Robert A. Heinlein – Uzayda Kaybolanlar

Çok büyük bir yıldız gemisi, kontrolsüz olarak uzayda sürükleniyordu. Millerce uzunluğundaki koridorlarıyla, konsantrik güverteleri ile atölyeleriyle, bitki ve ambarlarıyla. İçindeki hava temiz ve sıcaktı. Koridorlar aydınlatılmıştı, bitkiler yemyeşildi. Yıldız gemisinde insanlar vardı. Onlar için dünya efsaneden başka bir şey değildi. İsyan ve kanlı ayaklanmalar sonucu astrolojiden anlayan ve gemiyi idare edebilecek olanlar ölmüştü. Bunlardan bir kaç nesil sonrakiler, geminin bütün evrenler i olduğunu sanıyorlar ve bunun haricindeki bir düşünceyi kabul edemiyorlardı. Ve sonra içlerinden biri, Hugh Hoyland, gerçeği, Vanguard’ın bir yıldız gemisi olduğunu öğrendi. JORDAN VAKFI tarafından 2119 yılında hazırlanıp finanse edilen Proxima-Centauri keşif seyahati; insanoğlunun, Samanyolu’nun yakın yıldızlarına ulaşabilmek için yaptığı ilk denemedir. Onların şanssız sonlarını sadece tahmin edebiliriz…, —Franklin Buck’un, Lux Transcription Ltd. tarafından yayınlanan Modern Astrografi kitabından yukardaki satırlar alınmıştır. —«Dikkat! Bir âsi!» Bu ikaz haykırışı, Hugh Hoyland’ın tam zamanında yere eğilmesini sağladı. Yumurta büyüklüğünde bir demir parçası başının üzerinden hızla geçerek bölme duvarına çarptı. Hareketinin hızı ile Hugh’un dengesi bozuldu ve daha vücudu yere değmeden ayaklarını bölme duvarına dayayarak kendisini kuvvetle itti.


Sağ elinde bıçağı olduğu halde koridorun sonuna doğru uzun bir sıçrayış yaptı. Havada bir dönüş yaparak karşı duvara ayakları ile çarpmasını sağladı ve kavgaya hazır bir vaziyette yere indi. Koridorun bu kısmında bir dirsek vardı ve âsi ona buradan saldırmıştı. İki arkadaşı da yanma geldiler. —«Kaçtı mı?» diye Alan Mahoney sordu. —«Evet, sadece lumbar deliğinden kaçtığını görebildim. Bir kadındı, hem de dört bacaklı.» —«iki, ya da dört bacak. Artık onu yakalayamayız» diye üçüncü adam konuştu. —«İhtiyar Huff’un yanına! Kim onu yakalamak istiyor ki?» dedi Mahoney. —«Meselâ ben!» dedi Hugh. «Jordan canını alsın, eğer on santim daha aşağıya nişan almış olsaydı şimdi konvertere, diğer bir deyimle içine konan maddeleri de sonra: —«Peki delikanlı» dedi. «Önümüzde uzun bir iniş var.» Geri dönerek yukarıya çıkmış oldukları lumbar deliğine doğru gittiler. Hugh, demir merdivene hiç aldırmadan delikten atlayarak beş metre aşağıdaki öbür güverteye süzüldü.

Tyler ve Mahoney de onu izlediler. Bir kaç adım ilerdeki lumbar deliği, bir alt güverteye inişi sağlıyordu. Birbiri ardınca güverteleri inmeğe başladılar. Düzinelerle loş, sessiz ve esrarlı güverte. Her seferinde biraz daha hızlı düşüp, yere biraz daha sert çarpıyorlardı. Sonunda Mahoney itiraz etti. —«Hugh, yolun geri kalan kısmını merdivenlerden inelim. Son atlama ayağımı acıttı.» —«Bana göre hava hoş. Ama çok uzun sürer. Daha ne kadar yolumuz var? Bilen var mı?» —«Yetmiş güverte sonra çiftlik bölgesine geleceğiz» diye Tyler cevap verdi. —«Nereden biliyorsun?» diye Mahoney şüpheyle sordu. —«Saydım da ondan biliyorum, cahil herif!» —«Doğru değil. Sadece bir âlim bu kadar iyi hesap yapabilir. Okuma ve yazma öğreniyorsun diye her şeyi bileceğini mi sanıyorsun?» Hoyland kavgaya mani olmak için araya girdi.

—«Sakin ol, Alan. Belki haklıdır. Biliyorsun, bu gibi şeylerden anlar. Hem artık ağırlığımızı hissetmeye başladık.» —«Acaba bıçağımın keskin yanlarını saymak ister mi?» —«Kes dedim! Köyün dışında düello etmek yasaktır. Bu kaideyi biliyorsunuz.» Tekrar inmeye devam ettiler. Bir müddet sonra, yukardaki güvertelere göre iki misli yüksek ve aydınlık bir düzlüğe geldiler. Hava sıcak ve nemli idi. Çevrede bitkiler vardı. —«Nihayet geldik» dedi Hugh. «Fakat bu çiftliği tanımıyorum; inerken başka bir yoldan gelmiş olmalıyız.» —«Orada bir çiftçi var» dedi Tyler. Parmaklarını ağzına sokarak bir ıslık çaldı. Sonra seslendi.

«Hey, gemi arkadaşı! Neredeyiz?» Çiftçi onları ihtiyatla süzdü, sonra aksi bir tavırla ana koridora giden yolu gösterdi. İki kilometre kadar sıkı bir yürüyüşten sonra köylerinin güven verici havasına kavuştular. Köylerinin bulunduğu bölme, üç güverte yüksekliğinde ve bunun on misli genişliğinde bir alandı. Birbirlerinden ayrıldılar ve herkes kendi yerine gitti. Hugh, askeri öğrenci barakalarından kendisine ait olanına gitti. Bu barakalarda genç kadetler ailelerinden ayrı olarak oturuyorlardı. Hugh, yıkandıktan sonra amcasının evine gitti. Amcasına yardım ediyor ve buna karşılık da yemeklerini orada yiyordu. İçeri girdiği zaman teyzesi ona baktı, fakat kadın olduğu için ağzını açıp da hiç bir şey söylemedi. —«Merhaba, Hugh» diye amcası homurdandı. «Yine keşfe mi çıktın?» —«Afiyet olsun, amca. Evet, keşfe çıkmıştım.» Amcası neşeli ve kalender bir adamdı. Yeğenine sevgiyle baktı. —«Nerelere gittin ve neler buldun?» Hugh’un teyzesi odadan sessizce çıktı ve yemeğini getirdi.

Hugh, aklına teşekkür etmek bile gelmeden, yemeğe başladı. —«Yukarıya» diye bir yandan yemek yerken cevap verdi. «Hemen hemen ağırlık olmayan yere kadar tırmandık. Âsinin biri, kafatasımı kırmayı denedi.» Amcası içini çekti. —«Yukardaki koridorlarda bir gün ölümü bulacaksın, başka bir şey değil. Benim işimle daha fazla ilgilenmelisin ve her şeyi öğrenmelisin ki, ben ölünce bu işi rahatça devam ettirebilesin.» —«Hiç çevreyi merak etmiyor musun amca?» —«Ben mi? Oh, gençken çok dolaştım. Hele bir sefer, ana koridor boyunca bütün geminin çevresini dolaştım. Karanlık bölgeye de gittim ve âsilerle çarpıştım. Bu yarayı görüyor musun?» Hugh ilgisizce baktı. Kim bilir bu yarayı kaç defa görmüş, hikâyesini kaç defa dinlemişti. Geminin çevresinde bir tur! Komik şey. Halbuki o her tarafa gitmek, her şeyin sebebini öğrenmek istiyordu. Hele üst güverteler.

Eğer insanların oralara çıkmasını istememiş olsaydı, Jordan bu güverteleri yaratır mıydı? Fakat hiç bir şey söylemedi ve yemeğine devam etti. Amcası konuyu değiştirdi: —«Şahit’e gitmem lâzım. John Black, kendisine üç domuz borcum olduğunu söylüyor. Sen de gelir misin?» —«Ben mi? Hayır… yani tabii gelirim.» —«O halde çabuk ol.» Şahit, köy meydanında; kadet barakalarının karşısındaki küçük, kötü kokulu bir bölmede oturuyordu. Şahiti, bölmenin girişinde, çürük bir iskemleye oturmuş, dişlerini karıştırırken buldular. Miyop gözlü, yüzü sivilce dolu çırağı, arkasında ayakta duruyordu. —«Afiyet olsun» dedi Hugh’un amcası. —«Buyurun, Edard Hoyland. Bir iş için mi, yoksa ihtiyar bir adamla arkadaşlık etmeğe mi geldin?» —«İkisi de» diye Hugh’un amcası diplomatça cevap verdi, sonra da ziyaretinin sebebini anlattı. —«Kontrat yeteri kadar açık» dedi şahit. «John Black sana on demet yulaf vermiş ve buna karşılık da bir çift genç domuz istemiş. Domuzlar şimdi ne büyüklükte Edard Hoyland?» —«Yeteri kadar büyük. Fakat Black şimdi üç tane domuz istiyor.

» —«O halde ona söyle, kafasını musluğun altına tutsun. Şahit kararını verdi!» Yüksek sesle gülmeye başladı. İki adam bir müddet daha konuştular. Hugh’un amcası, ihtiyar adamın merakını tatmin için en son hadiselerden bahsetti. Hugh terbiyeli bir şekilde iki ihtiyarı dinliyordu. Fakat amcası gitmek için kalkınca: —«Ben biraz daha kalacağım, amca», dedi. —«Nasıl istersen. Afiyet olsun, şahit.» —«İyi günler, Edard Hoyland.» Amcası uzaklaşınca, Hugh: —«Sana bir hediye getirdim, şahit», dedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir