Ingvar Ambjörnsen – Barkvik Cinayetleri

Gözlerimi yumdum, eski kolt tabancanın namlusunu ağzıma soktum. Makine yağı ve metal kokuyordu. Hoşçakalın pislik çuvalları, diye düşündüm ve tetiği çektim. Karanlıkta zayıf bir tıkırtı. Yaşamda tek başınaydım ve kim bilir ne zaman aptalın teki bu tabancanın namlusuna erimiş kurşun dökmüştü. Ve sonra da Ernst Amca’ya o yılın en iyi Norveççe polisiye romanını yazdığı için onur ödülü olarak vermişti. Ernst Amca’nın adının ödüller ve onurlarla birlikte anıldığı günler çok geride kalmıştı. Şimdilerde genelde ünü giderek kötüye gidiyordu. Amcamın doruklarda olduğu sıralarda ben daha bebek beziyle dolaşıyordum. Ernst Amca’yı seviyordum çünkü kaybettiğinde sızlanan biri değildi. Arada sırada şöyle şeylerin aklıma geldiği oluyordu: Benim babam sen olmalıydın! Ya da daha iyisi: Benim babam aslında sen olmalısın kesinlikle! Ama hayır. Annemin o taraftan gelmiş baskıya ya da cazibeye karşı koyamamış olmasını beklemek çok fazla şey ummak olurdu. Bildiğim kadarıyla annemin polisiye romanlarla bile arası iyi değildi. Kolt tabanca elimden yere düştü, yattığım yerde tavana bakmaya başladım. Yaklaşık yedi yüz milyon sigaradan sonra sarı kahverengi olmuştu.


Odadaki mum kokusundan Ernst Amca’nın yazı masasındaki mumun yanıp bittiğini anladım. Ortalık yarı karanlıktı. Yalnızca kitaplıktaki ayaklı lambanın ve ekran koruyucusu devreye girmiş bilgisayar ekranının ışığı vardı. Neredeyse hiç ses yoktu. Mosse Yolu’ndaki araba trafiğinin uzaktan gelen sesleri yağmur oluklarından birinden gelen şıkırtılara karışıyordu. Yağmur yağıyordu. Çok rahattım. Yaşamımın geri kalanını bu divanda yatarak geçirebilirdim pekâlâ. Ama insan böyle düşünmemeli, çünkü o zaman telefon çalıyor. Benim durumumda çalan Ernst Amca’nın cep telefonuydu. Ayağa kalkıp telefonu açtım. “Ernst Moberg’in telefonu!” “Selam Fillip, ben Terningvold!” Zaten telefonun ekranında görmüştüm. Yani arayanın Terninger olduğunu. “Merhaba,” dedim. “Sana herhangi bir konuda yardımcı olabilir miyim?” “Olabilsen hiç şaşırmazdım.

Telefonu Ernst’e vermeye ne dersin? Sesini duymak gerçekten çok güzel ama aslında ben şimdi onunla konuşmayı düşünmüştüm.” “Sanırım bu biraz zor olacak,” dedim. “Yatmaya gitti. Yani daha doğrusu henüz kalkmadı.” “Elbette. Saatin kaç Fillip?” “Yediyi birkaç dakika geçiyor,” dedim. “Akşamın yedisinden mi söz ediyoruz yoksa sabah yediden mi? Benim bulunduğum yerde saat akşamın yedisi. Evet, yani burada, Majorstua’da.” “Bir deneme yapayım,” dedim. “Hayır öyle bir şey yapma sakın! Senin yapman gereken şey hemen şu anda telefonu Ernst’in eline vermek! HEMEN ŞU ANDA! Anlaşıldı mı?” Böyle bir ruh durumundayken onunla konuşmakla uğraşmadım. Telefonu gömlek cebime koyup ikinci kata çıkan dik merdiveni tırmandım. Ernst Amca’nın yatak odası kapısı açıktı. Yatağın üzerinde çaprazlama, çıplak olarak yatıyordu. “Terninger arıyor,” dedim. “Cehennemin dibine gitmesini söyle,” dedi amcam.

“Sana cehennemin dibine gitmeni söyleyecekmişim,” dedim telefona. Ernst Amca bir anda doğrulup oturdu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir