Zülfü Livaneli – Son Ada’nın Çocukları

İ lkokula başladığım Amasya’da, iki dağ arasından akan Yeşilırmak kıyısındaki iki katlı bir evin üst katında otururduk. Babam o kentin savcısıydı. Yeşilırmak her yıl en az bir kez taşar, evin alt kapısını kaplayan sular bizi tepelerdeki tanıdık evlerine sığınmak zorunda bırakırdı. Nehrin öte yakasındaki dağla ilgili güzel bir masal anlatılır, Ferhat adlı delikanlının, sevdalısı Şirin’e kavuşabilmek için o dağı deldiği söylenirdi. Ben de meraklı bir çocuk gözüyle taşan nehre, dağa, taş köprülere şaşkınlıkla bakar dururdum. Benim için bir masal kentiydi Amasya. Okuma yazmayı bu kentte öğrendim ve daha büyük bir masal, hikâye dünyası gözümün önüne serildi. O tarihten bu yana da kapıldığım edebiyat büyüsü, gücünden hiçbir şey yitirmeden sürüp gidiyor. ilkokulun birinci sınıfında, okumayı yeni yeni sökmeye başladığım dönemde evimize, üzerinde adımın yazdığı paketlerle üç dergi geliyordu. Babam beni okuma yazmaya yönlendirmek için üç çocuk dergisine abone yapmıştı. Dergilerin geleceği günleri heyecanla bekliyor, postacının getirdiği derginin üstüne yapıştırılmış Ömer Zülfü Livaneli adına şaşkınlıkla bakıyordum. O dergileri okurken zevkten başım dönüyordu, başka dünyalara gidiyordum. Bir süre sonra bu dergilere çocuk kitapları eklendi. Derken okuma serüvenim gençlik romanlarıyla taçlandı. Bugün bile o romanları zaman zaman elime alır zevkle okurum.


Bizim çocukluk dönemimizde televizyon, bilgisayar ve video oyunları yoktu. Arada sırada gidilen sinema dışında en büyük eğlencemiz kitapların sunduğu olağanüstü serüvenlerdi. O öyküleri kendimiz, zihnimizde görselleştirir, deyim yerindeyse her öykü için kendi düşsel filmimizi yaratırdık. Bugün de kitapların, yaratıcılığı geliştirmekte böyle önemli bir rol oynadığını, düş gücümüzü daha zengin kıldığına inanıyorum. Son Ada’nın Çocukları’nın oluşmasında katkılarını esirgemeyen Senem Kale, Canan Barış ve Doğan Egmont çalışanlarına teşekkür ederken, bu kitabı okurken alacağınız zevkin, en az benim masal kentimdekiler kadar büyük olmasını diliyorum. Ömer Zülfü Livaneli p -yáí a; -r …. J S « bir gün çıkıp gelene kadar, dünya üzerinV»xdeki en güzel adada, neşeyle yaşayıp gidiyorduk. Adamız öyle güzeldi ki varlığını herkesten saklıyorduk. Adamızı anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Şimdi size bu küçük adanın yemyeşil çam ormanlarından, doğal bir akvaryum gibi olan masmavi denizinden, rengârenk balıkların seyredildiği güzel koylarından, sürekli uçan bembeyaz martılarından söz etsem, eminim ki gözünüzde ancak basit bir manzara resmi canlandırabileceğim. Oysaki adamızın eşi benzeri yoktu, sanki büyülü bir yerdi. Adamız, bütün anakaralara uzaktı. Geceleri mis gibi yasemin kokularına bürünür, yaz-kış aynı ıı Zülfü Livaneli ılıman iklimle sarmalanırdı. Ağaçların arasına saklanmış kırk eviyle kendine yeten başlı başına bir dünyaydı burası. Adanın muhteşem doğasında küçük sürprizler gizliydi.

Sabahları denizin üstündeki bembeyaz sisi, akşamüstü çıkan hafif rüzgârın fısıltısını, martı çığlıklarını nasıl anlatmalı? Ya her sabah sislerle sarılmış ve havada asılıymış gibi duran ikiz adanın büyülü görüntüsünü? Ya iki tarafı ağaçlıklı toprak yolun tepesinde buluşup birbirine girmiş olan dalların yarattığı eşsiz gölgeliği? Ya denize dalıp çıkarak avlanan martıları? Ya evlerimizi saran mor begonvilleri, akşamsefalarını?. Ben henüz çok genç bir yazar olduğum için bunları anlatmaya kelimelerim yetmiyor. Aslına bakarsanız bu hikâyeyi size yazar dayım anlatmalıydı ama o benim yazmamı istedi. Dayım bütün bunları kim bilir ne kadar zengin ve sürükleyici bir dille iletirdi size. O benim aynı zamanda ustamdır da. Bana sürekli kitaplar önerir ve nasıl iyi hikâye yazılacağını öğretir. Biliyor musunuz, dayım babamla üniversitede tanışmış ve çok yakın arkadaş olmuşlar. Okuldan mezun olduktan sonra bir gün, dayımın çağrısıy12 Son Ada’nın Çocukları la babamın yolu bu adaya düşmüş. Dayım biricik kız kardeşini yani annemi babamla işte burada tanıştırmış. Babam annemi ilk gördüğü an âşık olmuş. Üçü o kadar iyi anlaşırlardı ki, ne zaman vakit bulsalar bol kahkahalı uzun sohbetlere dalarlardı. Onları dinlemek bana öyle huzur verirdi ki, bu satırları yazarken bile sesleri kulağımda çınlıyor. Neyse, konumuza dönelim, ne diyordum; adamız öyle güzeldi ki, adada yaşayan büyükler eskiden hiçbir şeyin anlatılmasını istemiyor ve adamızı bir sır gibi gizliyorlarmış. Çünkü çevre kirliliğinin, fakirliğin ve savaşların arttığı ülkemizde, böyle tertemiz bir doğada bolluk içinde, sevgi dolu insanların yaşadığı bir yerin varlığının bilinmesi pek işlerine gelmiyormuş.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir