Julia Quinn – Şahane Bir Kadının Gizli Günlüğü

Bayan Miranda Cheever, on yaşındayken o Muhteşem Güzellikten tek bir iz bile taşımıyordu. Saçları kahverengiydi – üzücü bir şekilde – gözleri de öyle. Aşırı uzun bacakları, zarafetten çok uzaktı. Annesi hep, o uzun bacaklarıyla evin etrafını arşınlayıp durduğunu söylerdi. Ne yazık ki, Miranda’nın doğduğu toplumda bayanların görünüşüne çok önem verilirdi. Daha on yaşında olduğu halde, mahalledeki diğer küçük kızların çoğuna kıyasla çirkin kabul edildiğini biliyordu. Çocuklar genellikle böyle şeyleri öteki çocuklardan bir şekilde öğrenirdi. Bu konu hakkında, Rudland Kontu ve Kontesi’nin ikiz çocukları, Leydi Olivia ile Bay Winston Bevelstoke’un on birinci doğum gününde, hiç hoş olmayan bir olay yaşanmıştı. Mirandalar’ın evi, Rudlandlar’ın Cumberland Göller Bölgesi, Ambleside dolaylarındaki, atadan kalma evlerinin bulunduğu Haverbreaks’e çok yakındı. Olivia ile Winston malikânedeyken, Miranda hep onlarla birlikte ders çalışırdı. Birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmayan bir üçlü olmuşlardı. Aynı bölgede, birçoğu yaklaşık bir saatlik mesafede oturan öteki çocuklarla oyun oynamaya pek zaman ayırmazlardı. Civardaki soyluların tüm çocukları, yılda yaklaşık on iki kez kadar, özellikle de doğum günü kutlamalarında, bir araya gelirlerdi. Leydi Rudland, bir keresinde bir leydiye hiç yakışmayacak bir çığlık atmıştı; çünkü ikizlerin bahçedeki doğum günü kutlaması yağmur yüzünden yarıda kesilince, on sekiz afacan, çamurlu ayaklarıyla oturma odasına dalmışlardı. “Yanağın çamur olmuş, Livvy,” dedi Miranda, silmek için uzanırken.


Olivia derin bir iç çekerek, “En iyisi ben banyoya gideyim. Annem beni böyle görsün istemem. Çamurdan nefret eder, ben de onun çamurdan ne çok nefret ettiğini dinlemekten nefret ederim,” dedi. “Halının her tarafı çamura bulanmışken senin yüzündeki birazcık çamuru sorun edeceğini sanmıyorum,” dedi Miranda ve bakışını, bir savaş narası ile kendini gülle gibi kanepenin üzerine fırlatan William Evans’a çevirdi. Dudaklarını bükmese, gülümsediği anlaşılacaktı. “Mobilyalar da öyle.” “Bence de, en iyisi gidip bu konuda bir şeyler yapayım.” Miranda’yı kapı aralığında bırakarak odadan dışarı çıktı. Miranda gözlemci olarak, her zamanki bulunduğu noktada bulunmaktan hoşnut bir halde bir süre olanları izledi. Sonra göz ucuyla birinin yaklaştığını gördü. “Doğum günü için Olivia’ya ne getirdin, Miranda?” Miranda dönünce, önünde Fiona Bennet’in durduğunu gördü. Pembe kuşaklı beyaz bir elbise giymişti. “Bir kitap,” diye yanıtladı Miranda. “Olivia okumayı sever. Sen ne getirdin?” Fiona, cicili bicili boyanmış, gümüş şeritle bağlı bir kutuyu havaya kaldırdı.

“Bir kurdele koleksiyonu, ipek, saten ve hatta kadife. Görmek ister misin?” “Evet, ama ambalajı bozmak istemem.” Fiona omuzlarını silkti. “Tek yapacağın şeridi dikkatlice çıkarmak. Noel zamanı bunu hep yaparım.” Şeridi kaydırarak çıkardı ve kapağı kaldırdı. Miranda nefesini tuttu. Siyah kadife kaplı kutunun içinde en az iki düzine kurdele vardı, her biri yay biçiminde kusursuzca bağlanmıştı. “Çok güzeller Fiona. Bir tanesine bakabilir miyim?” Fiona gözlerini kıstı. “Ellerimde hiç çamur yok. Gördün mü?” Miranda ellerini göstermek için havaya kaldırdı. “Tamam, peki.” Miranda uzandı ve menekşe renkli bir kurdele aldı. Saten, ellerinde baştan çıkarıcı bir yumuşaklık hissi bırakmıştı.

Kurdeleyi işveyle saçlarına götürdü. “Nasıl oldu?” Fiona gözlerini çevirdi. “Menekşe rengi sana yakışmadı, Miranda. Onun sarışınlar için olduğunu herkes bilir. Bu renk kahverenginin üzerinde neredeyse kayboluyor. Sen böyle renkleri kesinlikle kullanmamalısın.” Miranda kurdeleyi ona geri verdi. “Kahverengi saça hangi renk uyar? Yeşil mi? Annemin saçları kahverengi, ben onun yeşil kurdele taktığını görmüştüm.” “Sanırım yeşil kabul edilebilir ama o da sarı saçta daha iyi durur. Sarı saçta her şey daha iyi görünür.” Miranda, içinde bir öfke kıvılcımının yükselmekte olduğunu hissetti. “Tamam, ama Fiona, bu durumda sen ne yapacaksın bilmiyorum çünkü senin saçların da en az benimki kadar kahverengi.” Fiona öfkeyle geri çekildi. “Hayır, değil.” “Evet öyle!” “Değil işte!” Miranda öne doğru eğildi, gözlerini tehdit edercesine kısarak, “Eve gidince aynaya bir baksan iyi olur Fiona çünkü senin saçların sarı değil,” dedi.

Fiona, menekşe renkli kurdeleyi kutuya geri koydu. Kutunun kapağını çat diye kapattı. “Ama bir zamanlar sarıydı, oysa seninki hiç olmadı. En azından, benim saçlarım açık kahverengi. Herkes açık kahverenginin seninki gibi koyu kahverengiden daha iyi olduğunu bilir.” “Koyu kahverengi saçın hiçbir kötü tarafı yok!” diyerek itiraz etti Miranda. Ancak, İngiltere’nin büyük bir kısmının onunla aynı fikirde olmadığını biliyordu. “Bir de,” diye ekledi Fiona, haince, “Senin dudakların çok büyük.” Miranda’nın eli uçarcasına dudaklarına gitti. Çok güzel olmadığını, şirin bile sayılmadığını biliyordu. Yine de daha önceden kimse dudaklarıyla ilgili bir şey söylememişti. Başını kaldırıp, yılışık yılışık sırıtan kıza bakarken, “Sen de çillisin işte!” diye patladı. Fiona tokat yemiş gibi geri çekildi. “Çiller solar gider. Benimkiler de on sekizime girmeden kaybolacak.

Annem her gece onlara limon suyu sürüyor.” Küçümseyerek burnunu kıvırdı. “Ama senin ilacın yok, Miranda. Sen çirkinsin!” “Hayır, o çirkin değil!” Her iki kız da sesin geldiği tarafa dönünce Olivia’yı gördüler, banyoda işini bitirip gelmişti. “Ya Olivia,” dedi Fiona. “Yakın oturup, birlikte ders çalıştığınız için Miranda ile iyi arkadaş olduğunuzu biliyorum ama onun çok güzel olmadığını kabul etmelisin. Annem onun asla bir koca bulamayacağını söylüyor.” Olivia’nın mavi gözlerinde adeta tehlikeli bir şimşek çaktı. Rudland Kontu’nun tek kızı her zaman vefalı biri olmuştu ve Miranda onun en iyi dostuydu. “Miranda senden daha iyi bir koca bulacak, Fiona Bennet! Onun babası bir baron, seninki ise sadece bir bay.” “Güzelliği veya parası olmayan birinin, baron kızı olması fazla bir şey değiştirmez,” dedi Fiona, evde birçok kez duyduğu anlaşılan sözleri tekrar edercesine. “Miranda’da ikisi de yok.” “Sussana sen, aptal bunak inek!” diye bağırdı Olivia, ayağını yere vurarak. “Bu benim doğum günü kutlamam ve eğer kibar olamıyorsan, bırakıp gidebilirsin.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir