Rıfat Ilgaz – Şeker Kutusu

“İndir!” dedi, “Ne kadar kutun varsa indir!” Şekerci kalfası, üzeri çiçekli, içi dışı kadifeli, iç kapağının ortası aynalı, pırıl pırıl selefonlu, ne kadar kutu varsa, serdi tezgahın üstüne. Ali Y ılmaz, iç kapağı aynalı kutuyu kestirmişti gözüne: “Ne kadar şeker alır bu kutu?” diye sordu. “Bir kilo alır! Karışık mı yapalım?” “Karışık … Biraz çikolatalı, biraz badem ezme li … Altına da bir sıra lokum, fıstıklısından! Anlıyorsun ya! Temiz bir şey olsun!” Şekerci, yirmi yaşındaki bir delikanlının böyle bir kutuyu kime göndereceğini kestirmişti çoktan. Ali Yılmaz: “İki kat kağıda sarın kutuyu!” dedi, “Şıklığı dışarıdan belli olmasın!” Bu, biraz da onun sıkılganlığını gösteriyordu. Şekerci isteğinden daha güzelini yaptı. Sardı, sarmaladı, sırmalı ipierin düğümlendiği yere de firmanın yaldızlı etiketini yapıştırdı. İki kat kağıda sardıktan sonra: “Buyrun!” dedi, “Kime verirsen ver, mahcup olmazsın! Haydi güle güle! . ” Gitti, karşıdaki koltuk meyhanesinden, ayak üstü iki tek votka çekti. Duvardaki aynada kravatının üçgenini denkleştirdi. Lacivert çizgili ceketinin üst cebindeki mendili yeniden katladı, koydu yerine. İki votka adamakıllı artırmıştı cesaretini. Çiçekçinin önünden geçerken, birden daldı içeri: “Karanfil!” dedi, “On tane kadar, kırmızı karanfil.


Bir sıra da kenarlarına beyazlarından!” Çiçekçi, karanfilleri jelatin kağıdına sardı güzelce, tutuşturdu eline. Hiç düşünmemişti çiçekleri nasıl götüreceğini. Utanırdı böyle şeylerden. Bir Bayram gazetesi aldı, koydu çiçeklerin arasına. İki kadeh votka daha çekmesi gerekirdi, kapıyı çalabitmesi için. Meyhane şuracıktaydı, ayak üstünde yapındırdı. Artık nereye olsa gidebilirdi. Dokundu Sevgi’nin kapısındaki zile … Ev, tıklım tıklım misafirdi, bir yılgınlık çöktü içine. Elindekileri kapıdan verip gitse, ne iyi olurdu! İster istemez girdi içeri, merdivenleri çıktı. Çiçekleri uzattı nişanlısına. Çiçekler, şeker kutusundan daha çok ilgilendirmişti Sevgi’yi. Kutu, çifter çifter sarılı olduğu için, ne biçimi belli oluyordu, ne içindeki aynası: “Hele kağıtları bir sıyırsın!” diye düşündü, “Bayılır o zaman!” Tam yirmi lira yalnız kutusuna vermişti. Lacivert kadife ka8 pağın içinde, yürek biçimi pırıl pırıl bir ayna vardı ki, hangi kız görse ağzının suyu akardı. Hele bir açsın kutuyu! Büyükterin elini öptü sıradan. Geriye kalanlarla tokalaştı. Sevgi’nin uzattığı şekere, parmakları titreyerek uzanırken, keskin bir arpej kokusu, fırıl fırıl döndürmüştü başını. Çok oturmadı, kapıdan çıkarken rahat bir soluk almıştı. Ne olursa olsun, büyük bir yük kalkmıştı üzerinden.

Onun için bayramın ödevi bitmiş, bayramın kendisi başlamıştı. İki kadeh rakıyla bir açış yapmalıydı. Tuttu, Karanfilli Meyhane’nin yolunu! Sevgi, her bayram Metahat Hanım’ın elini öpmeden yapamazdı. Taa okul sıralarında alıştırmıştı onu. Her bayram, okulu bitirdiği halde, onun yumuk yumuk ellerini öpmedi mi, kendisini okul yüzü görmemiş bir mahalle kızı sayardı. Elini yüzünü yıkadı, taradı saçlarını … “Anneciğim!” dedi, “Gidiyorum Metahat Hanım’ a. Para ver de, bir kutu yaptırayım!” Bayramiaşmak güzeldi ya, işin bu masraflı yanı hoşuna gitmiyordu annesinin: “Ne parası!” dedi, “Al götür şu kutu yu!” Öyle ya!. Şeker, her yerde aynı şekerdi. Ne farkı vardı kutuların birbirinden! “Olur mu anneciğim!” diyecek oldu Sevgi . “Hadiii!” dedi annesi, “Çok konuşma! Al götür, parayı sokaktan toplamıyoruz!” İster istemez, şeker kutusunu sıkıştırdı koltuğunun altına. Tütüncüden bir Bayram gazetesi aldı, sardı sarmaladı. Tam kapısının önünde yakaladı Melahat Hanım’ ı. “Ooo!. Sen misin Sevgiciğim?” dedi, “Tanıyamayacaktım az 9 daha. Büyümüşsün maşallah, koskocaman bir kız olmuşsun!.

” Sevgi, eski öğretmeninin elini öperken, o da yanaklanndan öptü. Düşüneeli kızdı Sevgi: “Herhalde bir yere gidiyorsunuz!” dedi, “Başka bir gün rahatsız ederim sizi!” Kutuyu, üzerindeki gazeteyle birlikte, uzattı Melahat Hanım’a: “Buyrun efendim!” Üstelemedi Melahat Hanım: “Mersi!” dedi, “Beklerim kızım, başka bir gün!” Müfettiş Cemal Beyler’ e gidiyordu. Ankara’dan her bayram üç beş günlüğüne gelirdi annesine. Terfi senesiydi Metahat Hanım’ın, bu bayram mutlaka görmesi gerekirdi. Müfettişi: “Hazır şeker de geldi işte!” dedi, “Şekercinin önünde kuyruğa girmektense … ” Cemal Bey, güler yüzle karşıladı Metahat Hanım’ ı: “İyi oldu geldiniz!” dedi, “Bu yıl yeniden iki Kız Sanat Enstitüsü açılacak. Bunların başına bilgili, tecrübeli yönetmenler gerekiyor!” İçi cız etmişti Metahat Hanım’ın, okuldan da, arkadaşlanndan da çok memnundu. Kendini toparlayarak: “Evet Müfettiş Bey!” dedi, “Düşündüm ki, bu yeni okullara sizden daha elverişlisini bulmak çok zor! Yönetmen kolayına yetişmiyor, memlekette … Sizin ‘terfi’ yalnız Melahat Hanım!” “Siz bilirsiniz!” demekten başka çare bulamadı. Biraz daha ileri giderek: 10 “Efendim!” dedi, “Gösterdiğiniz güvene çok teşekkürler. Size karşı mahcup olmamaya çalışacağım … ” Daha ne konuşacaktı ki, kalktı ayağa: “Hay Allah!” dedi içinden, “Kendi ayağıınızia tutulduk!” Başı önüne düşüvermişti. Cemal Bey’in annesi Hadiye Hanım, öğretmeniere el öptürmeye bayılırdı. Hele öpen, böyle bir Müdire Hanım olursa … Gururla uzattı elini. Bir müfettiş anası olmanın tadını çıkarmıştı. Hemen Me la hat Hanım’ ın peşinden: “Cemalciğim!” dedi, “Ben çıkıyorum, bizim Naciye Abla’ya kadar bir uzanayım!” “Benden de selamlar.” Giydi mantosunu. Üvey ablasıydı Naciye Hanım, hemen arka sokakta oturdu.

Tam kapıdan çıkarken uzandı, masanın üstünde duran kutuyu aldı eline, Melahat Hanım’ın getirdiği kutuyu . “Gitmişken … ” dedi, “Şunu da götüreyim bari!” Ablasını, açık pencerenin önünde yakaladı, çıktı merdivenleri, elini öptü. Oğlu Şenol’ u sordu, çok severdi Şenol’ u. Bunu Naciye Hanım da bilirdi. Yapma bir üzüntüyle: “Çıktı sabahtan!” dedi, “Çok üzüyor beni! Top … Top … Bayram demez, seyran demez, top, top, top!” “Oynayabiliyor mu bari?” “Yakında aylığa geçireceklermiş. Aklım ermiyor hiç top oynayana aylık verirler mi?” O da bilmiyordu; ama avutmak için: “Neden vermesinler!” dedi, “Bu kadar insan, para verip on11 ları seyrediyor. Geceleri bile top meydanlarına �oşuşuyorlar!” Böyle demesi, bir .bakıma gerekliydi de … Çıkarıp, bir yüz kağıt bırakması gerekecekti sonra! Başka ne konuşacaktı, kalktı birden. Yürüdü merdivenlere doğru … Şeker kutusu geride, masanın üstünde kalmıştı: “Hoşçakal, bize de buyur!” demeyi de unutmadı. Şenol, yorgun argın gelmişti antrenmandan, pestili çıkmıştı. Masanın üstünde şeker kutusunu görünce: “Nerden bu?” dedi, ” Kim getirdi?” “Teyzen!” Kutuyu aldı eline, evirdi çevirdi … Tak tak vurdu kapağına: ” Kıyak kutu!” dedi, “Bizim başkana götüreceğim bunu!” “Ne başkanı?” ” Kulüp başkanı! Diyeceğim ki, ‘Reis Bey, bıktım bu amatörlükten! Geçir artık kadroya da, beş on kuruş uçlanalım!’ … Haa, ne dersin? Anne be, dünkü çocuklar profesyonel oldu, biz bayram demez, seyran demez ağzımızı poyraza açıp koşuyoruz!” “Aklım ermez benim, ne yaparsan yap! Götüreceksen, al götür kutuyu!.” Giyindi, çıktı. Başkanları, sayılı bir belediye meclisi üyesiydi. Hani şu, kimseye hayrı dokunmayan meclis üyelerinden! Kutuyu bıraktı büfenin üstüne, elini öptü. “Sen hiç merak etme!” dedi, ” Gördüm, geçen gün oyununu! Yakında gireceksin kadroya! Antrenmanların, sakın bırakma peşini!” 12 Böyle, kimlere neler vaadetmemişti ki .

Adamakla mal mı tükenirdi? Çok oturmadı Şenol, saygılı çocuklu. Genç futbolcu çıkar çıkmaz, belediye medisi üyesinin kızı Sevim, yapıştı kutuya: “Babacığım!” dedi, “Bunu halama götüreceğim ben!” “Kime götürürsen götür!” Sürdü, sürüştürdü Sevim, bayramiıkiarını giydi, atladı bir dolmuşa. Yüreği küt küt _ ata ata çıktı merdivenleri. ” Ya Ali Ağabey evde değilsee … ” diye düşünüyordu. Dokundu parmağının ucuyla zile. Kapıyı halası açmıştı. Saygıyla öptü elini. Yakışıklı evlat doğuran ananın eli, işte böyle öpülürdü. Kutuyu, utana sıkıla koydu masanın üstüne: “Halacığım!” dedi, “Nerde Ali Ağabeyim?” Halası da domuzun domuzuydu. Kızın yüreğine indirmek ıçın: ” Ali mi?” dedi� “Nişanlısına kadar gitti!” Daha fazla oturup da ne yapacaktı Sevim? Kimbilir ordan çıkınca hangi meyhaneye gidecekti! Tadı kaçınıştı konuşmanın. Bir biçimine getirdi, gene öptü elini, girdi yola. Geceyarısına doğru, Ali Yılmaz, bulut gibi eve döndü. Annesi her zamanki gibi uyumarnıştı gerie: “Nerde kaldın, merak ettim!” diye çıktı karşısına. ” Bayram değil mi? Biraz oturduk arkadaşlarla! ” Yalnız oturmamıştı, oturup içmişti de … lık defa hak verdi annesi. Ali Yılmaz ceketini çıkarırken, masadaki şeker kutusuna gözü ilişti: 13 “Kim geldi?” diye sordu, “Kimden bu kutu?” “Sevim’ den ha!” dedi, “Güzel kız olmuş, geçen gün gördüm de … ” “Bırak onları! Kaç yıldır kapımızın ipini çekmiyorlardı!” Ali, asıldığı gibi kopardı, kutunun ipini, kağıdını sıyırdı.

Bir kat . Bir kat daha! . “Amma da sıkı sarmışlar haaa!” diye söylendi. Açtı kapağını, içinden okkalı bir badem ezmesi seçerken kendini görür gibi olmuştu. “Bu ne!” dedi, “Ayna var kapağında!” Annesi de görmüştü kutuyu: “Aman!.” dedi, “Ne güzel, ne sevimli kutu bu!. Nişanlıya getirilmiş gibi!” “Sen, benim aldığım kutuyu görecektin ki. Aklın dururdu! Bunlar paralarma kıyıp şeker mi alabilirler be!” İçinden bir badem ezmesi daha seçti, attı ağzına. Bir de annesine uzattı: “Ye!” dedi, “Üvey de olsa kardeşinin yolladığı şeker! . Kendi malın gibi ye!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir