Irvin D. Yalom – Divan

ERNEST psikoterapist olmaktan çok memnundu. Her geçen gün hastaları, hayatlarının en mahrem kuytularına davet ediyorlardı onu. Her geçen gün Ernest onları rahatlaƨyor, onlara şeŅat gösteriyor, umutsuzluklarını hafifleƟyordu. Karşılığında ise el üstünde tutuluyor, hayranlık topluyordu. Para da tabii; gerçi Ernest sık sık düşünürdü de, paraya ihƟyacı olmasa bedava da yapardı psikoterapiyi. Ne mutlu işini severek yapana. Ernest da kendini mutlu bir adam sayıyordu zaten. Ondan da öte. Tanrı’nın sevgili kullarından olduğuna inanıyordu. Hayaƨnın amacını bulmuş bir adamdı o, göğsünü gere gere şunları söyleyebilecek bir adam: İşte tam ait olduğum yerdeyim, yeteneklerimin, çıkarlarımın, tutkularımın zirvesinde. Ernest dindar bir adam değildi. Ama her sabah randevu deŌerini açıp da o günü birlikte geçireceği canından aziz sekiz-dokuz insanın ismini gördü mü, ancak dindarlıkla ilişkilendirebileceği bir duygu sarardı bütün benliğini. İşte böyle zamanlarda, onu bu amaca yöneltmiş olduğu için -birilerine, bir şeylere- şükranlarını sunma isteğiyle dolardı. Bazı sabahlar, Sacramento Sokağı’nda, muayenehanesinin bulunduğu bu Viktoryen binanın çaƨ penceresinden sabah pusları arasında gökyüzüne bakar, psikoterapi ecdadının şafakta süzülüşünü görür gibi olurdu. “Sağ olun, var olun,” diye şakırdı.


Hepsine şükranlarını sunardı, umutsuzluğa şifa dağıtan bütün hekimlere. Öncelikle, semavi siluetleri belli belirsiz seçilen, hepimizin ecdadı sayılacak olan HazreƟ İsa’ya, Buda’ya ve Sokrates’e. Onların hemen alƨnda öncü atalar yer alırdı, biraz daha açık seçik: Nietzsche, Kierkegaard, Freud, Jung. Yere biraz daha yaklaşınca da dedelerimiz, ninelerimiz sayılacak terapistler: Adler, Horney, Sullivan, Fromm ve işte Sandor Ferenczi’nin tatlı tatlı gülümseyen yüzü. Birkaç yıl önce Ernest, ihƟsasını tamamlayıp da bütün hırslı genç nöropsikiyatristlerin tuƩuğu yolu tutarak nörokimya araşƨrmalarına yöneldiğinde -isƟkbalin ta kendisi, kişisel ķrsatların alƨn arenası- çaresizlik dolu çığlığına cevap vermişƟ ataları. Yolunu kaybetmiş olduğunu görmüşlerdi. Onun yeri bir bilim laboratuvarı değildi ki. Gelene gidene ilaç yazacağı psikofarmakoloji işi de değildi. Ataları, onu alıp kendi kaderine taşıması için bir haberci göndermişlerdi – bir kudret müjdecisine pek benzemeyen, tuhaf bir haberciydi bu. Ernest, terapist olmaya nasıl karar verdiğini hâlâ bilmiyordu. Ama ne zaman karar verdiğini haƨrlamaktaydı. Şaşırƨcı bir berraklıkla haƨrlıyordu o günü. Haberciyi de: Seymour TroƩer, sadece bir kez gördüğü bir adam, sonsuza dek bütün hayaƨnı değişƟren adam. Alƨ yıl önce Ernest’in bölüm başkanı, Stanford Hastanesi Tıbbi EƟk Komitesi’nde bir dönem sürecek bir göreve atamışƨ onu ve hakkında disiplin soruşturması yapacağı ilk kişi de Dr. TroƩer’dı.

Seymour TroƩer, psikiyatri camiasının babalarından sayılan yetmişlik bir hekimdi ve Amerikan Psikiyatri Birliği’nin başkanlığını yapmışƨ. Şimdi de otuz iki yaşında bir kadın hastasıyla uygunsuz biçimde cinsel ilişki kurmuş olmakla suçlanıyordu. O sıralar Ernest, ihƟsasını daha dört yıl önce tamamlamış bir psikiyatri doçenƟydi. Nöropsikiyatri asistanı olarak tam gün çalışıyordu ve psikoterapi dünyası hakkında tek kelimeyle safdildi – bu soruşturmanın, başka hiç kimse elini sürmek istemediği için kendisine verildiğini anlayamayacak kadar safdil: Yaşı ondan büyük olan Kuzey California’lı psikiyatristlerin hepsi de Seymour TroƩer’a büyük hürmet besler, bu adamdan çekinirlerdi. Ernest, görüşme yapmak üzere hastanenin sade döşeli idari ofislerinden birini seçmişƟ; gözü saaƩe Dr. TroƩer’ı beklerken resmi görünmeye çalışıyordu; masada, önünde duran şikâyet dosyası açılmamışƨ. Ernest, tarafsız kalabilmek amacıyla hiçbir ön bilgi edinmeden zanlı ile görüşme yapmaya karar vermişƟ, böylelikle kafasında önceden hiçbir yaklaşım oluşmadan dinleyebilecekƟ onun hikâyesini. Dosyayı daha sonra okur ve gerekirse ikinci bir görüşme ayarlardı. Şimdi koridorda yankılanan bir baston takırtısı duyuyordu. Dr. Trotter kör müydü yoksa? Kimse ona bundan bahsetmemişƟ. Hemen arkasından ayak sürümeye benzer bir ses çıkartan takırƨ gitgide yaklaşƨ. Ernest yerinden kalkıp koridora çıkƨ. Hayır, kör değil. Topal.

Dr. TroƩer, iki değnekle zar zor dengesini bularak koridorda ağır aksak ilerliyordu. Beli bir yana bükülmüştü ve değnekleri birbirinden çok ayrık tutuyordu, neredeyse kol kadar bir mesafe vardı iki değneğin arasında: Adamın güzel görünümlü, belirgin elmacık kemikleriyle çenesi mevzilerini korumuş, ama bunların dışındaki bütün yumuşak zeminler kırışıkların ve yaşlılık çillerinin isƟlasına uğramışƨ. Boyun derisi kat kat sarkıyordu ve kulaklarından beyaz beyaz kıl topakları ķşkırmışƨ. Yine de yaşlılık çökertememişƟ bu adamı – delikanlılıktan kalma, haƩa çocuksu bir şey varlığını korumuştu. Neydi ki bu? Belki de alabros ƨraşlı gri ve gür saçları veya giyimi, boğazlı beyaz kazağın üstüne giydiği mavi kot ceket. Koridorda tanışƨlar. Dr. TroƩer sendeleyerek iki adım aƨp girdi odaya, aniden değneklerini havaya kaldırdı, büyük bir gayretle dengesini buldu ve kendi etrafında dönüp sanki milim farkla yere serilmekten kurtulmuşçasına koltuğa yıkıldı. “Tam isabet! Şaşırttım seni, ha?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir