Dünyalar arasında, Güneş Sisteminin bir ucundan diğer ucuna, tarihi titreten bir haber dolaşıyordu. Birisi Büyük Sıçrayışı yapmıştı. Birisi geri dönmüştü. Binlerce hava limanlarındaki barlarda uzay adamları konuşuyorlardı. Sayısız şehirlerin caddelerinde halk konuşuyordu. «Birisi Büyük Sıçrayışı başarmış, birisi geri dönmüş. Şu son grup… Ballantyne’in takımı. Söylediklerine göre…» Birbirine zıt, garip, mümkün olmayan, üzücü şeyler söyleniyordu. Fakat bütün bu sözlerin arkasındaki gerçek sadece söylentilerdi ve söylentilerin arkasında derin sessizlik vardı. Öyle bir sesizlik ki, Güneş Adasının çevresindeki sessizlik gibi. Çok fazla sessizlik vardı. Haberi duyduğu zaman Arch Comyn’in dinlediği de bundan başka bir şey değildi. Söylentilerin çoğu da Pluto’nun yörüngesinden Merih’e kadar uzanan çizgi üzerinde güçlüydü ve Sessizlik Merih’in çevresinde çok daha yoğundu, Ana kapıdaki nöbetçi: — Özür dilerim. Geçi izniniz olmalı, dedi. Comyn sordu. — Ne zamandan beri? — İki haftadan beri. — Öyle mi? Cochrane Şirketine birdenbire ne oldu böyle ? — Sadece bizim şirket değil, Merih üzerindeki bütün uzay hatlarında da durum aynı. Gizli gizli yanaşan herkes bir sürü saçma soruya cevap verilmesini istiyor. Burada işiniz varsa, normal kanallardan izin almanız gerekiyor. Aksi takdirde, hiç yaklaşmayın. Comyn, kilitli ana kapının yüksekliğine ve büyüklüğüne, sonra çelik ve cam karışımı nöbetçi, kontrol kulübesine seri bir göz attı. — Pekala, dedi. Kaba davranmanız için bir sebep yok. Geriye döndü ve kiralık arabasının beklediği yere giderek, arabasına bindi. Beton yoldan dört mil kadar ilerde olan dünya yapısı şehire doğru ağır ağır gitti. Bu açık Çölde Merih’in soğuk rüzgarı hafif bir toz tabakasını havaya kaldırıyordu. Yıldızsız koyu mavi gökyüzünde görünen uzak ufuk kızıl bir renk almıştı. Comyn, biraz gittikten sonra üzerinde bulunduğu yoldan ayrılan başka bir yola saptı. Uzay limanına giden kamyonların kullandığı bir yoldu ve kamyonların giriş kapısı sol tarafında sessiz bir karaltı halinde duruyordu. Cochrane’lerin, kontrol kulesi üzerindeki dokuz-kubbeli arması bulunduğu yerden bile görülüyordu. Comyn, ana yolla kamyon kapısı arasına gelince kimseye görünmeyeceğinden emin olarak arabasını hendeğin içine sürdü ve durdu. Arabasının kapısını açık bırakarak dışarı çıktı ve tozların içine oturdu. Bu yol şirketin kamyonlarından başka vasıta tarafından kullanılmadığı için beklemekten başka çaresi yoktu. Rüzgâr, yürürken zorluk çeken yaşlı bir adam gibi inleyerek hafif hafif esiyordu. Comyn’in ayaklarının etrafına kırmızı kumlardan küçük birer yığınak meydana gelmişti. Comyn, oturduğu yerden kımıldamadan sabırla bekliyor ve düşünüyordu… «İki gün ve iki gece buradaki pis barlarda dolaştım. Kulaklarım rüzgârın sesinden başka bir şey duymuyordu. Yalnız sarhoş çocuğu dinlemişti, tabiî çocuk doğru söylüyorsa…» Yolda bir ses vardı. Şehirden gelen kamyonun üstünde Cochrane’in adı yazılıydı. Comyn, sessizce tozların üzerine uzandı. Kamyon gürleyerek geldi, Comyn’i geçti, sonra acı bir frenle durdu ve geri geri geldi. Şoför hemen yere atladı. Şoför genç, iri yan, kuvvetli bir adamdı, yüzü Merih rüzgârından yanmış bronz rengini almıştı. Yolun kenarında yatan Comyn’m üzerine doğru eğildi. Comyn, yerinren fırladı ve adamın çenesine kuvvetli bir yumruk attı. Şoför kolay kolay bayılacak insan değildi ve çok öfkeliydi. Comyn, onun öfkesini hoş görüyordu. Şoförün bayılması için ikinci, sert bir yumruk lazımdı. Comyn, şoförü arabanın arkasına çekti ve aceleyle ceplerini araştırdı. Adamın izin kâğıdı burasına kadar suçluyum ve suçumu bağışlatacak bir şeyler yapmalıyım.» Kamyonun camından uzanarak geçmekte olan bir memura seslendi. — Hastaneye nerden gidilir? Buralarda yeniyim. Memur yolu tarif ettikten sonra, Comyn, birkaç köşe döndü dar bir yola girdi. Sadece şirket personeline bakan, küçük hastaneyi buldu. Hastane tenha bir yere inşa edilmişti. Hastane binasının arka kısmında üzerinde «Teslimat Bu Kapıdan Yapılır» yazısı bulunan bir kapı vardı. Comyn, kamyonu yanaştırdı, motoru durdurdu ve yere atladı. Kapı kendisinden ancak birkaç adım ötedeydi, fakat kapıya erişmeden önce kapının önüne bir adam çıktı. Comyn gülümsedi. Midesindeki yumru birden kaybolmuştu. Neşeyle: — Merhaba dedi. Sonra içinden «Seni seviyorum, küçük adam», dedi. Ceketin altında bir tabanca bile bulunsa senden hoşlandım. Kapıda duran adam sordu. — Kamyonda ne var? Kamyonda muhtemelen bir gemiye verilecek olan bavullar vardı, ama Comyn: — Hastane için malzeme dedi. Bozulabilen malzeme. Faturası var. Gülümseyerek elini cebine soktu. Kapıdaki adam kuşkuyla: — Neden bu kadar erken geldin. Teslimat için normal saat… Comyn yumuşak sesle: — Teslim edeceğim malzeme her zaman teslim edilebilir, dedi. Hayır, ellerini yine eski yerinde tut. Cebimde bir şey var, harekete geçtiği zaman ne olduğunu anlarsın, fakat hoşuna gideceğini sanmam. Adam, birden donup kaldı, gözlerini Comyn’in sağ eline dikmişti. Dokuz değişik dünyada becerikli kimseler tarafından yapılan ve geliştirilen kanunsuz silâh çeşitlerini düşünüyordu. Düşüncelerinden hiç hoşlanmadığı yüzünün ifadesinden belliydi. Comyn: — İçeri girelim, dedi. Adam tereddüt etti. Bakışları Comyn’in bakışlarıyla karşılaştı, bu bakışların anlattığı ifadeyi çözmeye çalıştı. Sonra boğazlanan bir hayvan gibi bir ses çıkartarak arkasını döndü ve kapıyı açtı. Comyn: — Sessizce girelim, dedi. Eğer birisiyle karşılaşacak olursak benim yerime sen konuşursun. Depo odalarıyla dolu arka koridorda kimseler yoktu. Comyn, nöbetçiyi odalardan birine soktu ve kapıyı topuğu ile kapadı. — Şu silâhı alacağım, dedi. Nöbetçinin silâhını aldı. Silâh en son model şok tabancasıydı. Comyn tabancayı sağ eline geçirerek bir adım geriledi. Şimdi daha iyi dedi. Bir dakika kadar blöfüme cevap vereceğini sanmıştım. Nöbetçinin yüzü öfkesinden kıpkırmızı oldu. — Yani sende var. — Şimdi var.
Leigh Brackett – Uzayda Büyük Sıçrayış
PDF Kitap İndir |