Büyük Kargaşa nın nasıl başladığı tam olarak bilinmiyor. Belki gökten inen ateş topu, belki derinliklerdeki sıcak nehrin üzerinde yüzen büyük kıtanın aniden yer değiştirmesi, belki eski insanların ellerindeki korkunç silahlarla yaptıkları bir savaş… Belki hepsi… Elimizde kalan az sayıdaki yazılı belge, nesilden nesile anlatılan Büyük Kargaşa efsaneleri veya lanetlenmiş batıdaki, geceleri parıldayan bölge gibi kanıtlar bize bu açıdan karışık bilgiler veriyor… Kimi gökyüzünden inen bir ateş topunun denize düştüğünü, büyük dalgaların kıyı kentlerini yok ettiğini, ardı ardına depremlerin yaşandığını; kimi Dünya’nın dengesinin bozulduğunu, kadim yeryüzü yasalarının bozulduğunu; kimi de bizim hayal bile edemeyeceğimiz, yok edici silahların ölüm kustuğunu söylüyor. Daha önce de belirttiğim gibi bunların belki biri Büyük Kargaşa’nın asıl sorumlusu veya hepsi… Ama bildiğimiz şu ki günler boyu süren karanlığın, yakıcı sislerin, deri eriten hastalıkların, eski uygarlığı yiyen yangınların, sellerin, insanın insana yaptığı katliamların yaşandığı bu dönemden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı… Derzulya, eski Dünya’mızın; efsanelerdeki ismiyle Arz’ın karanlık tohumuydu ve onu büyük ihtimalle atalarımız dölledi!… …Ve şimdi, Büyük Kargaşa’dan tam 497 yıl sonra, Derzulya’da Janus ve Sürgündeki’nin tartışılmaz iktidarını sarsacak gelişmeler olmak üzereydi!” …Yaşam ellerinin arasındaydı. Tek başına yaptığı doğumun tüm yorgunluğunu ve acısını taşırken, küçük yavrusuna baktı. “Bir kız…” diye mırıldandı. B Sessizlik derinlerden gelen tok bir sesle sona erdi. Bir boşluğa hava doluyormuşçasına tıslamanın ardından yeni bir hareketlenme başladı. Çölün üzerinde garip bir hava akımı kumlan havalandırdı. Sanki görünmeyen dev bir hayalet bebeğe doğru ilerliyordu, kumulda ani kaymalar oluyordu. Yüzlerce yıl, zamana ve çölün yıpratıcı etkisine karşı ayakta duran kırık heykellerin ve sütunların bir kısmı bu güçle yıkıldı. Ölü bebek aniden yerden bir metre kadar yükseldi. Şimdi uzaklardan dehşet verici bir davul sesi duyuluyordu. Önce bir parmak titredi. Davul sesi artık kalp atışını andırıyordu, kuvveti yavaş yavaş duyulamayacak kadar azaldı. …Ve ölü bebeğin gözleri açıldı! Kıpkırmızıydı gözbebekleri, dumanlar çıkıyordu. Büyüleyici bir değişimle gökyüzünün rengini aldı. Artık ağlamıyordu. 2 Zul-Valknor uzun zamandır çevresine zehrini salıyordu. Sürgündeki’nin müritleri tapınaklarını kurduklarından beri ne dağda, ne de etrafında ot, çiçek bitmez olmuştu. Çıyanlar, yılanlar ve örümceklerden başka bu zehirli soluğa ne bitkiler, ne hayvanlar dayanabiliyordu. Ormanın kenarında birdenbire griye dönüşmüş toprağın rengi ölüm uyarısı gibiydi. Buna rağmen bazen yollarım kaybeden küçük hayvanlar bedelini ödüyordu. Bir kurttan kaçan ceylan yavrusu ZulValknor’un gölgesi üzerine düştüğünde tuzağa yakalanmışçasına çırpınmaya başladı. Soluduğu hava sanki içinde sıkışmış, boşluk arıyordu. Birkaç saniye içinde ufacık kemikleri tek tek kırıldı. Kısa bir süre sonra ceylandan geriye hiçbir iz kalmayacaktı. Sürgündeki’nin Zul-Valknor Başrahibi Edolav, hükmü tüm dağ ve çevresinde etkili olduğu halde bir huzursuzluk hissediyordu. Çemberdekileri kontrol ettikten sonra Janus’la bağlantı kurmayı düşünüyordu. Ama bunu yapamayacaktı. Tapınağın ortasındaki çember, lanetli ateşin etrafındaki on üç rahip ile kuruluyordu. Her ayın ilk günü, güneşin doğusuyla insan kurban edilirdi ateşe. O da yeşil renkli garip dumanını rahiplere güç versin, masumlara zehir olsun diye salardı. Genelde çemberin bulunduğu büyük mağarada uğursuz bir sessizlik olurdu. Ama Edolav kapıdan geçtiğinde panik içindeki insanları gördü. Lanetli ateş hiç olmadığı kadar küçülmüştü, alevi kararmaya başlamıştı. Üstelik çemberin on üç rahibi de yerden birkaç metre havalanmış, acı çektikleri her hallerinden belli, gerilip bükülüyorlardı. Başrahip etrafta koşuşturmakta olan ayakçılara, lanetli ateşi beslemelerini emretti. Ateş sadece odunla beslenmezdi, küçük rahip adaylarından birisini yakaladığı gibi çemberin içine girdi. Çocuğun derisi kararıp dökülmeye başladı. Edolav ateşe mümkün olduğu kadar yaklaşıp, çoktan ölmeye başlamış kurbanının boğazını boydan boya kesti. Kan alevlerin biraz olsun canlanmasını sağlamıştı. Bir görüntü belirdi… Yan yıkık bir taş duvarın önünde yatan kanlar içindeki kadın ile küçük bebek… Başrahip bu görüntüye bir anlam veremedi, tanıdık değildi, bir şeyler çağrıştırmıyordu. Bebek cansız yatıyordu. Birden havadaki değişimi hissetti. Bebeğe doğru bir şey ilerliyordu. Başrahip olanları merakla izlerken acı dolu bir çığlıkla irkildi; çemberin rahipleri havada biraz daha yükselip, kendi eksenlerinde dönmeye başlamışlardı. Ölü bebek de onlarla birlikte havalandı ve gözlerini açtığında görüntü hızla ilerleyip kızıl gözlerin karanlığında yok oldu. Alev iyice sönmeye başlamıştı. Edolav, çaresizlik içinde kaçmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Önce havada hızla dönen rahipler kan ve et parçacıkları halinde patladı. Ardından tüm Zul-Valknor!
Orkun Uçar – Asi – (Derzulya serisi’nin Habis Üçlemesi 1)
PDF Kitap İndir |