Irvin D. Yalom – Günübirlik Hayatlar

P aul Andrews’un bana gönderdiği bu e-postayla ilgimi çekmeye çalıştığına şüphe yoktu. Başarmıştı da. Ben de bir yazar olduğum için ona sırt çevirmem söz konusu olamazdı. İlham meselesine gelince, bu tür bir talihsizlik bana henüz uğramadığı için kendimi şanslı atfediyorum. Paul’e yardımcı olmaya oldukça hevesliydim. On gün sonra, Paul randevusuna geldiğinde görünüşü beni hayrete düşürdü. Nedense kıpır kıpır, biraz perişan, orta yaşlı bir yazar bekliyordum. Oysa karşımda yüzü kırış kırış olmuş ihtiyar bir adam duruyordu ve öylesine kamburdu ki yerdeki karoları yakından incelemeye çalışıyor gibiydi. Odama yavaş adımlarla girerken nasıl olup da Russian Hill’in yokuşlarını aşıp ofisime varabildiğini merak ettim. Her adımında eklemlerinin çıtırtısını duyar gibi oluyordum. İyice • 7. Günübirlik Hayatlar eskimiş çantasını elinden aldım, koluna girdim ve koltuğa kadar ona eşlik ettim. “Sağ ol, sağ ol genç adam. Kaç yaşındasın sen?” “Seksen,” diye yanıtladım. ”Ah ah, şimdi seksen olmak vardı!” “Peki ya siz? Siz kaç yaşındasınız?” “Seksen dört.


Evet, aynen öyle, seksen dört. Hiç inandırıcı gelmediğine eminim. Arkadaşlarım otuzlarımda gösterdiğimi söyler.” Ona dikkatle baktım. Bir an göz göze geldik. Muzip bakışlarından ve dudağında hazır bekleyen gülümsemesinden etkilenmiştim. Sessizce bakıştığımız birkaç saniye boyunca aramızda bir tür ihtiyar yoldaşlığı olduğunu hissettim. Sanki sisli bir gecede, bir gemi güvertesinde sohbete dalan ve aynı mahallede büyüdüğünü fark eden iki yolcu gibiydik. Birbirimizi daha ilk anda tanımıştık: Ebeveynlerimiz Büyük Buhran’ dan geçmişti, DiMaggio ile Ted Williams’ın efsanevi rekabetine şahit olmuştuk, yağın ve benzinin karneyle dağıtıldığı günleri, 9 Mayıs Zafer Günü’ nü, Steinbeck’in Gazap Üzümleri’ni ve Farrell’in Studs Lonigan üçlemesini hatırlıyorduk. Tüm bunlardan bahsetmeye gerek yoktu. Hepsi ortak birer parçamızdı, aramızdaki bağ sağlamdı. Artık işe koyulma vaktiydi. “Pekala, Paul, sana bu şekilde hitap etmemde sorun yoktur ,, umarım … Başını salladı. “Elbette yok.” “Seninle ilgili gönderdiğin e-postadan başka bir bilgim yok.

Yazar olduğundan, benim Nietzsche romanımı okuduğundan ve ilhamını yitirdiğinden bahsetmişsin.” “Evet ve sizden yalnızca tek bir görüşme talep ediyorum. Hepsi bu. Sabit bir gelirim olduğu için daha fazla görüşme bütçemi aşar.” • 8. Irvin D. Yalom “Elimden geleni yapacağım. O halde hemen başlayalım ve süremizi olabildiğince iyi değerlendirmeye çalışalım. Bu yazamama meselesiyle ilgili bilmem gerekenleri anlat bana.” “Sakıncası yoksa size biraz geçmişimden bahsetmek istiyorum.” “Elbette.” “Yüksek lisans günlerimden başlamalıyım. Princeton’ da felsefe doktorası yapıyordum. Nietzsche’nin determinizmle ilgili düşüncelerinin, ebedi tekerrürle ilgili kabulleriyle uyumlu olmaması üzerine bir tez yazıyordum. Ne var ki bu tezi bitiremedim.

Nietzsche’nin sıra dışı yazışmaları ve bunun gibi şeyler sürekli dikkatimi dağıtıyordu. Özellikle de Strindberg gibi yazar arkadaşlarına ve diğer dostlarına yazdığı mektuplar ilgimi çekiyordu. Zamanla Nietzsche’nin gelmiş geçmiş en güçlü sese sahip şair olduğuna karar verdim. Bu ses öylesine gümbür gümbürdü ki düşüncelerini bile gölgede bırakıyordu. Hal böyle olunca yatay geçiş yaparak doktorama edebiyat alanında devam etmek zorunda kaldım. Aradan yıllar geçti, araştırmalarım ilerledi ama bir türlü yazamıyordum. En sonunda, bir sanatçıyı yalnızca sanatın aydınlatabileceğini düşünerek tezi tamamen bıraktım ve onun yerine Nietzsche’yle ilgili bir roman yazmaya karar verdim. Maalesef bu proje değişimi, yazamama sorunuma çare olmadı. Bu sorun bırakın geçmeyi, heybetli bir dağ misali, yerinden bile kıpırdamadı. Ne yapsam ilerleyemiyordum. İşte bugün de hala bu noktadayım.” Şaşkınlık içerisindeydim. Paul seksen dört yaşındaydı. Tezini yirmili yaşların ortalarında yazmaya başladığını düşünürsek, altmış yıldır bu durum devam ediyordu. Okulu yıllarca bitiremeyen profesyonel öğrenci kavramına yabancı değildim ama altmış yıl da biraz fazla değil miydi? Hayatı altmış yıl boyunca askıda mı kalmıştı? Öyle olmadığını umuyordum.

Böyle bir şey mümkün olamazdı. “Paul, üniversite yıllarından bu güne dek hayatında ne gibi gelişmeler oldu?” • 9 • Günübirlik Hayatlar “Anlatacak pek bir şey yok. Elbette üniversitedi nihayetinde haddinden fazla kaldığıma karar verip kaydımı sildi. Ne var ki kitaplar benim bir parçam olduğu için onlardan asla uzaklaşmadım. Bir devlet üniversitesinde kütüphaneci olarak çalışmaya başladım. Yazabilme umuduyla emekli olana kadar burada kaldıysam da sonuç hüsran oldu. İşte bu. Hayatım bundan ibaret. Nokta.” “Biraz daha anlatır mısın? Ailen, hayatındaki insanlar. ” Paul sabırsız bir tavırla hızlı hızlı sıraladı. “Kardeş yok. İki evlilik. İki boşanma. Kısa ve acısız evlilikler.

Çocuksuzum, T anrı’ya şükür.” İşler iyice tuheflaşıyor, diye düşündüm. Başlangıçta ne kadar cana yakındı, şimdi ise bana olabildiğince az bilgi vermeye uğraşıyor. Ne oluyor acaba? Pes etmeden devam ettim. “Nietzsche’yle ilgili bir roman yazmayı planlıyormuşsun. E-postanda da Nietzsche Ağladığında’yı okuduğundan bahsetmiştin. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misin?” “Sorunuzu anlamadım.” “Romanımla ilgili ne düşünüyorsun?” “İlk başta biraz yavaş ilerliyor ama sonra daha akıcı hale geliyor. Fazla gösterişli diline ve kalıba sokulmuş, gerçekçi olmayan diyaloglarına rağmen bence genel anlamda çok da sıkıcı bir kitap değildi.” “Hayır, hayır … Benim sormaya çalıştığım, tam da sen Nietzsche’yle ilgili bir roman yazmaya uğraşırken karşına böyle bir kitap çıkmasıydı. Mutlaka bir şeyler hissetmişsindir.” Paul, bu sorunun ilgisini çekmediğini söylemek ister gibi başını salladı. Aklıma yapacak başka bir şey gelmediği için konuşmayı sürdürdüm. “Söylesene, bana nasıl ulaştın? Romanımı okuduktan sonra mı başvurmaya karar verdin?” . 10 .

Irvin D. Yalom “Ne oldu da bu kararı verdim bilmiyorum ama sonuçta buradayım.” İşte şimdi daha da ilginç bir hal aldı, diye düşündüm. Gelgelelim ona yardımcı olacaksam hakkında daha fazla şey öğrenmem şarttı. Her sorduğumda bana oldukça faydalı bilgiler getiren o kadim soruya sığındım: “Seni daha yakından tanımak istiyorum Paul. Sıradan bir yirmi dört saati nasıl geçirdiğini detaylı olarak anlatman bize yardımcı olabilir. Mesela bu hafta içindeki günlerden birini seç ve sabah uyanmandan başlayarak anlat.” Danışmanlık görüşmelerinde bu soruyu mutlaka sorarım çünkü hastanın yaşamıyla ilgili çok sayıda değerli bilgi edinmemi sağlar. Uyku, rüyalar, yeme düzeni, çalışma saatleri ve en önemlisi hastanın hayatındaki insanlar hakkında çok şey öğrenirim. Araştırmacı heyecanımı paylaşmayan Paul ise hafifçe başını sallayıp sorumu kovuşturmakla yetindi. “Konuşmamız gereken daha önemli bir şey var. Tez danışmanım Profesör Claude Mueller’le yıllar süren bir yazılı iletişimimiz olmuştu. Çalışmalarını biliyor musunuz?” “Yazdığı Nietzsche biyografisini okumuştum. Şahane bir çalışmaydı.” “İyi.

Çok iyi, böyle düşünmeniz beni bilhassa mutlu etti,” dedi Paul çantasına uzanıp ağır bir klasör çıkarırken. “İşte, bu yazışmaları getirdim. Bunları okumanızı istiyorum.” “Ne zaman? Şimdi mi?” “Evet, bu seans içerisinde yapabileceğimiz en önemli şey bu.” Saatime baktım. ”Ama yalnızca bir seansımız var ve bunu okumak bir ila iki saat alır. Bence yapacak daha önemli … ” “Doktor Yalom, bana güvenin. Ne istediğimin farkındayım. Okumaya başlayın. Lütfen.” . 11 • Günübirlik Hayatlar Afallamıştım. Ne yapmalı? Oldukça kararlı görünüyor. Zamanımızın kısıtlı olduğunu ona hatırlattım. Tek bir görüşmesi olacağının farkında.

Öte yandan, belki de ne yaptığını sahiden biliyordur. Belki bu yazışmaların onunla ilgili bilmem gereken her şeyi içerdiğine inanıyordur. Evet, evet, düşündükçe iyice aklıma yatıyor. Mesele bu olmalı. “Paul, bu yazışmaların seninle ilgili gereken bilgileri içerdiğini söylemeye çalışıyorsun sanırım.” “Eğer okumanız için bu varsayıma ihtiyacınız varsa, o halde yanıtım evet.” Ne tuhaf İçten diyaloglar benim mesleğim, aşina olduğum alan, rahat ettiğim bölge. Oysa şimdiki diyalogda her şey çarpık geliyor, sanki yerine oturmayan bir şeyler var. Belki bu kadar uğraşmaktan vazgeçip kendimi akışa bırakmalıyım. Ne de olsa seans onun seansı. Benim ayırdığım vaktin parasını ödeyecek olan da kendisi. Biraz afallasam da isteğine boyun eğdim ve uzattığı klasörü eğilip aldım. Paul bana üç halkalı klasörü verirken yazışmaların kırk beş yıllık bir dönemi kapsadığını ve Profesör Mueller’in 2002’de ölmesiyle son bulduğunu söyledi. Sayfaları rastgele çevirerek elimdeki malzemeye aşinalık kazanmaya çalıştım. Bu klasöre epey emek verilmişti.

İster alelade notlar olsun ister detaylı mektuplar, aralarındaki her tür yazışmayı saklamış, dizinlemiş ve tarihlendirmişti. Profesör Mueller’in mektupları özenle daktilo edilmiş ve oldukça şık bir imza ile sonlandırılmıştı. Paul’ünkiler ise (hem ilk başlardaki karbon kopyalar hem de sonraki fotokopiler) kısaca P harfiyle bitiyordu. Paul başıyla klasöre işaret ederek, “Lütfen okumaya başlayın,” dedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir