John Verdon – Dave Gurney #1 – Aklından Bir Sayı Tut

ÖVGÜLER “Çok, çok uzun zamandır okuduğum en iyi romanlardan biri olan Aklından Bir Sayı Tut aklınızı başınızdan alacak… John Verdon öyle ışıl ışıl ve incelikli yazıyor ki kıskanmadan edemedim.” Tess Gerritsen “Bu kitap bayatım boyunca okuduğum en iyi romanlar arasında ilk sırada… Dilbaz ve kalp parçalayıcı; okuyucu son sayfaya kadar şüpheli bir bekleyiş içinde bırakıyor. Zekice işlenmiş kurgusu nefesinizi kesecek… Asla kaçırılmayacak türden!” John Lescroat “Gerçekten de elinizden bırakamayacaksınız. Daha önce hiçbir eser beni bu kadar içine çekmemişti… John Verdon kusursuz karakterlerle bezeli kusursuz bir kurgu yaratmış ve gerçekten de işini biliyor.” Nelson DeMille “Bağımlılık yapıcı ve zihin kurcalayın… en derin, en ilkel korkularımızla kadar iniyor… Bu hikâye sizi demir çene tuzağı gibi yakalayacak.” Joseph Finder “Okuyucuyu yerinde kıpır kıpır eden, sayfalardan fırlayacakmış gibi canlı karakterlere sahip, zarif ve titizlikle yazılmış bir ilk yapıt” Faye Kelleran “Baştan sona zekice yazılmış, hızlı bir anlatıma ve keskin virajlara sahip. Aklından Bir Sayı Tut özgünlüğü ve kışkırtıcı konusu ile sivrilmeyi başarıyor.” John Katzenbach. “Neredeydin? ” dedi yataktaki yaşlı kadın. “Tuvaletimi yapmam gerekiyordu ama yanımda kimseyi göremedim. ” Genç adam, onun hırçın ses tonuna karşılık, ayakucunda duruyor ve sakin bir şekilde gülümsüyordu. Kelimelerin ne anlama geldiğini unutmuş gibi, belli belirsiz bir sesle “Tuvaletimi yapmam gerekiyordu, ” diye tekrarladı. Adam, “Sana iyi haberlerim var, anne, ” dedi. “Yakında her şey yoluna girecek. Her şey hallolacak.


” “Beni bıraktığın zamanlarda nereye gidiyorsun? ” Sesi daha net ve hırçındı. “Uzağa değil, anne. Benim asla uzağa gitmediğimi iyi biliyorsun. ” “Yalnız kalmaktan hoşlanmıyorum.” Yüzüne bir gülümseme yayıldı; neredeyse mutlu olmuştu. “Çok yakında işler düzelecek ve her şey olması gerektiği gibi olacak. Bana güvenebilirsin, anne. Durumu düzeltmenin bir yolunu buldum. Aldığını geri verecek, vermiş olduğunu aldığı zaman. ” “Öyle güzel şiir yazıyorsun ki… ” Odada hiç pencere yoktu. İçerideki tek ışık kaynağı olan, yatağın yanındaki duvara yapışık lamba, kadının boğazındaki büyük yarayı ve gözlerindeki gölgeyi belirginleştiriyordu. Duvarın arkasında parlak bir şey görmüşçesine uzaklara bakarak, “Dans etmeye gidecek miyiz? ” diye sordu. “Tabii, anne. Her şey mükemmel olacak. ” “Benim Ördek Dickie’ın nerede? ” “Yanı başında, anne.

” “Ördek Dickie yatağa gelecek mi? ” “Uyku vakti, uyku vakti, uyku vakti. ” “Tuvaletimi yapmam gerekiyor, ” dedi, cilveli denebilecek bir tonla. Jason Strunk anlatıldığı kadarıyla otuzlarında, sessiz sakin, silik tipli bir adamdı. Komşuların pek görmediği ve görünüşe bakılırsa duymadığı birisiydi; öyle ki hiçbiri onun söylediği tek bir kelimeyi bile tam olarak hatırlayamadı. Hatta konuşabildiğinden bile şüphelilerdi. Başını mı sallardı, merhaba mı derdi, birkaç kelime mırıldanır mıydı? Kimse hatırlamıyordu. Bay Strunk’ın orta yaşlı, bıyıklı adamlar öldürme takıntısı olduğu, cesetlerini eşi görülmemiş ve oldukça sinir bozucu bir şekilde ortadan kaldırdığı ortaya çıkınca, tüm komşuları şaşkınlıklarını dile getirdi, bazıları ise bir süre inanmadı. Adam, öldürdüğü kişilerin cesetlerini küçük parçalara ayırıp, renkli paketlere sardıktan sonra, onları Noel hediyesi olarak bölgedeki polis memurlarına gönderiyordu. Dave Gurney, Jason Strunk’ın bilgisayar ekranından kendisine bakan uysal yüzünü dikkatlice inceledi. Karşısındaki, Teşkilat Merkezi’nin arşivindeki orijinal sabıka fotoğrafıydı. Fotoğraf, gerçek yüz boyutlarına uygun olacak şekilde büyütülmüş ve kenarlarında Gurney’in yeni öğrendiği bir fotoğraf düzenleme programının araç çubuğu simgeleri sıralanmıştı. Parlaklık ayarı yapan simgelerden birisini Strunk’ın sağ gözüne doğru hareket ettirip, üzerine tıkladı. İyice belirginleşen bu bölgeyi incelemeye koyuldu. Daha iyi, ama yine de çok iyi değil. Gözler her zaman işin en zor kısmıydı – gözler ve ağız – ama anahtar noktalardı.

Bazen küçücük bir noktanın duruşu ve yoğunluğu üzerinde saatlerce çalışırdı. O kadar uğraşmasına rağmen bazen çok iyi sonuçlar elde edemezdi. Yeterince iyi olmadıkları için, bu sonuçlardan Sonya’ya ve tabii ki Madeleine’e bahsetmezdi. Gözlerin sırrı, gerilimi ve çelişkiyi her şeyden daha iyi yakalayabilmesindeydi. Gurney’in, birlikte kayda değer vakit geçirme şansına sahip olduğu katillerin gözlerinde gördüğü, acımasızlık izlerinin delip geçtiği çekingen bir uysallıktı. Jorge Kunzman’ın (en son çıktığı kişinin kafasını buzdolabında saklayan ve yeni bir sevgili bulduğu an buzdolabındaki kafayı yenisiyle değiştiren Walmart marketi çalışanı) sabıka fotoğrafını dikkatle incelediğinde de aynı bakışı yakalamıştı. Bay Kunzman’ın sıkkın ifadesinin ardında pusuya yatmış derin, siyah boşluğu fark etmesi; sonucu bildirdiği an Sonya’nın heyecan dolu tepkisi ve övgü dolu sözleriyle gerçeğin bir kez daha kanıtlanması onu memnun etmişti. Onu, Sonya’nın İthaca’daki galerisinde ‘Yakalayan kişinin elinden Katil Portreleri’ adıyla, üzerinde uğraştığı fotoğrafları sergilemeye heveslendiren şey, bu memnuniyet duygusu ve Sonya’nın koleksiyoncu bir arkadaşının aniden bu fotoğrafı satın almasıydı. Sanata ve özellikle güncel sanata ilgi duymayan, şöhretten nefret eden, yeni emekli olmuş bir New York Polis Teşkilatı () cinayet dedektifinin, küçük bir üniversite şehrindeki şık bir sanat sergisinin odağı haline nasıl geldiği sorusuna verilen iki, birbirinden çok farklı yanıt vardı: Biri kendisinin diğeri de eşinin. Ayrıca bu, eleştirmenlerin “ustalıkla incelenmiş, vahşeti gözler önüne seren, fotoğraflar karmasında yeni bir çığır” şeklinde tanımladığı bir sergiydi. Kendisine kalırsa her şey Madeleine’nin onu, Cooperstown Müzesi’nde, sanat hakkında bir kursa birlikte gitmeye ikna etmesiyle başlamıştı. Madeleine onu daima açmaya, dışarı çıkarmaya çalışırdı – çalışma odasından, evinden, kendisinden dışarı; içeriden dışarı. Gurney, kendi kontrolünü kaybetmemek için en iyi taktiğin bazen teslim olmak gerektiğini öğrenmişti. Sanat kursuna gitmeyi kabul etmesi de bu taktiğin gerektirdiklerinden biriydi. Kurs boyunca öylece oturup, bitmesini bekleme fikri gözünü korkutsa da, bu kursun baskılara karşı bağışıklık kazanmasını sağlayacağını umuyordu; en azından kursun sonrasındaki birkaç ay boyunca… Aslında miskin birisi değildi, hatta bundan çok uzaktı.

Kırk yedi yaşında olmasına rağmen elli şınav, elli barfiks, elli mekik çekebiliyordu. Yalnızca bir yerlere gitmeyi pek sevmiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir