Ngaio Marsh – Tiyatroda Cinayet

2 1 Piyes Başlarken 5 MAYIS günü Arthur Surbon, amcası Jacob Saint’i görmeye gitti. Arthur Surbon aktördü, Jacob Saint ise meşhur ve zengin bir tiyatro menajeri. Asıl soyadları başkaydı tabiî. Jacob Amca zengin olmaya başlayınca kendisine Saint ismini daha münasip görmüş, fakat yeğeni Arthur’un aynı adı almasına müsaade etmemişti. “Tiyatro âleminde bir Saint kâfi,” diye haykırmıştı. “Kendine ne isim uydurursan uydur Arthur, fakat benim adımı almaya kalkma! Sana Unicorn tiyatrosunda oynanacak piyeste de küçük bir rol vereceğim. Evet, bu iyiliği yapacağım, Arthur. Yalnız şunu unutma: Eğer kabiliyetin yoksa seni orada bir gün bile tutmam!” Arthur Surbon uşağın peşi sıra amcasının kütüphanesine doğru giderken o konuşmayı düşünüyordu. Fena bir aktör değildi. Bilâkis hakikaten kabiliyetli bir sanatkârdı. Kendi kendine, “Fevkalâde bir oyuncuyum,” dedi. “Şahsiyet sahibi, mükemmel bir aktörüm… Amcamı da tesirim altına alacağım… Ve eğer lüzumu olursa o silâhı kullanacağım… Amcamı alt edecek o müthiş silâhı. O benim hiçbir şeyi bilmediğimi zannediyor.” Kıravatını düzelterek dikleşti. Uşak kapıyı açarak, “Bay Surbon geldi, efendim,” diye haber verdi. Arthur Surbon omuzlarını dikleştirerek içeri girdi. Oyuna başlıyacaktı artık. Jacob Saint ultramodern masasının başında, ultramodern bir sandalyeye oturmuştu. Kübik bir lâmba yağlı, kat kat ensesini aydınlatmaktaydı. Sırtının adaleleri, gribeyaz kareli ceketinin altından bile belli oluyordu. Odaya puro ve Jacob Saint’in kullandığı hususi losyonun kokusu sinmişti. Hafif, hoş bir koku… Adam losyonunu ısmarlama yaptırır, başka kimsenin bunu kullanmasına da müsaade etmezdi. Hattâ metreslerinin bile… Son sevgilisi Janet Emerald’ın bütün ısrarlarına rağmen, kadına küçük bir şişe dahi vermeye yanaşmamıştı. Jacob Saint, “Otur Arthur, otur,” diye mırıldandı. “Bir puro iç… Bir iki dakikalık bir işim var, sonra konuşuruz.” Arthur Surbon bir sandalye çekerek oturdu, amcasının uzattığı puroyu reddederek kendi tabakasını çıkardı. Bir sigara yaktı. Jacob Saint tekrar önündeki kâğıtlara dalmıştı. Aktör amcasına bakıyor ve oturduğu yerde de rahatsız rahatsız kımıldıyordu. Bir iki dakika sonra Jacob Saint ona doğru döndü. Karikatürlerdeki yeni zengin tiplerine çok benziyen, iri yarı, kırmızı yanaklı, kalın dudaklı ve kaba sesli bir adamdı. — “Ne istiyorsun, Arthur?” dedi. Gayet sakindi. — “Nasılsın Jacob Amca? Romatizman iyileşti mi?” — “Romatizma değil nikris… Halim berbat… Sen ne istiyorsun onu söyle?” — “Unicorn’da oynanacak yeni piyes hakkında konuşmak istiyorum.” Arthur Surbon mütereddit bir tavırla amcasının yüzüne baktı. Adam gene sükûnetle beklemekteydi. “Şey… Amca… Bilmem rollerdeki değişikliklerden haberin var mı?” , — “Evet.” — “Ya!…” Surbon neşeli görünmeye çalışarak, “Peki bu değişikliği tasvip ediyor musun, amca?” diye sordu. — “Ediyorum tabiî.” — “Ama ben etmiyorum.” . Jacob Saint, “İster et, ister etme,” diye homurdandı. Arthur Surbon’un çehresi bembeyaz kesilmişti. Fakat buna rağmen vaziyete hâkim olmaya çalışıyordu. Aklından amcasına karşı kullanacağı o müthiş silâhı geçirdi. Sonra doğrularak, “Evvelâ,” dedi, ” ‘Carruthers’ rolü bana verilmişti. Ben o karakteri harikulâde bir şekilde canlandıracaktım. Fakat her nedense bundan birdenbire vazgeçildi ve ‘Carruthers’ rolü Gardener’e verildi. Herkesin sevgilisi Felix Gardener’e…” — “Stephanie Vaughan’ın sevgilisi Felix Gardener’e…” Arthur Surbon mosmor oldu. “O cihet mevzumuzun haricinde…” Dudakları titriyordu. Acı, yakıcı bir sevinçle hiddet ve kinin kalbinde dalga dalga kabardığını hissetti. Jacob Saint kaba kaba, “Çocukluk etme,” dedi. “Bana koşup vızıldanmanın da hiç faydası yok… ‘Carruthers’ rolünü Felix Gardener oynıyacak, çünki o senden daha kabiliyetli… Fevkalâde bir aktör o… Stephanie Vaughan’ı da gene aynı sebepten elde edecek her halde. Gardener’in cinsî cazibesi var… Evet, ‘Carruthers’ yani ‘Yılan’ rolü ona verildi. Sen de ‘Fare’yi oynayacaksın. O da oldukça büyük bir rol. Üstelik bunu zavallı Barclay Crammer’in elinden aldık. Halbuki o bu rolü bal gibi kıvırırdı.” — “Amca, ‘Carruthers’ rolünü ben istiyorum… Onu ben oynayacağım.” — “Bunu aklıdan çıkar! Sana ta işin başında mühim rolleri sırf yeğenim olduğun için alamıyacağını, kabiliyetin sayesinde yükseleceğini söylemiştim… Sana ilk fırsatı ben verdim… Ben olmasaydım o rolü de alamazdın… Haydi, git artık!” Bir an yeğenini sözdü ve sonra da kâğıtlarına doğru döndü. . Derin bir sessizlik oldu… Surbon ayağa kalkarak amcasına yaklaştı. Durmadan da, kuruyan dudaklarını yalıyordu. “Bütün hayatım boyunca beni ezdin, amca,” dedi. “Vakıa beni okuttun, ama bunu gururunu okşadığı için yaptın.” Saint bir rejisör edasıyla, “Kelimelerin üstüne basarak konuş ve sahnenin önüne doğru git,” dedi. “Amma da aktörsün Arthur.” — “Felix Gardener’den o rolü alın!” Jacob Saint ilk defa yeğenine dikkatle baktı. Sonra gözlerini açarak başını öne doğru uzattı. Bu, karşısındakini şaşırtan, hattâ korkutan bir hareketti. Saint de bu sayede Arthur Surbon’dan daha kuvvetli şahsiyetleri alt etmişti. Aktör hafifçe titredi. Jacob Amca, “Git artık,” dedi. “Bu şekilde konuşmaya devam edersen seni tiyatromdan atarım. Haydi, haydi, git başımdan!” — “Hayır, gitmiyeceğim.” Surbon iki eliyle yazıhaneye dayanarak boğazını temizlemek için hafifçe öksürdü. Sonra ağır ağır, “Senin hakkında çok şey biliyorum,” dedi. “Bundan haberin yok… Meselâ senin… Senin Mortlake’ye neden iki bin sterlin verdiğini biliyorum.” Bir an iki erkek dik dik birbirlerini süzdüler. Sonra Jacob Saint purosunun dumanını Arthur Surbon’a doğru üfleyerek, “Ya,” dedi. Hiddetlendiği, çok hiddetlendiği halde kendini tuttuğu belliydi. Sesi bir hayli boğuklaşmıştı. “Demek bana şantaj yapmaya karar verdin? Burnunu benim işlerime nasıl soktuğunu—” — “Onun şubatta yazdığı mektubun neden eline geçmediğini hiç merak etmedin mi? Ben o sırada sende—” — “Misafirdin Arthur! Sana sarfettiğim paranın boşa gitmediğini anlıyorum.” — “İşte mektubun bir kopyesi…” Surbon elini cebine sokarak bir kâğıt çıkardı. Parmakları titriyor, gözlerini amcasından alamıyordu. Bir robot gibi hareket ediyordu âdeta. Saint mektuba şöyle bir baktıktan sonra masanın üstüne fırlatıp attı. — “Bu mevzuu bir daha açarsan, seni şantajdan dolayı tevkif ettiririm!” Ciyak ciyak bağırmaya başlamıştı. “Seni mahvederim! Londra’da hiçbir tiyatroda iş bulamazsın! Anladın mı?” — “Felix Gardener’den o rolü al!” Sonra, sanki amcasının üstüne hücum etmesinden korkuyormuş gibi, bir tavırla geri geri gitti. “Yoksa ben seni mahvedeceğim!” Elini kapının tokmağına atmıştı. Jacob Saint ayağa kalktı. Uzun boylu, güçlü kuvvetli bir adamdı. Bu yüzden vaziyete de onun hâkim olması lâzımdı. Çünki onun yanında sıhhatsiz, tombul ve korkak Surbon bir çocuk gibi kalıyordu. Fakat bütün bunlara rağmen aktörde, sinsi bir üstünlük hissediliyordu. — “Ben gidiyorum,” dedi. Jacob Saint, “Hayır,” diye homurdandı. “Gitme. Gel otur… Gel otur da konuşalım…”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir