddedildiğini görünce hiddete kapılan Kral’ın, tam da şölen zamanı bir skandal yaratmasını nasıl önlemeli? Kralı Gnouillon’dan nasıl korumalı? -Diyelim ki bir mucize oldu ve skandal önlendi- bu sefer, bu utanç verici ve durumu yüzünden anlaşılan bu zavallı Kral, imparator kızı olan bir arşidüşesin üzerinde nasıl bir izlenim bırakacaktı? Kurul’un cevabını bilmek bile istemediği soru buydu işte, evet, bu yüce duvarlar arasında, sessiz çırpınışlarla reddettiği soru buydu. Bakanlar kalkıyorlar, sonra yerlerine oturuyorlardı… Derken, sabahın dördünde Kurul oybirliğiyle istifa ettiğinde, Devlet kadırgasının yaşlı serdümeni buna karşı çıkarak şu unutulmaz sözleri söyledi: — Yapmamız gereken şey, baylar, Kralı Krala karşı zorlamak, Kralı Kralın içine hapsetmek, Kralı Kralın içine sıkıştırmak… Öyle ya, görkem ve tarihin baskısını son kerteye kadar kullanarak, yüzyıllardır benimsenmiş ihtişam ve tören kutsallığını sonuna dek kullanarak Kralın gözünü korkutmak, işte gerçekten de sarayı skandaldan kurtarmanın tek yolu buydu. Bu düşünceyle Şansölye emirler verdi, önlemler aldı ve ertesi gün Aynalar galerisinde yapılan şölen işte bu nedenle akla gelebilecek tüm ihtişamları yansıttı, parıltıdan parıltıya, görkemden görkeme dönüşüp ışıldadı, bir çanın vuruşları gibi ihtişamın yüce, neredeyse tanrısal atmosferini oluşturdu. Törenler Bakanı ve Saray Mareşali tarafından Aynalar galerisine getirilen arşidüşes Christine-Ad61ai’de, olağanüstü şölenin yüce ve asırlardır süregelen parıltısıyla gözkapaklarını kırpıştırdı. Ölçülü etkilerinin gücünü, asırlık tarihin ağırlığını taşıyan bu ülkenin büyük isimleri yüksek rahipler sınıfının nuraylasına karışıyorlar, sarhoşluğa kapılmış din adamları ise saygın dekoltelerin saflığı içinde sendeliyorlar, dekolteler de generallerin apoletleri ve elçilerin nişan kurdelelerine kayıp kendinden geçiyorlar, bu arada uzun aynalar bu ihtişamı durmaksızın yineleyip duruyorlar ve konuşmaların mırıltısı en baş döndürücü parfümler içinde yüzüyordu… Binlerce avizenin parıltılarıyla kamaşan gözlerini kırpıştıran kral I. Gnouillon salona girer girmez, hoşgeldiniz alkışlarıyla selamlandı, kıskaca alındı… aynı zamanda orada bulunanların gösterdiği aşın dalkavukluk onu bu uğultulu karşılamadan kaçıp kurtulmaktan alıkoyuyordu ve bir anda çevresinde oluşan yaltakçılar halkası, adımlannı arşidüşese doğru… balo elbisesinin dantellerini ufak parçalar halinde kopararak gözlerine inanamayan arşidüşese doğru yöneltmeye mecbur bırakıyordu.

Kral bu muydu yani -kralı ve müstakbel eşi— çerçi kafalı, seyyar satıcı, hatta şantajcı bakışlı şu bayağı adam mıydı Kral? Ama olacak şey mi, uzun bir dalkavuk kuyruğunun ortasında tam da kendisine doğru yaklaşan şu sefil baharatçı, şanlı şerefli Kral mıydı? Kral elini tuttuğunda, arşidüşes tiksintiyle ürperdi, ama aynı anda toplann gürlemesi ve var gücüyle çalman çanların sesi boğazından, hayranlıkla karışık boğuk bir inilti çıkmasına neden oldu. Şansölye de rahatlayarak içini çekti, derken Kurul toplu halde iç çekince sesler çoğala çoğala yayıldı. Soylu, doğaötesi ve kutsal elini kraliyet kılıcının topuzunun üzerine koyan Kral, sınırsız güçlü ve kutlulaştıran diğer elini arşidüşes Christine-Adelaide’a uzatıp, onu şölen masasına doğru götürdü. Arkasmdan, nişanlarının ve apoletlerinin tüm görkemiyle parıldayan davetliler ağır adımlarla ilerleyerek eşlerini sofraya doğru götürdüler. İyi ama bu da nesi? Şansölyenin ve bakanlarının kulaklarına kadar ulaşan şu belli belirsiz, ama sinsi, incecik, hafif çınlama da ne? Kulakları yanıltıyor olmasın onları? Yoksa şu küçük sesi, şu ufacık çınlamayı gerçekten de işitiyorlar mı? Sanki biri, kendisinin dışında,…evet kendisinin dışında biri bozuk paralan şıkırdatarak… cebindeki küçük bakır paraları şıkırdatarak eğleniyordu. Ne oluyordu acaba? Asırlık ihtiyar, sert ve buz gibi bir bakışla orada bulunan herkese şöyle bir göz atıp, elçilerden birinin üzerinde durdu, ince dudaklarında bir alay kuşkusu yaratan, kolunu Frioul markisinin küçük kızı, Trabzon prensesine uzatmış olan düşman devletin tam yetkili temsilcisinin yüzünde kımıldayan tek bir kas bile yoktu… Ama işte yine o aynı ısrarlı çınlama, hafif, sinsi ama içerdiği tehlikeler bakımından yine de büyük sayılacak şu çınlama yeniden duyulmaya başladı… yüz kızartıcı bir ihanete dair önsezi, gizli bir dalavere kokusu Şansölyenin dramatik ve tarihî ruhuna nüfuz etti. Komplo mu vardı işin içinde? İhanet mi? Yeniden çalınan borular şölenin başladığım bildirdi. Bu kesin emre uyan I. Gnouillon, kaba saba koca poposunu kraliyet taburesinin kenanna koydu ve o oturur oturmaz tüm meclis aynı şekilde yerine oturdu. Sırasıyla bakanlar, generaller, yüksek din adamları ve saray erkânı oturdular. Kral, soylu elini çatala yak-Iaştınp çatalı kavradı, bir parça kızarmış eti ilk olarak ağzına götürdü ve aynı anda bakanlar, yüksek din adamlan, generaller ve saray erkânı aynı şekilde ilk lokmalannı ağızlanna götürürlerken, aynaların oluşturduğu görüntü oyunu bu hareketi durmadan yineliyordu. Korkuya kapılan Gnouillon yemek yemeyi kesti – o anda tüm meclis aynı şekilde durdu, işte şu anda yememe edimi yeme ediminden daha güçlü olarak beliriyordu… Yememeyi yanda kesmekle meşgul olan Gnouillon, bu kez maşrapasını dudaklarına götürdü, öyle ki herkes hemen gümbürtülü bir kadeh tokuşturmaya girişip maşrapasını dudaklarına kadar kaldırdı, defalarca yinelenince bu sesler patlayıp havada uçuştu, bu durumda Gnouillon kadehini telaşla masaya koydu. O anda herkes birden kadehini telaşla masaya koydu. Kral yeniden dudaklarını bardağına yapıştırdı ve bir kadeh tokuşturma daha patlak verdi. Gnouillon hemen o anda kadehini masaya koydu, sonra herkesin aym anda kadehini bıraktığını görünce, yine kendisininkini aldı ve bir kez daha, bandonun çıkardığı gürültü patırtı içinde kadehini dudaklarına götürdü; orada bulunanlar, büyük avizelerin ışıltısı altında ve alacakaranlıktaki aynalann parlak yansısıyla kadehleri göklere kadar yükseltip, krallara özgü bir yudum aldılar.

Pariiğe kapılan Kral bir yudum daha içti. Bir kez daha şu kalleş ses -alçak, belli belirsiz bir çınlama sesi, bir cepte oynatılan bozuk paranın tipik sesi- Şansölye’nin ve bütün Kunıl’un kulaklarına kadar ulaştı. Bir kez daha soylu ihtiyar, düşman diplomatın resmi ifadeli yüzüne dikkatli ve ölgün bir bakış fırlatıp, gözlerini dikti, ve bir kez daha, bu defa daha belirgin bir biçimde sinsi çınlama duyuldu. Hiç kuşkusuz Kralı ve şölenini tehlikeye atmak isteyen biri, bu kurnazlıkla hükümdarın hastalıklı açgözlülüğünü sınamaktaydı. Bir kez daha kalleş ses çınladı, bu defa öylesine belirgindi ki Gnouillon da işitti ve açgözlülük yılanının Kral’ın bayağı, bit pazarındaki işportacılara özgü suratında süründüğü görüldü. Ah yüz kızartıcı utanç! İğrenç tiksinme! Kralın kalbi aşağılıktan öylesine katılaşmış, iğrenç cimrilikle öylesine adileşmişti ki, gözünü büyük kazançlara dikmezdi hiç – yo, hayır! sadece ufacık nakit paralar için cehennemin dibine kadar yerlerde yuvarlanmaya hazırdı o. İğrenç bir şey: Rüşvetler, Kralı ufacık bir bahşişin yarısı kadar bile tatmin etmezdi; evet, köpekler için sosis neyse, onun için de bahşişler aynı şeydi! Bütün salon suskun bir bekleyiş içinde donup kaldı. Kulaklarına öylesine hoş gelen bu çok tanıdık sesi algılayan kral Gnouillon kadehini masaya koydu ve sonsuz aptallığı içinde çevresini tamamiyle unutarak, gizlice dudaklarını yaladı, en azından o bunu gizlice yaptığını sanıyordu. Krallara özgü bu dudak yalama, utançtan kıpkırmızı kesilen şölen topluluğunun suratına bir bomba gibi patladı. Arşidüşes Christine-Ad61a‘ıde ağzından çıkan tiksinti dolu çığlığı bastıramadı. Bakanların, saray erkânının, generallerin ve yüksek din adamlarının gözleri hep birden, onca zamandır devletin dümenini yıpranmış ellerinde tutan yaşlı adama doğru çevrildi. Ne yapmalı? Nasıl tepki vermeli? O anda, tarihe malolmuş adamın solgun dudakları üzerinde, kıvrımlı ve ince bir yaşlı adam dilinin yavaş yavaş gezindiği görüldü. Şansölye yalanmıştı! Devletin şansölyesi, yalanmıştı işte! Bir dakika kadar Kurul kendi şaşkınlığıyla mücadele ederek, duraksadı, kararsızlık geçirdi. Ardından bakanların dilleri dudaklarının dışında gezinmeye karar verdi, derken piskoposlarınla, konteslerinki ve markizlerinkL.ve sonunda koca şölen sofrasının bir ucundan diğerine herkes, avizelerin gizemli ışıltısı altında yalanmaya başladı, bu arada aynadaki yansıma oyunlan bu hareketi dondurucu derinliklerle kuşatarak devamlı yineliyordu.

O zaman, en ufak bir hareketi maymun gibi taklit edildiği için, hiçbir şeyi rahatça yapamadığını görüp öfkeye kapılan Kral, kalkıp masayı sertçe itti. Ama işte Şansölye de kalkıyordu o sırada, derken Şansölye’yi izleyen tüm meclis kalktı masadan. Aslında, Şansölye artık tereddüt etmiyordu, hayır, başlamıştı bir kere, inanılmaz gözüpekliğiyle bütün görgü kurallarını yerle bir eden bir karar almıştı! Artık hiçbir şeyin, genç arşidüşesten kral nişanlısının gerçek kişiliğini saklayamayacağmı anlamış olduğundan, Şansölye şöleni Hükümdarlığın saygınlığının söz konusu olduğu bir savaşın içine atmaya karar vermişti. Başka çıkar yol yok! Şölen, yalnızca Kral’m hareketlerinden uygun olanları değil, —<özellikle ve her şeyden önce— taklide izin vermeyen hareketleri de kusursuz bir biçimde taklit edip yinelemeyi kendine görev bilmeliydi. Kraliyet hareketlerini önemli hareketler haline dönüştürmenin tek yolu buydu; kraliyetin kişiliğine yapılan bu saygısızlık kesinlikle kaçınılmaz görünüyordu. Bu nedenle öfkeden sararıp solan Gnouillon yumruğunu masaya vurup iki tabağı kırdığında, hiç duraksamadan iki tane tabağı da Şansölye kırdı ve davetlilerden her biri Tann’nın emriymiş gibi iki tabağını kırarken, trompetlerin yaygarası ortalıkta patladı! Alt ediyordu işte, şölen Kralı alt ediyordu! Çaresiz kalan hükümdar hareketsiz kalmak üzere yerine oturduğu sırada, şölen en ufak bir hareketini kol-luyordu. Terk edilen şölenin buharları arasında inanılmaz, tam anlamıyla düşsel bir şeyler doğup ölmekteydi. Kral sofranın en yüksek köşesindeki şeref yerinden fırlayıp kalktı! Şölen davetlileri aynı şekilde yerlerinden fırladı! Kral birkaç adım attı -davetliler onu taklit ettiler. Kral salonda amaçsızca dolaştı —davetliler hemen onu taklit ettiler. Düzenli ve sürekli dönüp durmalarının başdöndürücü dairesel hareketleri öylesine aşın bir fır dönme noktasına ulaştı ki, ani bir baş dönmesine tutulan, ama esaslı bir bağırtı kopartan Gnouillon, gözleri kan çanağına dönmüş olarak genç arşidüşesin üzerine atıldı ve başka çare bulamayınca, bütün saray erkânının gözü önünde düzenli aralıklarla kadının boğazını sıkmaya koyuldu! Devletin serdümeni bir dakika duraksamadan, yakınındaki ilk kadının üzerine atılıp boğazlamaya hazırlandı, o sırada bütün davetliler yüce örneği izliyordu -işte böylece ayna oyunlanyla kat kat artan olağanüstü boğazlama her bir köşede arttıkça artıyor, çoğaldıkça çoğalıyor, çoğalıyordu- boğazlanan kadınlann son hırıltısına dek… O sırada artık şölen, onu hâlâ normal dünyaya bağlayan son bağlan koparmaktaydı, şölen gemi azıya almıştı. Ölen genç arşidüşes yere doğru kaydı. Aynı şekilde boğazlanan sarayın kadınlan ardı arkasına yere kaydı. O zaman aynalarla kat kat artan mutlak sessizlik içindeki iğrenç hareketsizlik giderek arttıkça arttı… Artıyordu, arttıkça artıyordu ve sonsuzluklar arasında, sessizliğin kıyışız oky an uslan arasında çoğalıyordu hareketsizlik; sınırsız hareketsizlik, yeryüzüne inince ağırlığını hissettiren ve tam bir hüküm süren hareketsizliğin tam özü… Birden Gnouillon fırladı. Söze sığmaz bir paniğe kapılmış halde hareketler yaparak, iki eliyle kıçını tutup daha fazla düşünmeden oraya, kapıya doğru koşarak, bütün bu aşın krallığı arkasında, çok uzaklarda bırakma telaşıyla kaçmaya başladı. Davetliler fark ettiler ki Kral, Kralları kaçmaktaydı — kısa bir an sonra Kral gerçekten de kaçmış olacaktı! Taş kesmiş olarak sahneyi seyrettiler, çünkü bir kralı -Kralı- durdurma haklan yoktu…Kaba güçle Kralı tutmaya kim cüret edebilirdi ki? — İzleyelim onu! diye gürledi yaşlı adam.

İzleyelim onu! Haydi! Akşamın hoş kokulan Şato meydanına akın eden soyluların ya-naklannı serinletti. Kral mı? Kral, peşindeki yirmi adım kadar arkasından gelen Şansölye, onun da arkasındaki nefes nefese kalmış şölen ve balo davetlileriyle şosenin ortasında koşuyordu. Görüyor musunuz, olağanüstü gücünün içinde kendini bir kez daha gösteren bu olağanüstü devlet adamının sınırsız dehasına bakın! Evet, çünkü işte KRALIN UTANÇ VERİCİ KAÇIŞI BİR SALDIRI GİRİŞİMİ HALİNİ ALIYOR, ve ACABA KRAL KAÇMAKTA MIDIR YOKSA ŞÖLENİNİN BAŞINDA DOSDOĞRU İLERİYE DOĞRU ATILMIŞ MIDIR, artık bunu bilmek imkânsız! Ey sizler, elçilerin nişanları ve nişan kurdeleleri, ey menekşe rengi dinsel giysiler, yüksek rütbeli papazların lâl rengi cüppeleri, bakanların siyah giysileri, ey bu çılgın koşunun rüzgârlarında şaklayan eşsiz balo elbiseleri! Ey onca büyük senyörün olağanüstü hızla, dört nala giden güçlü koşusu! Halk tabakasının gözleri hiç, ama hiç böylesi bir gösteriye tanık olmamıştı. Koca arazilerin mirasçıları, en ünlü ailelerin değerli üyeleri, işte hepsi kurmay subaylarının yanlarında koşup duruyorlar, bunların dört nala koşuşlan tam yetkili bakanların koşuşmalarına, mareşallere, mabeyincilere ve saray hanımlarının en seçkinine katılıyor -herkesin hızı hız! Ey koşu, mareşallerin ve mabeyincilerin olağanüstü koşusu, ey bozgun, gecenin karanlığı ortasında, parıldayan sokak lambalarının altında, gökkubbenin altında çılgın topaçlar gibi fırlatılmış bakanların ve elçilerin kaçışmaları! Şatodan bir top tufanının gürlemesi işitildi. Ve kral göreve atıldı! Kral saldırdı! Ünlü süvari birliğinin başında olağanüstü saldıran olağanüstü Kral gecenin karanlığında olağanüstü yuvarlandı! 1946 Zengin ve rahat, sağlam bir konumu olan bu bö/genin tehlikeli adamı, çevrede Houligan adıyla herkesçe tan man, mert, şakacı bir haydut ve utanmak nedir bilmez bir eşkıyaydı. Geniş bir ovanın tam ortasında, tarlada dünyaya gelmiş olan bu haydut dere tepe aşarak, korular, çaylar, bozkırlar ve ormanlar aşarak rastgele büyümüştü, ve hiçbir zaman bir çatı altında uyumazdı, bu da sonunda onun geniş ve sağlam bir beden yapısına ve taşkın mizacının yanında, bir o kadar da geniş bir ruha sahip olmasını sağlamıştı. Evet, içten olduğu kadar engin bir yaratıktı; köşe bucağa, daracık sokaklara dayanamayan, ama bol bol içki içmeyi seven ve her hareketi geniş ve gözüpek olan biri. Haydut Houligan ufak, dar ve sı- F2ÖN/Bakaküî 17 radan olan her şeyden, örneğin yankesicilik gibi şeylerden nefret ederdi, ve birini çimdiklemekle dövmek arasında bir seçim hakkı olduğunda, döverdi adamakıllı, öyle gevşek gevşek de değil; sonra geniş ve iriyan haliyle avazı çıktığı kadar ve ciğerlerini şişire şişire şarkı söyleyerek ovadan aşağı inerdi: “Hey-ha! hey-ha! hey!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir