ANKARA – ANITKAşIR (şombardımanın ‘bitişinden iki saat sonra…) Yağmaya başlayan ılık bahar yağmuru, bombardıman bölgesindeki sıcaklığı azaltmaya başlamıştı. Ilk saldırıdan hemen sonra Atatürk’ün naaşım kurtarmaya gelen sivil kalabalığı da tümüyle yok etmişlerdi ve ortalık şimdi bir mezbahayı andırıyordu. Ambulanslar saatlerdir bölgeden ceset taşıyordu. Daha doğrusu ceset parçalarını… Yeryüzünün en tahrip edici silah gücüne sahip olan devleti, on binlerce ton bombayı taş üzerinde taş kalmayıncaya kadar Anıttepe’ye boşaltmıştı. Sağ kulağındaki beyaz leke dışında her tarafı kapkara olan bir sokak köpeği, enkazda çalışan itfaiye erlerinin arasından ilerledi. Herkes sanki hüzünlü bir ritme uymuş gibi, gözyaşları arasında bir işe yaramaya çalışıyordu. şir adam kendinden geçmiş halde kınk bir aslan heykelinin başını yerine oturtmaya çalışıyor, baş yere düşünce aynı şeyi tekrar yapıyordu. Orkun Uçar Köpek arada sırada yeri koklayarak ilerlemeye devam etti. Kesif bir yanık et kokusu onu buraya çekmişti. Taşların arasından kanlı bir ele ulaştı, tam yalıyordu ki yediği sert bir tekmeyle havlayarak uzaklaştı. “Hoşt hayvan!” diye bağırdı bıyıklı bir itfaiyeci. “şurada yemek yok sana, def ol!” Karabaş, sesteki kızgınlığı hemen anlamıştı. Çimenlerin üzerinden yola inmeye başlarken iki taş blok arasından gelen ilginç bir ses dikkatini çekti. şir insan nefes alıyordu, ama araya küçük bir ‘çıt’ sesi katılıyordu. Taşların arasındaki boşluğa bakınca orada yatmakta olan yaralı insanı gördü. Her tarafı kan içindeydi. Yüz hatları seçilemiyordu. Köpek, adamın baş tarafına doğru yaklaşınca açık olan sağ gözü fark etti. Adamın suratında bir gariplik vardı; burnu parçalanmış, sol gözyuvası dağılmıştı. Yaralı adam, büyük bir gayretle elini kaldırıp işaret parmağını köpeğe uzattı. Karabaş nedense ürkmüştü. Huzursuz bir şekilde havlamaya başladı. Insana ne yaklaşıyor ne uzaklaşıyor; saldırmaya hazırlanır gibi geriliyor, sonra da hırlayıp havlıyordu. Hayvanın yarattığı gürültü kısa sürede dikkati çekti. Yaralı, zeminde ayak seslerini hissetti. Heyecandan bir an ağzından hızlı hızlı nefes alıp vermeyi unuttu ve burnundan yayılan bir acı tüm bedenini sarstı. Kırık kemikler sinirlere baskı yapıyordu. Görevliler gelirken yaşadığı acıya rağmen fekrar ağzından nefes alıp vermeye yoğunlaştı. Intikamını mutlaka almalıydı. Sağlam gözünü gökyüzüne çevirerek üzerine yağan iri yağmur damlalarına baktı ve gülümsedi. 8 Kayıp Naaş şurada saatlerce sadece nefretiyle hayata asılmış, ölüme teslim olmamıştı Cengiz! şiri bağırdı. “Hey burada sağ biri var. Sanırım şarapnel er yüzünden yaralanmış. Şu ambulansa söyleyin ölülerin acelesi yok, önce bu adamı hastaneye yetiştirsin!” 26 MAYIS 2007 SAAT: 23.ğ5 ANKARA (Anıtkabir bombardımanından beş saat önce…) Ankara’nın dışında, Arifin Yeri adlı lokantada Sayeret Matkal ekibini bekliyordu Cengiz. MOSSAD’ın yurtdışı operasyonları yapan elit komando timinin adıydı bu. Lokantada yalnız değildi; Gökhan’ı havaalanından aldığı sırada yanında olan Okan ve Yusuf karşısında o beynim dağıtmış olacaktı. Herif Amerikalıların saldıracağını söylemiş ve haklı çıkmıştı işte. Sonra aniden ortadan kaybolmuştu. Cengiz, Kurt’un ona ne görev verdiğini merak ediyordu. Yakında kokusu çıkardı. Fakat şimdi derdi kendi geleceğiydi. Savaşın bu en sıcak günlerinde, Israil komandolarının Ankara’da nasıl bir operasyon yapacağını bilmiyordu. şüyük ihtimal e kendileri için önemli bir adamı veya Türkiye’deki Yahudileri kaçırıyorlardır, diye düşünüyordu. şurada saatlerdir beklemek, adamlarının ve kendisinin sinirlerini bozmuştu. Lokantanın camlarına siyah perde çekilmiş, mümkün olduğu kadar az ışık yakılmıştı. Karartma gecelerine dönülmüştü ama faydası yoktu… Amerikan uçakları sık sık aydınlatma bombaları atıyordu. Uzaklardan patlama sesleri geliyor, bazı bölgelerden gökyüzünü aydınlatan alevlerin kızıl ığı yükseliyordu. Vakit gece yarısına yaklaşırken lokantada onlardan başka müşteri kalmamıştı. Mekân sahibi, masalarına gelip gülümseyerek, “şaşka bir emriniz var mı abi?” dedi. Aslında, “şir an önce gitseniz iyi olur,” demek istediği çok bel iydi. Cengiz azarlarcasına, “şize çay getir, başka da rahatsız etme. şazı arkadaşları bekliyoruz,” diyerek sinek kovar gibi elini sal adı. şu mekânı böyle görüşmeler için kul anırdı. Çünkü herkesin Arif diye tanıdığı adamın gerçek ismi Recep’ti ve bir PKK itirafçı siydi. Devlete verdiği bilgiler sayesinde birçok kişinin canını yakmıştı ve Cengiz onun hakkında her şeyi biliyordu. Yusuf tuvalete gittiğinde Okan dayanamayıp sordu. 10 Kayıp Naaş “Patron, geleceklerine emin misin? Malum, savaş ortamı, belki kafalarına bir bomba düşmüştür.” “Sen merak etme, bu adamlar işlerini bilirler.” Recep tam çayları getirmişti ki, motor gürültüsü duyuldu. Cengiz perdeyi aralayıp baktı. Iki Land Rover… Gülümsedi; bu adamlar alışkanlıklarından vazgeçmiyorlardı, Israil askerlerinin devriye araçları da bu arazi jipindendi. Recep’e mutfağa gidip dışarı çıkmamasını söyledi. Iki araç lokanta önünde park edince sadece öndekinin şoför tarafından biri indi. şu, liderleri olmalıydı. Kısa bir an jipin içi aydınlandığında altı kişi saydı Cengiz. On iki kişilik bir operasyon timi, diye düşündü otomatik olarak. Lokantanın kapısı açıldı ve adam yaptığı uzun yolculuk yüzünden yorulmuş ayaklarını esnettikten sonra masalarına doğru yürüdü. Kızıla çalan kıvırcık kısa saçları, açık mavi gözleriyle oldukça yakışıklı görünüyordu. Cengiz’in resmini görmüş olmalıydı, doğrudan ona hitap etti. “Sorun var mı? şize yardım için hazır mısınız?” Ingilizce konuşmuştu. “Elbette,” dedi Cengiz. “Ama fazla bilgi verilmedi. şenden tam olarak ne istediğinizi ve ne yapabileceğimi bilmiyorum.” Adamm kısık gözleri, gülümseyince iyice kapandı. Cen-giz’i kolundan tutup birkaç adım uzağa çekti. “Yalnız olmanız gerektiği söylenmedi mi? Kim bu arkadaşlar?” “Hayır.” Şaşırmıştı. Gergin bir şekilde fısıldaşan Okan’la Yusuf’a baktı. “şenim adamlarım onlar, kefil olabilirim. Sorun çıkmaz, yardımcı da olabilirler.” 11 Orkun Uçar Adamın kesinlikle sıcaklık taşımayan gülümsemesi yüzüne yayıldı. “Ne yazık ki görevimizin gizlilik derecesi en üstte,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “şaşka kim var burada?” Cengiz, adamları için endişe etmeye başlamıştı. Üç yıldır birçok zor görevi yerine getirirken, emirlerine harfiyen uymuştu bu ikisi. “şir de lokantanın sahibi var içeride… Durun ben yol ayayım arkadaşları,” dedi bir umut. Ama adam harekete geçmişti bile. Mutfağa açılan kapıdan girer girmez tıpa açılmasını andıran bir ses, ardından da yere düşen vücudun gürültüsü duyuldu. Okan’la Yusuf soru dolu gözlerle patronlarına bakmışlardı. Mutfaktan çıkan Israil i, hiç tereddüt etmeden susturuculu silahıyla onlara ateş etti. Alnından vurulan Yusuf anında ölmüştü, ama onun bedeninin siperindeki Okan silahını çıkarıp tetiğe basma fırsatı buldu. Mermisi adamın şakağını sıyırıp kapı pervazına saplandı, ama Yahudi ikinci bir şans verecek değildi. Art arda vücuduna saplanan mermiler yüzünden Okan, siyah perdeyle kapatılmış pencereden camı parçalayarak dışarı fırladı. Daha yere çarpmadan ölmüştü. Cengiz bu çarpışmayı izlerken parmağını dahi kımılda-tamamıştı, neden sonra silahını hızla çekti ama Israil i kolunu indirmişti. “Hadi ama…” dedi gülümseyerek. “Anlaşma hâlâ geçerli. Yapılacak acil bir işimiz var.” Cengiz’in parmağı yardımcılarını katleden bu Yahudi’nin vücudunu kalbura çevirmek için kaşınıyordu. Şu tetiğe biraz daha basınç, diye düşündü. Dışarıdaki adamlar aklına geldi. şuradan sağ çıkamazdı, ayrıca MIT’in öldürülecekler 12 Kayıp Naaş listesinde olduğunu biliyordu. Hayatının geri kalanının garantisi bu işti. Silahını indirdi. Adam elini uzattı. “Artık tanışalım, Cengiz. şen Herod. Ekibin lideriyim.” Herif hâlâ gülüyordu. Eli görmezden geldi. Arkasını dönüp kapıya ilerlerken Yahudi omuz silkti. Dışarı çıktıklarında Ankara’nın göğünü aydınlatan bir patlama daha oldu. şomba epey uzağa düşmüştü, ama yine de altlarındaki zemin sarsıldığından diz çöktüler. Herod’un bir işaretiyle arkadaki jipten fırlayanlar, Okan’ın cesedini de içeriye taşıyıp iki yangın bombası attılar. şu adamlar geride iz bırakmama emri almışlar, diye düşündü Cengiz. şu emir, belki kendisini de kapsıyordu. Eğer öyleyse, Herod’u da yanında götüreceğine yemin etti. Herod, “Arabanın anahtarım ver,” dedi. “şizimkilerden biri onunla gidecek. Sen benimle geleceksin.” Cengiz ön tarafa, arabasını alan Israil i komandonun yerine oturdu. Arka koltuktakilerden biri gülerek Herod’a Ibranca seslendi. Herod’un cevabı da aynı şekilde oldu, ama duydukları Cengiz’in kanını dondurmuştu… şazen saklanan bir silah hayat kurtarırdı; Cengiz’in de gizli silahı Ibranca bilmesiydü… Adamı, Herod’a Türkleri öldürmenin zevkli olup olmadığını sormuştu. Herod da, “Git bunu Conilere sor… şaksana köklerini kazımaya kararlılar. Eğer vaktimiz olsaydı adamlarını bu haine öldürtürdüm ve bundan daha çok keyif alırdım,” demişti.
Orkun Uçar – Metal Fırtına 2 – Kayıp Naaş
PDF Kitap İndir |