Ercan Kesal – Öyküler

Hekimlik başka mesleğe benzemez. Anadolu insanı “Hekime ayıp yoktur” der. Hasta, kapıdan içeri girer ve tüm çıplaklığıyla anlatıverir her şeyi size. Kocasına ya da karısına dahi göstermediği en mahrem yerini açıverir. Kimselere söyleyemediği bir sırrı, hiç çekinmeksizin, sıradan bir şeyden söz eder gibi anlatır. Öylece kalırsınız, artık onun sırdaşı, arkadaşı, akrabası olur çıkarsınız. Sıradan bir günde karın ağrısı şikâyetiyle gelen çelimsiz, saz benizli, küçücük bir kadını muayene etmek için divana yatırdığınızda, karnını kalın bir bez kuşakla defalarca sarıp, sıkıştırarak hamileliğini gizlemeye çalıştığını ama artık o gün doğumun başladığını görürsünüz. Kuzeni olan bıçkın taksici biraz da zorla ilişkiye girmiş ve küçük kadın dokuz ay boyunca karnını sıkıca sardığı kuşaklarla hamilelikle baş etmeye çalışmıştır. Siz olsanız ne yaparsınız? Divanda ince, küçük elleriyle bileğinize yapışıp: “Kurbanın oluyum doktor bey, abim dışarıda oturuyor, ona bi şey söyleme, beni öldürür” dediğinde, siz çoktan, sonucunu kestiremeyeceğiniz hikâyenin bir parçası olmuşsunuzdur. Hikayenin sonu: Bebek oğlan oldu, doğumu gizlice tıp merkezinin ebesine, ebenin evinde yaptırdım. Kız ve abisi memleketlerine gittiler. Gerisini bilmiyorum. Bildiğim bir şey var: Ebe hanıma şart koşmuştum, oğlanın adını “Ercan” koydurdum. Kara gözlü, süt kokulu masum bir oğlanın, çok bahtsız ve hiç adil olmayan bir başlangıç yaptığı hayat yolculuğunda ona ismimden başka verecek hiçbir şeyim yoktu.  Tıp merkezinde taze bir pazartesi günü.


Çıtır beyaz önlüğünüzle kapıdan girecek yeni hastanızı bekliyorsunuz. Kapı açılır. Ucuz takım elbisesinin içinde ufalıp, kaybolmuş bir taze damat girer. Belli ki uykusuz bir gece geçirmiş. Pantolonun bir paçası çorabın içinde, farkında değil. Hemen yanında ‘gelin çantasını’ kınalı elleriyle sıkıca kavramış bir genç kadın. Onları sabah sabah size getirense, kliniğin alt katındaki ayakkabıcı amcaları. Amcanın derdi, ‘kanlı çarşaf’. Cumartesi gününden beri istenen olmamış. Sebep ‘vaginismus’. Kimsenin beklemeye tahammülü yok. Önce taze damada anlatırsınız, eşine nasıl yaklaşacağını, onu nasıl soyacağını, nasıl öpeceğini, özenle kelimeleri seçerek. Sonra gelin kıza. İşin tuhafı onlara tarif ettiğiniz “ideal ilişki”yi anlatırken bu kez kendi ilişki biçiminizle yüzleşir ve kendinizden utanırsınız. Uzun yıllar cezaevinde kalmış bir arkadaşınız, işadamı kimliğiyle hayatı yeni baştan kurmaya çalışmaktadır.

Bir kadına âşık olmuştur, ama kocası olan. Kadının eşi de benzer şeyler yaşamış başka bir kaybeden. Gizli bir ilişki başlar. Bir süre sonra kadın hamile kalır ve doğurur. Kadın, arkadaşınıza çocuğun babasının o olduğunu söyler. Arkadaşınız için buna inanıp inanmamak arasında gidip gelen bir yolculuk başlar. DNA testi yaptırıp, bu kuşkudan kurtulmasını önerdiğinizde verdiği yanıtsa, psikolojinin insan ruhuna dair daha çok işinin olduğunun bir kanıtıdır: “Böyle daha iyi be doktor. DNA sonucunu kaldıramam ki. Çocuk büyüdükçe ve çehresi değiştikçe sürekli kendime benzetiyorum. Sanki onu her gördüğümde kendimi de, onu da yeniden keşfediyorum. Acayip bir duygu bu, böyle daha iyi”.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir