Philip K. Dick – Albemuth Özgür Radyosu

1932 yılının Nisan ayında, küçük bir çocuk annesi ve babasıyla beraber Oakland, California iskelesinde, San Fransisco feribotunu bekliyordu. Henüz dört yaşına basmış olan çocuk, elinde teneke kutu olan ak saçlı, sakallı, dev gibi, yaşlı ve kör bir dilenciyi fark etti. Çocuk babasından bozukluk istedi ve götürüp dilenciye verdi. Dilenci kendinden beklenmeyecek şekilde samimi bir sesle çocuğa teşekkür etti ve ona küçük bir kâğıt parçası verdi. Çocuk ne yazdığını öğrenmek için kâğıdı babasına götürdü. “Tanrıdan bahsediyor,” dedi babası. Çocuk, dilencinin aslında bir dilenci değil de dünyayı ziyaret edip insanları kontrol eden doğaüstü bir varlık olduğunu bilmiyordu. Yıllar sonra çocuk büyüdü ve bir yetişkin oldu. 1974 yılında kendini utanç, hapis, hatta ölüm gibi korkunç zorluklar içerisinde buldu. Bu işin içinden sıyrılmanın yolu gözükmüyordu. O anda doğaüstü varlık dünyaya geri döndü, adama ruhunun bir kısmını ödünç verdi ve onu zorluklardan kurtardı. Adam hiçbir zaman doğaüstü varlığın neden kendini kurtardığını anlayamadı. Koca sakallı kör dilenciyi ve ona verdiği bozuk parayı uzun zaman önce unutmuştu. Şimdi ben bu hikâyeyi anlatacağım. Kafasında dünyayı kurtarmaya çalışmak olan arkadaşım Nicholas Brady, 1928 yılında Chicago’da doğmuş fakat daha sonra Califomia’ya taşınmıştı.


Yaşamının büyük bölümünü Körfez Bölgesinde özellikle de Berkeley’de geçmişti. Şehrin tepe bölgesindeki eski evlerin önünde duran, atların kafalarına benzeyen, yuların bağlandığı metal kazıkları, feribotları karşılayan elektrikli Kırmızı Trenleri ve en çok da sisi unutmadı. Sonraları, kırklı yıllarda, sis geceleri Berkeley üzerine çökmeyi kesecekti. Berkeley, eskiden, Kırmızı Trenler ve tramvaylar zamanında çok sakin bir yerdi, elbette üniversiteyi saymazsak. Üniversite meşhur cemiyet evleri ve futbol takımıyla tanınırdı. Çocukken Nicholas Brady babası ile beraber birkaç futbol maçına gitmiş fakat hiçbir şey anlayamamıştı. Takımın şarkısını bile doğru dürüst öğrenememişti. Fakat ağaçların, sakin koruların ve Çilek Çayı’nın bulunduğu Berkeley kampüsünü çok sevmişti; özellikle de çayın lağımla karışık aktığı kanaleti. Kanalet kampüsteki en iyi şeydi. Yazın, çay sığken, içinde bir aşağı bir yukarı sürünürdü. Bir gün birkaç insan onu çağırıp kolej öğrencisi olup olmadığını sordular. O zamanlar on bir yaşındaydı. Bir keresinde ona, kırklı yıllarda kalabalıklaşarak sakinliğini yitiren ve öfkeli öğrencilerin kooperatif marketlerde konserve kutularını barikat yaparak kavga etmeleriyle harap hale gelen Berkeley’de neden yaşamayı seçtiğini sormuştum. “Kahretsin, Phil” dedi Nicholas Brady. “Berkeley benim evim.

” Berkeley’e yerleşen insanlar böyle düşünürlerdi; hatta bir hafta önce gelmiş olanlar bile. Buradan başka yer olmadığını iddia ederlerdi. Bu iddia, Telegraph Bulvarı’ndaki kafeler açılıp serbest konuşma hareketi başlayınca bir anlamda gerçekleşti. Bir gün Nicholas, kooperatif için koruda sıra beklerken,sıranın ön tarafında Mario Savio’yu gördü. Savio gülücükler dağıtarak hayranlarına el sallıyordu. Kafeteryaya PHUQUE tabelasının asıldığı gün Nicholas kampüsteydi; polisler tabelayı asan çocukları yumrukladılar. O ise, kitapçıda kitap karıştırıyordu ve bütün bunları kaçırdı. Berkeley’de uzun zaman yaşamasına rağmen, Nicholas üniversiteye sadece iki ay gitmiş ve bu, onu diğer insanlardan farklı yapmıştı. Ötekiler üniversiteye sürekli gittiler. Berke ley’in hiçbir zaman mezun olmayan profesyonel öğrencilerden oluşan bir ahalisi vardı. Nicholas’ın üniversitede yüz yüze geldiği kader, onun zamanında hâlâ güçlü olan ROTC’ydi 1 . Çocukluğunda Nicholas ilerici ya da komünist eğilimli bir çocuk yuvasına gitmişti. Onu bu okula, otuzlu yıllarda Berkeley’deki Komünist Parti’de birçok arkadaşı olan annesi yollamıştı. Daha sonraları bir Quaker 2 haline gelen Nicholas, annesiyle birlikte, Dostlar Toplantısı’nda bir Quaker gibi oturup Kutsal Ruh’un onları konuşturmasını beklerlerdi. Daha sonraları Nicholas bütün bunları, en azından Cal’a yazılıp kendisine subay giysileri ve bir M-l tüfeği verilince unutacaktı.

Bunun üzerine eski anılarıyla beraber bilinçsizliği geri geldi; tüfeğine zarar verdi ve silah söküp geri takma talimini geçemedi; üniformasını delik deşik yaptı; düşük notlar aldı; ROTC’de alınan düşük notların Cal’dan ihraç edilme anlamına geldiğini öğrendi ve bütün bu olanlar için şunu dedi: “Doğru olan neyse doğru olan odur”. Ama atılmayı beklemek yerine istifa etti. On dokuz yaşındaydı ve akademik kariyeri mahvolmuştu. Paleontolojist olmayı planlamıştı. Körfez Bölgesi’ndeki diğer bir üniversite olan Stanford fazla masraflıydı. Annesi kampüs içindeki bir binada bulunan Orman İdaresi’nde ikinci derece memurdu ve çok parası yoktu. Nicholas çalışmak zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Üniversiteden gerçekten nefret etti ve üniformasına geri dönmeyi asla planlamadı. Bir talim sırasında süpürgeyle ortaya çıkmayı ve elindekinin bir M-l tüfeği olduğu konusunda ısrar etmeyi düşünmüştü. Hiçbir zaman M-l tüfeği ile üst rütbelilerine ateş etmeyi düşünmedi ki bu olsa bile tüfeğinin ateş etme mili kayıptı. O günlerde Nicholas hâlâ gerçekle iç içeydi. Subay üniformasını geri verme sorunu, üniversite yetkililerinin dolabını açıp üniformasıyla birlikte gömleklerini de almalarıyla çözüldü. Nicholas resmi olarak askeri dünyadan ayrılmıştı; ahlaki itirazlar, protesto gösterileri düşünceleri kafasında yok oldu ve öğrencilerin Cal’a yazılmalarının moda olduğu bir dönemde o, elleri Levi’s’ının arka ceplerinde, yüzünde hüzün, yüreğinde şüphe, cebinde boş bir cüzdan ve kafasında belirsiz bir gelecekle Berkeley sokaklarında aylak aylak dolaşmaya başladı. Değişikliklerden bıkmış olan annesiyle yaşamaya devam etti. Daha gelişmemiş olan öfkesinin dışında ne bir yeteneği, ne de bir planı vardı.

Aylak aylak dolaşırken İspanya Kraliyet Ordusu Uluslararası Tugayı’nın, çoğunlukla Almanlardan oluşan komünist bir birliğin solcu marşını söylüyordu. Marş şöyleydi: Vor Madrid im Schützengraben, İn der Stunde der Gefahr, Mit den eisemen Brigaden, Sein Herz voli Hass geladen, Stand Hans, der Komissar. En çok “Yüreği nefretle doluydu” anlamındaki “Sein Herz voli Hass geladen”dizesini seviyordu. Nicholas bu dizeyi defalarca söyleyerek Berkeley Yolu’nu geçiyor, ardından Shattuck’dan aşağı devam edip Dwight Yolu’ndan yukarı çıkıyor ve uzun adımlarla Telegraph’a geri geliyordu. Hiçkimse onu fark etmiyordu, çünkü yaptığı şey o zamanlar Berkeley’de tuhaf değildi. Sık sık kot pantolon giymiş sol görüşlü öğrencilerin şarkılar söyleyerek insanları yoldan itmelerine tanık olabilirdiniz. Telegraph ve Channing’in köşesinde, University Music’in kasasının ardındaki kadın ona el salladı, çünkü plaklara göz atmak için sık sık orada oyalanırdı. İçeri girdi. “Üniforman yok,” dedi kadın. “Faşist üniversiteyi bıraktım,” dedi Nicholas, ki dediği kesinlikle doğruydu. Pat, gerçek bir müşteriye bakmak için izin istedi ve Nicholas bir Firebird Süite albümü alıp dinleme odacıklarından birisine girdi, dev bir yumurtanın açılışını gösteren resmin bulunduğu yüzü pikaba yerleştirdi. Bu ruh haline çok uygundu, her ne kadar yumurtadan ne çıkacağından emin olmasa da. Albüm kapağının üstündeki resim sadece bir yumurtayı gösteriyordu ve mızraklı birisinin yumurtayı kıracağı açıktı. Daha sonra Pat dinleme odacığının kapısını açtı ve Nicholas’ın durumu hakkında konuştular. “Belki Herb seni işe alır,” dedi Pat.

“Her zaman mağazadasın, bulunan malları biliyor ve klasik müzikten anlıyorsun.” “Mağazadaki her plağın nerede olduğunu biliyorum,” dedi Nicholas; heyecanlanmış gözüküyordu. “Takım elbise ve kravat giymelisin.” “Takım elbisem ve kravatım var,” dedi Nicholas. On dokuz yaşında University Music’de işe girmek onun hayatındaki belki de en önemli adımdı, çünkü bu onu kırılmaz bir kalıba, hiçbir zaman – ya da en azından yirmi beş yıl – açılmayacak olan bir yumurtaya dönüştürerek kaskatı yaptı. Bu, Berkeley’in parklarında oynayan, Berkeley’in devlet lisesine giden ve cumartesi öğleden sonralarını Solano Bulvarı’ndaki Oaks Salonu’nda çocuk matinesinde on bir sente, normal filmden önce haberleri içeren bir film, seçilmiş kısa bir film ve iki çizgi film izleyerek geçirmekten başka bir şey yapmayan biri için oldukça uzun bir süreydi. Telegraph Bulvarı’ndaki University Music’de çalışmak onu gelecek yıllar için Berkeley ortamının bir parçası yaptı; başka bir hayat, başka bir dünya geliştirmesini ve başka bir dünyayı öğrenme olanaklarım yok etti. Nicholas Berkeley’de büyümüştü ve Berkeley’de kaldı; nasıl plak satılacağını, nasıl plak alınacağını, müşterilerin ilgisini nasıl yeni sanatçılara yönlendireceğini, kusurlu plakları geri almayı nasıl reddedeceğini, üç numaralı dinleme odacığının arkasındaki banyonun tuvalet kâğıdını nasıl değiştireceğini öğrenmek onun bütün dünyasıydı: Bing Crosby, Frank Sinatra, Ella Mae Morse, Oklahama, sonraları South Pasific, “Open the Door, Richard”, “If I’d Known You Were Coming I’d Have Baked a Cake”. Columbia uzunçalarlar çıkarmaya başladığında o kasanın arkasındaydı. Mario Lanza sahnelere çıktığında o dağıtımcıların gönderdiği kutuyu açıyordu, Mario Lanza öldüğünde ise sayım çizelgesiyle henüz teslim edilmemiş siparişleri karşılaştırıyordu. Her birinden nefret ederek Jan Peerce’in “Bluebird of Happiness” adlı plağının beş bin adetini bizzat sattı. Capitol Plak şirketi klasik müzik işine girdiğinde ve klasik müzik işinde battığında, o oradaydı. Perakende plak satış işine girdiğine memnundu, çünkü klasik müziği severdi, plaklarla haşır neşir olmayı, onları şahsen tanıdığı kimselere satmayı ve indirimli olarak kendi koleksiyonuna almayı severdi; fakat aynı zamanda bu işe girdiğine lanet ederdi, çünkü daha ilk gün kendisine yerleri süpürmesi söylendiğinde hayatının geri kalanında yarı kapıcı, yarı tezgâhtar olacağını anlamıştı. Üniversiteye ve babasına karşı olan duyguları da böyle karmaşıktı. Benzer duyguları Herb Jackman’a, İrlandalı bir kız olan Pat ile evli patronuna karşı da hissediyordu.

Pat, çok sevimli, Herb’e göre çok daha gençti ve Nicholas kıza, birlikte yaşlanıp El Cerrito’daki Lu Watters ve Dixieland caz grubunun çıktığı Hambone Kelley’s adlı kabarede defalarca içki içtikleri yıllar boyunca fena halde âşıktı. Nicholas ile ilk kez 1951’de, Lu Watters’in grubu Turk Murphy’s grubu haline gelerek Columbia Records’la anlaşma imzaladıktan sonra tanışmıştım. Öğlen yemeği saatinde çalıştığım kitapçıya gelip Proust, Joyce ve Kafka’nın kullanılmış kitaplarını ve öğrencilerin dersleri – ve edebiyata olan ilgileri – sona erdikten sonra bize sattıkları kullanılmış ders kitaplarını karıştırırdı. Üniversite yaşamı biten Nicholas Brady hiçbir zaman giremediği genel bilim ve edebiyat sınıflarının kullanılmış ders kitaplarını alırdı; İngiliz Edebiyatı hakkında az çok bilgisi vardı, tanışmamız, arkadaş olmamız ve son olarak Bancroft Yolu’ndaki kahverengi bir apartman dairesini paylaşmaya başlamamız çok uzun zaman almayacaktı. İlk bilim kurgu hikâyemi, Fantasy and Science Fiction dergisindeki Tony Boucher’e yetmiş beş dolara yeni satmış, kitapçı tezgâhtarlığı işini bırakıp yazarlıkla geçinmeyi düşünmeye başlamıştım, ki bunu daha sonra yaptım. Bilim kurgu yazarlığı mesleğim olacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir