Ferhan Ercan – Dinsel Siddet

Bu araştırmada temel amaç; dünya genelinde din adına uygulanmakta olan dinsel terörün nedenlerini ve kaynaklarını belirlemektir. İnanç sistemlerinin karşılaştırılması ya da herhangi bir inanç sisteminin test edilmesi gibi bir amaç güdülmemektedir. Aynı şekilde dinlerin gerekli olup olmadığı gibi bir tartışma içine girilmemiştir. Olabildiğince dinlerin ortaya çıktığı ortamlardaki toplum yapıları irdelenmeğe çalışılmıştır. Görülen o ki; tüm dinler toplumsal yapıların en bozuk olduğu süreçlerde ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle de düzenleyici işlevler üstlenmişlerdir. Ancak dinlerin statik yapıları dinamik toplumlarla sürgit bir uyum sağlanmasına olanak tanımamaktadır. Sadece ortaya çıkış sürecinde geniş kitlelerin istemlerine yanıt vermesine karşın, kurumsallaşma süreciyle birlikte statükonun korunması amaçlarına hizmet etmiştir, inançlar dâhil herşeyi kâr ve fayda rotasına oturtan egemenler, dinler konusunda da aynı tavırlarını sürdürmüşlerdir. Dinsel terörün ortaya çıktığı ortamlar, bölüşüm sorunlarının yoğun olduğu toplumsal yapılardır. Yeni Dünya Düzeni dayatmacası, genelde küresel bir paylaşım sorununu körüklerken, özelde ise; gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyük toplumsal çalkantılara neden olmuştur. Bu nedenle dinsel terörün kabarmasını yadırgamamak gerekir. Din, kendisine başkaca seçenek sunulmayan sıradan insanların son sığınağı; bu açmazın ayrımında olanların ise en etkili çıkar aracıdır. İnançlar insanlığın yumuşak karnını oluşturmaktadır. Bu gerçeğin ayırdında olan egemenler, yalınkat insanları sürekli olarak sığ alanlara sürmektedirler. Dinler siyasete, ticarete ve çıkarlara alet edilmektedir.


“Yeşil Kuşak” projesi ya da “Türk İslâm Sentezi” yaklaşımları bu savın kanıtlarıdır. Bilimsel düşünce üretenlerin düşman belletilmesi boşuna değildir. Galileo, Bruno, Bedrettin, Nesimi ve 2 Temmuz Sivas Katliamı hep aynı merkezleri işaret etmektedir. Engizisyon, Hristiyanlığın şizofrenik döneminin bir ürünü olarak insanlığın omurgasında kanlı ayak izlerini bırakmıştır. Günümüzde öteki dinlerin yeniden bir “Orta Çağ” yaşamalarının koşulları üretilmektedir. Özellikle İslâm ülkeleri bu gelişmelerden daha çok etkilenmektedirler. Afganistan, insanlığın bedeninde bitmeyen bir yara. Cezayir, kan kaybından yaşamını tehlikeye atmakta, İran’da insanlığın dramını izliyor dünya. Öteki İslâm ülkelerinde de durum hiç parlak gözükmüyor. Fakat tüm bu olumsuz gelişmelere karşın insanlar, insanlığın geçmişinden ders alarak aydınlık geleceğe giden yolun tüm engellerini ayıklayacaklarına yürekten inanmak istiyorum… Bu çalışmamın bu istemime katkı sunmasını umarak… FERHAN ERCAN 7 Ekim 1997 KOCAELİ ÇALIŞMANIN AMACI VE SINIRLARI “din kavranılmayanı kavramak, anlatılmayanı anlatmak için yapılmış bir gayret, Sonsuzluğa yönelen bir özleyiştir.” (Max Müller.) Bu araştırmanın amacı dinsel inançları nedeniyle insanların en doğal hakkı olan yaşama hakkını yok etmeye yönelen veya onu kısıtlayan baskı ve şiddet girişimleri, yani terör uygulamalarının kaynağını göstermektedir. Bunun için ilkel diye adlandırılan inanç biçimlerinden son tek tanrılı semavi dinlere kadar olan inanç sistemlerini kısaca irdeleyerek, seçmeci bir karşılaştırma yapmadan neden teröre yönelme gereğini duyduklarını saptamaya çalışmaktır. Bunun için öncelikle genel geçerli kabul edilen din tanımlarını gözden geçirerek dinlerin istem ve vaatleriyle fiili uygulamalarını irdelemeyeceğiz. Çünkü hiçbir inanç hangi gerekçeyle olursa olsun insanların yaşama hakkını ellerinden alma haklılığını kendisinde göremez ve görmemelidir.

Dinler insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak ilk insanların sistemli bir din duygusuyla dünyaya geldiklerini iddia etmek ve bu iddiayı kanıtlamak en azından günümüz koşullarında olanaksızdır. Dinler farklı topluluklarda farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle topluluğun bireyleri uydukları dini kuralları yaşam süreci içinde yaratmışlardır. Ancak unutulmaması gereken şey; din bir amaç değil, araçtır. İnsanların toplu halde, dayanışma içinde güvenle yaşayabilecekleri ortamların yaratılmasını sağlayacak bir araçtır. Günümüze dek gelinen süreçte zaman zaman inançlar araç olmaktan çıkarılarak amaca dönüştürülmüşlerdir. İşte bu uygulamalar baskı ve teröre zemin hazırlamıştır. Yaşamı yaşanabilir biçimde düzenleme iddiasında olan kurumun onu aynı gerekçelerle yok etmeye yönelmesi düşünülemez. Ortaya çıkan her yeni inanç, mevcut yapıya tepki temelinde gelişirken, eşitlikçi, adaletçi ve özgürlükçü düşünceleri temel almıştır. Bu talepler toplum yaşamı ve mutluluğu ile ilgili taleplerdir. Bu nedenle gelişim süreci içinde mevcut yapıların muhaliflerini saflarına çekerek çoğunluğun inancı haline gelebilmiştir. Bu açıdan bakıldığında insanların bir arada ve daha mutlu yaşamalarını amaçlayan inançların insan yaşamını bazı gerekçelerle yok etmeye yönelmesinin mantıklı ve tutarlı bir açıklamasının yapılamayacağı kesindir, çünkü, bu taktirde kendi savunduğu temel ilkelerle çelişir duruma düşecektir. “Din bizim kaderimize tesir eden kuvvetlere inanmak ve bu inanç sonunda onlara karşı özel davranışlarda bulunmaktır.” Bu ifade yeryüzünde yaşamış ve yaşamakta olan bütün dinlere şamil (kapsayan) bir tarif olabilir.

İnsan inanmak ihtiyacındadır. Bu onun nefsini korumak ve yaşamak içgüdülerine bağlı tabii ve fıtri bir duygusudur. “(Osman Pazarlı Din Psikolojisi. Say.31) İnanma olgusunda özgür iradeden söz etmek oldukça zor çünkü her canlı varolan bir inanç sisteminde dünyaya gelmektedir. Mevcut sistemlere karşı çıkarak kendi inanç sistemini oluşturması ise, oldukça zor görünmekledir. Günümüze dek yaşamış olan milyarlarca insandan ancak yüzlerle ifade edilen sayıda peygamber çıkmıştır. Buna kendi yorumları doğrultusunda kendi cemaatlerini oluşturabilen tarikatları da katarsak yine de çok küçük rakamlarla karşılaşırız. Ancak aynı inanç topluluğunda yer alan bireylerin de aynı şekilde önkabullere sahip olduklarını söylemek olanaksızdır. İnanmayı insanların en temel özgürlüklerinden biri olarak kabul etmek, birden fazla farklı inanç biçimlerinin de olabileceğini kabul etmek anlamına gelmektedir. Bedeni ölçüleri dikkate alınmayan bireylere aynı ölçüde giysiler giydirmek ne ölçüde anlamlı veya tutarlıdır? Bu hazır giysiler bazı bireylere uyabilir ama kimilerine dar, kimilerine de geniş gelebilir. Bir bedene dar veya geniş gelen her giysi yadsınır. Böyle olunca bireyin bu hazır giysiyi kendi bedenine göre yeniden yaptırması gerekir. İşte bu aynı din topluluğu içinde bile nüansları olabilecek inançların var olabileceğini göstermekledir. Farklılıkların var olabileceği kabul edildiğinde, bunun az veya çok olması da fark etmez.

Bu nedenle farklı bir inanca sahip olan insanların şu veya bu şekilde zorlanmaları veya onlara karşı bir terör uygulanmasının mantıklı ve tutarlı olmayacağı açıktır. Kendi inancına saygı duyulmasını isteyen her birey başkalarının farklı inançlarına da saygı duymak zorundadır. Bu araştırmada amaç inançları nedeniyle başka inanç sahiplerine terör uygulayan veya bu nedenle terör uygulamasının muhatabı olan kişi veya kesimleri uç örnekleriyle sergileyerek dinsel terörün insan haklarına olduğu gibi inanç sahiplerinin kendi amaçlarına da ters düştüğünü gösterebilmektir. Böyle bir çalışmanın temel amacı ise inançları nedeniyle insanların aşağılanamayacağı ve farklı inanç sahibi olan insanlara karşı bir dinsel terör uygulanamayacağı gerçeğini kanıtlamaktır. Aynı ülkede yaşamalarına karşın farklı inançları olan insanların kabul etmeleri gereken en temel kaçınılmaz gerçek; farklı İnançları olan insanlarla bir arada yaşamanın yollarını bulmalarının kaçınılmaz olduğu gerçeğini kabul etmeleridir. Aksi takdirde her ülkede az veya çok farklı inançtan insanların bir arada yaşadıkları toprak parçaları kan gölü olmaktan kurtulamaz. En azından bir inanç taraftarlarının kendileri dışında kalan tüm farklı inanç sahiplerini yok etmeleri gerekir. Bu ise kendilerinden olan birçok insanın da yok edileceği anlamına gelir. Böylesi bir çatışmayı hiçbir kesim göze alamaz, zaten böyle bir şeyi göze alması da gerekmez. Böyle olunca: farklı inançtan olan insanlarla bir arada yaşamanın koşullarını aramak ve yaratmak; tüm insanlara düşen en önde gelen bir görevdir. Bu görevin adı ise farklılıkları kabul ederek bir arada yaşama uzlaşısını sağlamaktan geçen laik anlayıştır. İşte bu somut gerçeği kanıtlamak için ilk çağlardan günümüze dek süregelen dinsel terörün anlamsızlığını ve gereksizliğini yaşanmış uç örneklerle gözler önüne sermektir. Ayrıca bu çalışma sınırları içinde dinsel terör uygulamasına yönelen insanların bireysel konumlarının yanı sıra neden terör eylemine başvurduklarını açıklamaya çalışmaktadır. Bütün bunların yanı sıra; din, dil, ırk, cinsiyet ve inanç farkı gözetmeksizin tüm insanların insanca yaşaması gerektiğini savunmak ve vurgulamaktır. Çünkü görüşü, inancı, ırkı, cinsiyeti ve dili ne olursa olsun; insan yaşamı tüm değerlerin üstündedir ve onun korunması tüm insanlara düşen kaçınılmaz bir insanca görevdir.

Dinlerin ve inançların bir amaç değil, insanlık yararlarına oluşturulmuş kurumların yaratılmasında bir araç olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır. Zaten bu araçlar amaca dönüştürülmediği sürece fazlaca bir sorun ortaya çıkmamaktadır. İlkel dinler insanlığın çocukluk döneminde yaşanmıştır. Bu nedenle ilkel dinlerde (totem, animizm vb.) mantıklılık veya evrensellik aramak anlamsızdır. Buna karşın Hıristiyanlığın belli bir döneminde aklın tutsak edildiğini de unutmamak gerektir. Yeri geldiğinde değinileceği gibi, dinsel sorunlar genellikle çok sorunlu olan toplumlarda ortaya çıkmaktadır: “… dinin doğuş ve üretim tarzının dönüşüm süreci arasında, ikisinin de nesnel olarak kaynaklandığı bir kesim vardır: Bunalım! Ve bunalım denen bu ortak kesitte saptanması gereken bazı ortak momentler söz konusudur: Direnme ve başkaldırma.” (Yılmaz Öner, Din Üretim Biçimleri Üstüne Tarihsel Uzlaşma. Say,25) Sorunlu toplumların dini üretmesi gibi, dinin var olduğu bir sorunlu toplum da; direnme, başkaldırı ve dinsel terörün doğurganıdır. Şimdi dinlerin içinde geliştiği ortamları irdelemeye çalışalım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir