Rıfat Ilgaz – Geçmişe Mazi (Meşrutiyet Kıraathanesi)

«Doğu’yu eşkiyalar sarmış, sarar ya! Cevdet Barlas emekliye ayrılacak da eşkiyalar düze inmeyecek de dağların başını bekleyecek, öyle mi! Ben Van’ı da bilirim Tatvan’ı da… Kuş uçurtmazdım alimallah Jandarma Kumandanıyken. Yol kesiyorlarmış şimdi, adam soyup, adam kaldırıyorlarmış. Değil yol kesmek, adamın sözünü bile kesemezlerdi ben iş başındayken. Asacaksın beyim, asacaksın! Bakmayacaksın gözlerinin yaşına!» Öğretmen emeklisi Cemal Zülfü, dalına basmak için, bir «öhhööö!» çekti, «Çamaşır mı asıyorsun Cevdet Bey!…» dedi. «Geçti o günler. Bak İnönü ne diyor, dönemeyiz diyor demokrasiden!» «Onu, bunu bilmem, asacaksın Bey’im! Ben Van’da Jandarma Kumandanı olacağım da yol kesecekler, soğan soyar gibi adam soyacaklar ha! Atladım mı kır atıma… Ayyy! . Bu dinine yandığımın emir itinden dur durak yok. Tuuh! Allah kahretsin!…» Kalktı. Altındaki şişirme lâstik simidini düzeltti. Kendine göre ayarladıktan sonra oturdu üstüne: «Ne diyordum… Atladım mı atıma. Bööölük marşşş!…» Cemal Zülfü, emekli Komutan’ın sözünü bok etmek için: «Enver Efendi!» diye bağırdı, «Sen bir çay daha getir bana! Demli olsun!» «Ben Van’dayken…» diye albaştan etti, Barlas, «Bir eşkiya türemişti köylerde… Sözüm ona eşkiya… Eşkiya değil, tavuk hırsızı. İki de adam almış yanına, asıp kesiyor. Öldük mü be! Cevdet Barlas Jandarma Kumandanı olacak da, yol kesilecek Van köylerinde, adam soyulacak! Önce üç süvari çıkardım üzerine.


Herif tavşan gibi pişiyor. Köylüler saklıyor korkudan. Kimse korkmasın, canına okuyacağım diye haber saldım köylere. Kimse yataklık etmesin, dedim, karışmam sonra! Sen kime söylüyorsun, herif her gün başka bir köyde! Bir sabah aldım bölüğü. Gecelediği köyü çevirdim. Teslim edin dedim bu namussuzları. Alaca karanlıkta kaçtı, dediler. Köyünüzü yakarım dedim. Bir samanlığı verdim ateşe. Kös dinlemiş herifler… Kılları bile kıpırdamadı. Muhtarı çağırdım, yakarım evini dedim. Asarım seni dedim, bul eşkiyayı… Öhhö… ÖhhööööL. Canına yandığımın öksürüğünden rahatlık yok ki! Yalnız öksürük olsa! AyyyL. Ay, ay ay!… Vay anasını!» Öğretmen emeklisi: «Bıçak temizler bunu!» dedi, «Çare yok! Yatacaksın doktorun altına!» «Yatacaksın!» «Geçen gün doktora gittim. Ameliyat dedi. Ameliyat ha! Allah yazdıysa bozsun, korkarım ameliyattan, yapamam. Ha, ne diyordum asacaksın bunları.

Bakmayacaksın gözünün yaşına… Emir verdim erata… Erkek, kadın boşaltsınlar evleri dedim. Alsınlar yorganlarını arkalarına. Adi adım, maaarşşş!… Doğru merkeze. Yataklık ha! Hükümetine karşı gelmek ne haddinize sizin! Savcı zaten avucumun içinde. Bekâr adam. Aç dedim şu cezaevinin kapısını! Bir hafta sonra da bir dağ köyüne baskın! Siz misiniz eşkiyayı saklayan. Siz hükümetle oyun mu oynuyorsunuz diye verdim cayırtıyı! Asacağım topunuzu! Sırtlayın bakalım yorganları!» Vali emeklisi Hurşit Atakan dayanamadı. Nargilenin marpucunu çıkardı dudaklarının arasından: «Oralarda hiç mi Vali yoktu!» dedi. «Yoktu Bey’im. Eğer göğsü kıllı bir Vali olsaydı eşkiya mı barınırdı. Çektin mi birini ipe, tısss!» «Kimi çekiyorsun be!» «Yataklık yapanlardan birini!» Cemal Zülfü: «Ağır ooool!» dedi. Binecek var! Demokrasi geliyor geriden!» «Sana bir şey diyeyim ben! Demokrasinin binmesini beklersek sabah olur. Onu geç sen bir kalem. Gelelim bizim yataklıklara. Ben üçüncü köyü de posta ettim.

İndirdim kasabaya. Sıra tam eşkiyayı yakalamaya gelmişti ki… Vali alt üst etti işimi. Bir gün takmış peşine savcıyı, cezaevini teftişe çıkmış. İlk karşısına çıkan tutukluya sormuş. Söyle demiş, neden yatıyorsun, sen? Yataklıktan, demiş tutuklu. Ya sen neden yatıyorsun, demiş, ikinci tutukluya. Neden olacak, yataklıktan demiş. Sen neden yatıyorsun? Yataklıktan! Sen? Yataklıktan! Yataklıktan, yataklıktan, yataklıktan… Herifin tepesi atmış, açın, demiş kapıları! Boşaltın cezaevini! Yataklıktan, yataklıktan! Ulan kabadayıysan eğer, eşkiyayı yakala da göreyim seni? De buyur bakalım. Sen gel de bu adamlarla iş gör! Böyle adamın valilik ettiği vilâyette eşkiya mı yakalanır.» Hurşit Bey, nargilesinden iki soluk daha çektikten sonra: «Telaşlanma!» dedi, «Bizim meslektaş, tam işinin adamıymış. Böyle olacak işte! Aşkolsun. Sen de iyi yapmışsın. Senin gibileri de çıkacak ki bizim valiliğimiz, hükümet adamlığımız anlaşılmış olsun. Sen eşeğini kaybettireceksin, ben bulduracağım. İşte «Âsiyab-ı devlet» böyle döner.

Anlaşılıyor değil mi dostum? Ben de o taraflarda valiyken… Bak, Enver Efendi. Ateş! İyi çekmiyor bu nargile. Tömbekiler mi bozuk, marpuç mu hava kaçırıyor!» Enver Efendi dert yanmaya başladı: «Ateşinde iş yok bizim patronun. Sidikli meşenin kömüründen bu kadar kor çıkar. Bizim Nizamettin Bey’e diyorum, bu kömürde iş yok, kıy paraya… Nizamettin Beyde diyor ki…» Öğretmen emeklisi: «Ne o? dedi, Gene Nizami Bey, Nizamettin Bey mi oldu? Ulan fırıldak gibi adam be! Gericiler ağır basınca Nizamettin… İlericiler kıpırdanınca Nizami Yalçın oluyor. Kendisine sorarsan ittihatçıdır. Kurban olayım böyle İttihatçıya! Böyle adamın aldığı kömürle Hurşit Bey’in nargilesi yanar mı? Söyle ona biz gidersek, Eminsu derneğine kalır Meşrutiyet Kıraathanesi!» Malmüdürü emeklisi Nabi Sayar, Hurşit Bey’e başladığı hikâyeyi unutturmak için emeklilerin özel bir sorunu, olduğunu atmıştı ortaya: «Bizim yüzde onbeşleri Meclis Komisyonu kabul etmiş… 1950’den önce emekliye ayrılanlar…» Bu sırada bir Eminsulu girdi kapıdan. Topçu emeklisi Nedim Gürler, onbuçukluk obüs gibi gümledi: «Oldu!» Meşrutiyet Kıraathanesi’nde her gün beş gazete okunurdu. Bilmeyen kalmamıştı bu haberi. Danıştay Eminsular’dan birine hak tanımıştı. Seferberlik emeklisi Ali Yıldırım göründü kapıda. Sönen bir futbol topu gibi boşalttı soluğunu: «Oldu!» İşte bu «Oldu!»nun gerçek anlamını çözecek kabadayı yoktu kahvede. «Hayrola!» dediler, «Ne oldu?» «Çıktım!» «Nereye?» «Dışarı yahu. Bilmiyorsunuz, tam altı gündür ne çektiğimi. Oooh! Dünya varmış.

Enver Efendi, doldur nargilemi!» Geldi, Rıza Yazgan’ın masasına çöktü. Hurşit Bey, iktidar partisinden muhalif üyesi çok bir Vilâyet Meclisi ‘nin gergin havasını yatıştırırcasına bir çıkış yaptı: «Ne diyorduk?» diye söze başladı. Masayı çevirenlerin gözlerinin içine bakarak sürdürdü: «Doğuda Vali’ydim. Ankara’dan sıkı emirler geliyordu. Çarşaf da çarşaf diyorlar, başka bir şey demiyorlardı. Çağırdım Emniyet Müdürü’nü, Jandarma Komutanı’nı… Kimin sırtında çarşaf görürseniz, ananız bile olsa tutup yırtacaksınız, hem de çatır çatır, dedim! Başka çare yok! Buradan öte vilâyet yok, huduttayız! Anladınız ya!» «Tamam! Yaşa Hurşit Bey! Yürürse bu iş böyle yürür. Asacaksın daha olmazsa! Halk cahildir, halk görgüsüzdür, başka çare yok!» «Duuuur! Yavaş ol!» dedi, Hurşit Bey, «Polis, jandarma cayır cayır çarşaf yırtmaya başlayınca bir cayırtı da halktan koptu. Tamam dedim, halka görünmenin tam sırası… Ağır olun dedim, bizim zabıta kuvvetlerine. Şimdi sıra bende. Bırakın çarşaf marşaf yırtmayı. Vilâyet gazetesinin başyazarını çağırttım. Yaz, dedim, demeç veriyorum: Bundan böyle yalnız ve yalnız genelev kadınları giyecek. Günahkârların kendilerini halktan gizlemeleri için! Peçe bile takabilirler!» Cevdet Barlas: «Sonraaa?» diye baktı yüzüne.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir