Milan Kundera – Ayrılık Valsi

Sonbahar başlıyor ve ağaçlar sarıya, kırmızıya, kahverengine dönüşüyor; güzelim vadiciğin ortasındaki küçük kaplıca kenti, bir yangınla çevrelenmiş gibi. Kemerli avluda, kadınlar gidip geliyorlar, kaynaklara doğru eğiliyorlar. Çocuk doğuramayan kadınlar bunlar, kaplıcanın sularında, doğurganlık bulmayı umuyorlar. Buraya gelenler arasında erkek çok daha az, ama yine de birkaç kişi görülüyor, çünkü söylendiğine göre sular, doğurganlık sağlayan erdemlerinin yanı sıra kalbe de iyi geliyor. Her şeye karşın, bir erkek hastaya dokuz dişi düşüyor ve bu durum, hastabakıcı olarak çalışan ve kısırlıklarını gidermeye gelmiş kadınların yüzme havuzuna bakan genç, bekâr kızı çileden çıkarıyor! Ruzena burada doğdu; babası ve annesi de burada. Bu yerden, bu iğrenç kadın yığınından kurtulabilecek mi? Günlerden pazartesi, iş günü sona ermek üzere. Bir çarşafa sarmak, dinlenecekleri yatağa yatırmak, yüzlerini silip gülümsemek gereken birkaç şişman kadından başka kimse yok. “Telefon edecek misin?” diye soruyorlar Ruzena’ya meslektaşları. Biri etine buduna dolgun kırklık bir kadın, öbürü daha genç ve zayıf. “Neden etmeyecekmişim?” diyor Ruzena. “Hadi! Korkma!” diye karşılık veriyor kırklık kadın, onu hemşirelerin dolaplarının, masalarının ve telefonlarının bulunduğu vestiyer bölmelerinin arkasına götürüyor. “Onu evinden aramalısın,” diyor zayıfı, sinsice ve birlikte kıkırdıyorlar. “Tiyatronun telefon numarasını biliyorum,” diyor Ruzena, gülmeleri yatıştığında. 2 Tatsız bir konuşma oldu. Adam telefonda Ruzena’nın sesini işitir işitmez, dehşete düştü. Kadınlar onu hep korkuturdu; yine de hiçbiri ona inanmazdı ve sözlerinde hoşa gitmek isteyen bir adamın alaycılığından başka şey bulmazlardı. “Nasılsın?” diye sordu. “Pek iyi değilim,” karşılığını verdi genç kadın. “Nen var?” “Seninle konuşmam gerek.” dedi genç kadın, dokunaklı bir sesle: Yıllardan beri korkuyla beklediği dokunaklı ses buydu işte. “Ne?” diye sordu boğuk bir sesle. Genç kadın yineledi: “Seninle mutlaka konuşmam gerek.” “Ne oluyor?” “İkimizi ilgilendiren bir şey.” Adam konuşamıyordu. Az sonra yineledi: “Ne ölüyor?” “Altı haftalık bir gecikmem var.” Adam kendini tutmak için büyük bir çaba harcayarak: “Bir şey değildir kuşkusuz,” dedi. “Ara şıra olur ve hiçbir önemi yoktur.” “Hayır, bu kez tamam.” “Olamaz. Kesinlikle olamaz. En azından, benimle ilgili olamaz.” Kadın kırılmıştı. “Beni ne sanıyorsun sen?” Onu kırmaktan çekiniyordu, çünkü korkuyordu genç kadından. “Hayır, seni kırmak istemiyorum, saçma, neden seni kırmak isteyeyim, sadece benimle ilişkinde başına böyle bir şey gelemeyeceğini, korkacak bir şey bulunmadığını, bunun olamayacağını, fizyolojik yönden olanaksızlığını belirtmek istiyordum.” “Öyleyse gereksiz,” dedi genç kadın, büyük bir kırgınlıkla. “Rahatsız ettiğim için bağışla beni.” Adam telefonu kapatmasından korkuyordu. “Yok canım, hiç bile. Bana telefon açmakla iyi ettin! Sana elimden geldiğince yardım ederim, bu kesin. Her şey yoluna girebilir kuşkusuz?” “Ne demek istiyorsun?” Adam tedirginlik duydu. Olayın adını koymak istemiyordu. “Canım… evet… yoluna girebilir.” “Ne demek istediğini biliyorum, ama buna bel bağlama. Unut o düşünceyi. Yaşamımı çarçur etmem de gerekse, yapmam istediğini.” Yeniden adamın her yanını ürpertiler kapladı, ama bu kez utana sıkıla saldırıya geçti: “Öyleyse niçin beni arıyorsun, konuşmak istemediğine göre? Benimle tartışmak mı istiyorsun, yoksa bir karar verdin mi?” “Seninle tartışmak istiyorum.” “Gelip göreceğim seni.” “Ne zaman?” “Bildiririm.” “Peki.” “Öyleyse, yakında görüşmek üzere.” “Yakında görüşmek üzere.” Adam telefonu kapattı ve orkestrasının bulunduğu küçük salona döndü. “Baylar prova bitti,” dedi. “Bu kez dayanacak halim kalmadı.” 3 Genç kadın telefonu kapattığında heyecandan kıpkırmızıydı. Klima’nın habere gösterdiği tepki ona hakaret gibi geliyordu. Ayrıca, nice zamandır da kızgındı. İki ay olmuştu tanışalı, ünlü trompetçinin orkestrasıyla kaplıca kentinde konser verdiği bir akşam. Konseri, kendisinin de çağrıldığı bir şenlik izlemişti. Trompetçi, bütün kadınların arasından onu seçmiş ve geceyi birlikte geçirmişti. O günden bu yana da bir daha hiç aramamıştı. Ruzena ona selamlarını yazdığı iki kart yollamış, Klima kendisine karşılık vermemişti. Başkente uğradığı bir gün ona, tiyatroya telefon etmiş, söylendiğine göre orkestrasıyla provadaymış. Telefona çıkan adam, önce kendisini tanıtmasını istemiş, ardından da Klima’yı çağıracağını söylemişti. Az sonra geri döndüğünde, provanın bittiğini ve trompetçinin gittiğini bildirmişti. Ruzena bunun kendisini atlatmanın bir yolu olup olmadığını düşünmüş, daha o sıra gebe kalmaktan korktuğu için artan bir kızgınlık duymuştu. “Fizyolojik bakımdan olanaksız diyor! Harika, fizyolojik bakımdan olanaksız! Çocuk dünyaya geldiğinde ne diyeceğini merak ediyorum!” İki meslektaşı onu hararetle onaylıyorlardı. Buhar dolu salonda durumu onlara açıkladığında, ünlü kişiyle anlatılmaz güzellikte saatler yaşadığını önceki gece söylediğinde, trompetçi hemen tüm meslektaşlarının ortak malı olmuştu. Nöbetleşe çalıştıkları salonda onlara eşlik ediyor, bir yerde adı anıldı mı, içli dışlı oldukları biri söz konusuymuş gibi bıyık altından gülüyorlardı. Ruzena’nın gebe kaldığını öğrendiklerinde de hepsi garip bir zevkle dolup taşmıştı, çünkü o günden beri o da onlarla birlikte fiziksel olarak hastabakıcının karnındaydı ve oradan hiç çıkmayacağı umudunu besliyorlardı. Kırklık hastabakıcı, Ruzena’nın sırtını okşuyordu: “Hadi, hadi, küçüğüm, sakin ol! Sana bir şey göstereceğim.” Sonra, kirlice ve buruşuk bir resimli dergi açtı. “Bak!” Dudaklarının önündeki mikrofonla sahnede dikilen genç ve güzel bir esmeri seyrediyorlardı. Ruzena, bu birkaç santimetre kareden kaderini çözmeye çalışıyordu. “Bu kadar genç olduğunu bilmiyordum,” dedi kaygılar içinde. “Hadi canım!” diye gülümsedi kırklık. “On yıl önce çekilmiş bir fotoğraf bu. İkisi de aynı yaşta. Bu kadın senin rakiben olamaz!”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir