Rıfat Ilgaz – Donkişot istanbulda

ccŞövalyem, buyrun!» dedim, ccYeryüzündeki atların en asil kaniısı Rossinant, emriniz e muntazırdır., Ben bu cümlede geçen ccemriniz,, ve <cmuntazırdırıı kelimelerinin Yahudieesini bilmediğimden söz oraya gelince yüzüme aşırı bir saygı anlamı vererek, cahilliğimi örtmeye çalıştım. Benim bildiğim Yahudice en kibar bir Şişhane Yahudieesi olmakla birlik- • te, Ispanya’ nın en asil soydan bir şövalyesiyle konuşmaya hiç de elverişli değildi. Ben Viktorya’da ancak kadın-erkek ilişkilerini en pratik biçimde ifadelendiren kısa tümeelerden başkasını öğrenememiştim. Viktorya’mn konuşma dili, bir tezgahtar diliydi. Benimki de daha fazlası olamazdı. Ama, Şövalye Donkişot De La Manş, noksanımı yüzüme vuracak aşağılık insanlardan olmadığı için ispanyolcamı anlar görünüyor, anlaşıp gidiyorduk. Şövalye De La Manş, gece bozulan bıyıklarına günlük biçimini verdikten sonra miğferini çividen sayg1yla indirdi, aynanın karşısmda kibar çehresine bir kahramanlık anlamı kazandırmak için başına usturupluca geçirdi. 7 «Sinyor Cemil!)) dedi, ccBaşım bu şövalyelerin tacıyla huzura kavuşabiliyor ancak!» «Hakllsınız şövalyem! Çizmeleriniz ve zırhlarınız da miğferle asorti! Gerçekten Yahya Kemal, nasıl onsekizinci yüzyıl divan şiirini neoklasizmini yapmaya kalkışıyorsa, siz de ortaçağın şövalyelik romantizmini taa buralara kadar sürükleyip getirmeye muvaffak olmuş bulunuyorsunuz!>> Miğferini son bir kez daha gözden geçirdi. Sigara kutusuyla onarılmış yönünü hafiften sağa yatırdı. Miğferdeki bu delik. asil • şövalyemizin Ikinci Dünya Savaşı’nda mavi tümenle şark cephe· sine giderken dalgın bir Amerikan havacısının düşürdüğü bombanın muzipliği sonucu açıimıştı. Bu, şövalyemiz için pek yerinde bir ihtar olmuştu. Artık daha ileriye gidemezdi. Hem gitmesine de gerek kalmamıştı.


Şövalyelığini onayiatacak onur yarasını almıştı çünkü. Her nekadar bu yara bedeninden bir damla asil kanın akmasına olanak vermemişse de yarayı alan miğfer, şövalyeliğinin en onurlu bir simgesi ve vücudunun kafa gibi, kol gibi gerekli bir parçası demekti. Bu güzel rastlantı sonucu göğüs zırhına taktığı madalyayı cephede düşürmernek için mavi tümeni serüve- • niyle başbaşa bırakıp Rossinant’ ın başını ıtalya’ya doğru çevirmişti. Hiçbir hudut, şövalyeler şövalyesi Donkişot’a kapalı değildi. Kahramaniiğı dilden dile yayılmış, nam ı, babası Cervantes’ i bile ünlendirmişti. • «Sinyor Cemil!>) dedi, «Istanbul surlanna kaç saat mesafedeyiz?ıı «Yayan mı, yoksa?)) «Teesüflerimi bildiririm. Bir şövalye için uzaklıklar at yürüyüşüyle hesaplanır. Yani Rossinant’ın yürüyüşüyle.)) «Yayan beş saat. Rossinant’la onbeş saat!» • «Ikinci bir hakaret! Size atımın ne mucizeler yarattığını göstereceğim. Bir saat sonra surların önündeyiz, göreceksiniz!)) Hancı atını kapının önüne çıkarmıştı. Asil şövalye, bizi uğurlayan Hane ı Ali’ ye: 8 ��Çok muhterem şövalyem!.>> diye başladı. <cŞatonuzda gösterdiğiniz misafirpervariikten dolayı … Teşekkürlerimi arz ederim!>, Atına atlamıştı. Mızrağ1nı da eline verdim.

Hanın kahvesinde kağıt oynayanlar avluda bizi görünce dışarı fırladılar. Boyunbağli bir delikanlı yanıma sokularak: «Abi!., dedi, ((Kamerayı göremiyorum. Rejisörü tanımak isterdim, Atıf Abi mi?» (·Film değil bu!)) dedim. «Donkişot’un ta kendisi!>> <•Nasıl olur, Donkişot hayatta mı?, •c Büyük adamlar ölümsüzdür. Sen Nasrettin Hoca’ yı öldü mü sanryorsun?)) Biz Türkçe konuşuyorduk. Şövalyemiz henüz tek bir kelime öğrenememişti dilimizden. ��saygı değer kılavuzum ne söylüyor bunlar? Bakışlarından hayranlıklarını ifade ettiklerini anliyorum!» «Siz şövalyeler için hiçbir şey meçhul değildir. Hayrantıklarını ve saygılarını sunuyorlar.» cc Benden de sonsuz sevgiler … Onlara söyleyin iz ki nerde • bir haksızlik varsa ben ordayım! Allah daima benimledir. lstanbul’u kompradorfarın istifa ettiğini duydum. Halkı soyanların kellelerini mızrağıma takıp Galata Kulesine dikeceğim! Zayıflan, çaresizleri himaye edeceğim, kılıcım üzerine söz veriyorum. Palavra! Palavra! Palavra!n Bu palavra, Viktorya’ dan öğrendiğime göre ccparol donör)) yani «Şerefim üzerine söz veriyorum!>• anlamına geliyordu. Ama bizim gafilfer Türkçe anlamını bildikleri için Donkişot’u: c<Palavra!» diye yuhaladılar. Şövalye’nin bu tezahürat çok hoşuna gitmiştil «Komprodorlara, işbirlikçilere ölüm! Palavrah> «Palavra !» <<Çocuklara şefkat!)) 9 ••Palavra!•> • eel nsanlara huzur ve saadet!.

)) ••Palavra Donkişot!•• ••Sulh, sukün, sükünet! . •• •<Süt, Yumurta, peynir, et!» ••Mızrağım1n üstüne, kılıcımın üstüne, kalkanımın üstüne, dünyanın en asil kanını taşıyan atım Rossinant’ın başına palavra!)) ••Palavra! . )) Her palavradan sonra gürültüyü duyan koşmuş, avlu dolup taşmıştı. Bu halk, üç beş büyük seçim atiattığı için büyük palavralara alışkmdı. Ama kendi nutkunu bir tek kelimeyle eleştiren bir konuşmacıya şimdiye kadar hiç rastlamamışlardı. Hatibi atından alaşağı edip omuzlamak istediler. Ama Donkişot şimdiye kadar böyle bir gösteriyle karşılaşmadığı için şaşırmış, mızrağı ile meçhul bir düşmana karşı gard vaziyetine geçmişti. ccTelaşlanmayınız asil ve kahraman şövalyem! . dedim. «BU bir sevgi tezahürüdür!» Onu attan alıp omuzlamayı yet� bulmayan kalabalık, Rossinant’ın birer bacağından beşer onar çift elle yakalayarak Hırka-i Şerif tulumbası gibi omuzladılar. Ressinant ve asil binicisi Şövalye De La Manş, yüz kiloyu aşmadığı için bu iş çok zahmetsiz o o oldu. Insan başına ancak bir iki kilo kadar bir yük düşüyordu. Istanbul surları istikametinde başladılar, marş marşla koşmağa … Bu gidişle atlı ve yayan, yaptığım yol tahminleri boşa çıkacaktı. Bu hızla iki saate varmadan Edirnekapl’daydık. Bir ara kemikleri birbirine geçen Rossinant, tabii ihtiyaçları- •• nın en küçüğünü edaya kalkışınca … Once arka ayaklarını omuzlayanlar, sonra ön ayakları kucaklayanlar, Rossinant’ı taşımanın, Cadillac omuzlamak gibi temiz bir iş olmadığını anlayıverdiler.

Son model bir Pakart, bir Cadillac, deposundan ne bir damla benzin, ne radyatöründen bir damla su akıtırdı. Ama Rossinant 10 gibi asır görmüş bir taşıt, her deliğinden her çatiağından seksen çeşit sızıntı yapabilirdi. Kalabalık, Rossinant’ ı yol üstünde bırakıp bir anda kayboluvermişti. Son defa eller kalktı, mendiller sallandı. Şövalyeler şövalyesi Donkişot De La Manş, «Hak ve hakikat yolundan ayrılmayacağım, vadediyorum, palavra, •• diye son bir defa daha bağırdı. Uzaklardan uğultu halinde karşıliğı geldi: •• Yu uuu, palavraaa. )) 111 ‘ • BEYGiR KASAPIJ\RINA KARŞI Yanımızdan hızla geçen eski model bir Ford, Rossinant’ı ü rkütmüştü. «Kaç yıldır alışamadı bu beygirsiz arabalara)) dedi, ccÜrküyor mübarek hayvan. Üzerinde benim gibi ünlü bir binici olmasa, tepetaklak gitmemiz işten bile değil!» «Haklısınız şövalyem!» dedim . • «Istanbul’ da ünlü biniciler var mı?» «Kalmadı şövalyem, Şimdi ata sütçülerle, sünnet çocukları biniyor. » var.» «Peki şövalyeler neyle dolaşıyor?>> «Cadillaclarla. Yalnız Şövalye Kasım Gülek’in bir eşeği «Cadillac’ı yok mu?» «Olsa da binemez. Adam çiğnetiyor.)) Arkamızdan gelen otobüsün şoförü başını çıkarıp bağırdı: «Destur babalık! Bu yolun birazını da bize bıraksan!)) c<Babahk!» kelimesini, ccAsil şövalyem!»le değiştirerek çevirdim.

Sözü ccGeçmemize müsaade buyur!)) biçimine sokarak. 12 «Geçebilirsin, müsaade ettim!» diye mızrağım yol boyunca • uzattı. Bu asil davranışa, otobüs yolculanndan biri hiç de nazik olmayan bir gülüşle cevap verdi: HUian müze bekçisi görmesin senH Atar askeri müzeye alimallah!» lar.» ccYuuu enayi, film çeviriyor’» Şövalyemiz onlara karşılik verebilmek için bana: «Ne söylüyorlar?» diye sordu. «Şu gördüğümüz kahraman, şövalyelerin en asili, diyorYutmamıştı saytn şövalyemiz: <> dedi, «Sizin Fatih istanbul ‘u kaç günde fethetti?)) u52 günde.» 13 «Ben kaç günde fethedeceğim?» <• «Belki bir saatte., Ama o atlı, ben yaya, akşam olmuş, sunara bile varamamıştık. Rossinant yerinde saymağa başlamıştı. Ayaklan geri geri gidiyordu. Benimse. açlıktan imanım gevremişti. Başım dönüyordu. Donkişot’u kışkırtmak için: «Asil enayimh> dedim. «Kale kapıları kapanmadan girelim kente!»

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir