Zülfü Livaneli – Gölgeler

Konstantiniyye Oteli’ni yazarken bunun hem dünyada az da olsa örnekleri bulunan bir senfonik roman hem de bir şehrengiz olmasına çalışmıştım. Özellikle, şehirdeki olayları ve kişileri anlatan ve bizde ı8. yüzyılda doruğa çıkmış olan edebi gelenek “şehrengiz”in tekrar gündeme getirilmesiydi amacım. Öyle ya; modern romam Batı’dan aldık ama bu türün dışında çok zengin anlatı biçimlerimiz var. Şehrengiz bu geleneklerin içindeki en önemli edebi türlerimizden birisi; hatta aym tarzda eser veren Aldous Huxley (Ses Sese Karşı) ve John Dos Passos’tan (Manhattan Transfer) daha etkileyici diyebilirim. Dizeler biçiminde yazılan şehrengizin unutulması, edebi dünyamızdan çıkması çok yazık. 7 Roman, okumuş olanların bileceği gibi Konstantiniyye adlı yedi yıldızlı bir otelin açılış gecesindeki görkemli daveti anlatıyor. Magazin dilinin “Bütün İstanbul oradaydı” diye haberleştireceği biçimde İstanbul “yüksek sosyete”si eleştirel bir dille anlatılırken, “Edebi ve Ebedi Gölgeler” başlıklı bölümde de bugün hayatta olmayan şair ve yazarlarımıza bir saygı duruşunda bulunuluyor. Elinizdeki kitap bu b ölümün genişletilmiş, gözden geçirilmiş ve sevgili editörüm Aslı Güneş’in katkılarıyla zenginleştirilmiş hali. Aykut Aydoğdu’nun nefes kesici resimleri ise kitabın saygı duruşu boyutunu bir kez daha vurguluyor. Edebi geleneğimizde çeşitli nedenlerle “müstear isim” kullanmak, kimliğini gizleyerek başka bir adla yazmak hemen hemen bütün yazar ve şairlerin başvurduğu bir yöntem. Padişahlardan halk ozanlarına kadar “müstear” ve “mahlas” kullanmayan edip yok gibi. Padişahlar için geçerli olmasa bile yazının baskı altında tutulduğu ve yazanın başı8 na çeşitli belalar açtığı bir ülkede siyasi nedenlerle takma ad altında yazmak, bazen de para kazanmak için yapılan “iş”lerde değişik kimlikler altında gizlenmek olağan ve anlaşılabilir bir durum. Bu kitapta yazar ve şairlerimizin asıllan değil ama gölgeleri var; yani müstear isimleri. Hem varlar hem yoklar, hem ünleri çok yayılmış hem de sonsuza kadar gölge olarak kalmaya mahkumlar.


Okurlanmıza, hangi müsteann kime ait olduğunu hatırlatmak amacıyla kitabın başında bir liste sunuyoruz. Romandaki özgün bölüme göre en büyük değişiklik, yakında kaybettiğimiz değerli Ülkü Tamer adının eklenmesi oldu. Çünkü o da bu kitap yayıma hazırlanırken gitti gölgeler diyanna. Bütün bu saygın edebiyatçılanmız, kubbede hoş bir sada olmanın da ötesinde yeryüzünde silinmez bir iz bıraktılar. Bu kitapçıkla hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Ömer Zülfü Livaneli Edebi ve ebedi gölgelere dair Otelin bala salonundaki onca masanın, sandalyenin hiçbiri boş değil; bu yüzden kendilerine oturacak yer bulamadan oradan oraya gezen gariban bir grup var salonda. çoğu genç, bakımsız, yoksul ama zeki bakışlı erkekler. Biri de genç bir kadın. Birbirlerinden hiç ayrılmadan o masadan bu masaya geziyor, oturacak bir tek sandalye bile bulamıyorlar. Bırakın onları bir yere buyur etmeyi; gören, farkında olan bile yok. içlerinden ince uzun suratlı, pardösüsünün yakalarını kaldırmış biri, “Azizim” diyor ötekilere, “galiba beyhude bir gayret bi13 zimkisi, iki lokma taam edelim, iki kadeh rakı yuvarlayalım diye geldik ama vaziyet ümitsiz.” Arkadaşları başlarım sallayarak ona hak veriyor. Birçoğu zayıf, hatta sıska; kiminde eski usul fötr şapka var, kiminin yanakları çökük ve gölgeli. Biri cebinden çıkardığı patiska mendile öksürüyor. Garsonlar yanlarından fınl fırıl geçiyor ama onların farkında olmuyorlar; hatta, acayip bir şey, onları yarıp geçtikleri halde dokunduklarım hissetmiyorlar.

Süzülmüş yüzündeki ateşli gözlerinden veremli olduğu anlaşılan bir genç, “Hayaletler gibiyiz” diyor “Bizi görmüyorlar.” Arkadaşı “Ama zaten hayaletiz” diyor. “Meşhur yazarların takma adlarıyız. Takma ad, gerçek insan olur mu?” Başka biri “Burada edebiyata, şiire değer veren kimse yok galiba” diyor. “Şu masadan başka” diye karşılık veriyor öteki, üstadın masasını göstererek. “Deminden beri oradan kulağı ma kültürle ilgili konuşmalar ge14 liyor. Öteki masalar daha çok hacıağa dediğimiz cinsten.” Üstadın masasına doğru yürürken biri, “Galiba o deyim ortadan kalktı” diyor. “Artık görgüsüz zenginlere hacıağa denmiyor.” “Evet” diye cevap veriyor öteki. “Hacıağa, no uveau riche gibi bir anlatımdı, şimdi böyleleri saygı görüyorlar.” “Bizde bu Fransızca deyimin daha alası var” diyor veremli olan. Çökük yanaklı, “Neymiş o?” diye soruyor. “Sonradan görme” diye cevap veriyor müteverrim şair. “Müthiş bir anlatım bu, sonradan görme.

” Başka biri, “Açlıktan, susuzluktan anamız ağladı ama siz hala kelimeler peşindesiniz” diyerek gü1üyor. ,Diğerleri birbirinin sözünü tamamlarcasına yanıt veriyor: “1 ° . yı ama … ” “Kelimeler bizim gerçek hayatımız.” 15 “Onlar olmadan biz yokuz ki.” “O zaman kelime yiyip kelime için bakalım” diye onlara sitem ediyor öteki. Ama en ağır sözü, o ana kadar sesini çıkarmamış olan balıkçı kasketli, kazaklı genç söylüyor: “Biz gerçekten yokuz” diyor. “Görmüyor musunuz, yokuz işte. Kimse bizim farkımızda değil, görmüyorlar, duymuyorlar, birbirimize göre var olmamız hiçbir anlam ifade etmiyor, bu dünyaya göre yokuz.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir