Irvin D. Yalom – Her Gün Biraz Daha Yakın

Psikoterapi edebiyatının, iyileşme destanını anlatan birçok çalışmayı kapsadığı doğrudur. Psikiyatristler, yüzyılın başından beri ender rastlanan ve öğretici değeri olan vakaları yayımlamak amacıyla seçmekte ve hastalar da altta kalmamak için kendilerinin geçmişe dönük anlatımlarını sunmaktadırlar. Bu kitap, hasta ve doktorun her ikisi için de özel bir anlam taşıyan hassas ve zor bir ilişki gelişmeye başlarken, tedavinin gidişini, aynı anda, hem hasta hem de doktorun bakış açısından anlatması yönüyle eşsizdir. Bu kitap, Stanford Üniversitesi’nde görevli olan eşim Dr. Irvin Yalom ve bundan sonra adı Ginny olarak geçecek olan hastalanndan biri tarafından yürütülen bir çalışmanın ürünüdür. 1970 yılının sonbaharında eşim, yardımcı terapistiyle birlikte yürüttükleri grup terapisine Ginny’nin devam etmesinin artık mantıklı olmadığına karar verdi, çünkü bir buçuk yıldır bu şekilde hiçbir ilerleme kaydetmemişti Ginny. Bu yüzden, bundan sonra bireysel terapide görüşmelerini önerdi. Ginny’nin problemi “yazar kilitlenmesini” de (yüksek amaçları olan bir yazar için çok ciddi bir şikayettir) kapsadığı için Dr. Yalom, Ginny’nin tedavi ücretini seans sonrası raporlar yazarak ödemesini şart koştu, bu da Ginny’nin yazı yazması için açık bir zorunluluk olacaktı. Aynı zamanda Dr. Yalom da haftalık görüşmelerinin ayrı bir raporunu hazırlamaya karar verdi. Böylece o ve Ginny bu raporları, terapötik fayda ümidiyle, altı ayda bir birbirlerine vereceklerdi. Bundan sonraki iki yıl boyunca doktor ve hastası, birlikte paylaştıkları saatleri kendi görüş açılarına göre kaydettiler, terapi sırasında konuşulmayan, sonradan akla gelen fikirleri, yorumları, duygu7 lan ve çağrışımları da sık sık yazılarına eklediler. Eşim hastalarını benimle hemen hemen hiç konuşmamasına rağmen, Ginny’yi bu şekilde yazmaya teşvik etmeyi düşünürken Ginny hakkmdaki bazı görüşlerinden haberdardım. Edebiyat profesörü olduğum içm bu projenin beni çok ilgilendireceğini biliyordu.


Her iki raporu da terapinin sonuna dek dikkatle saklamasını önerdim. Daha sonra daha geniş bir izleyici kitlesine sunmaya değip değmeyeceğine karar verebilirdik. Kendi kendime, iki farklı karakter ve iki ayırt edilebilir edebiyat tarzıyla, karşılıklı mektuplardan oluşan bir romana hiç benzemeyen bu seans sonrası raporların yayımlanabilir bir edebiyat eseri olup olmayacağını düşünüyordum. Boylece, müsveddeleri iki yıl sonra ilk kez özel bir ilgiyle okudum. Benim coşkulu değerlendirmelerim ve en az önyargılı hükümlerim yazarları bu kitabı basmaya iknâ etmemde işe yaradı. Hastanın kimliğini gizlemek ve doktorun kayıtlarını herkesin okuyabileceği şekle getirmek amacıyla gerekli bazs değişiklikler yapılsa da kitap özde orjinal metnin aynısıdır. Psikoterapinin ortakyaşam dramasına, destekleyici düşünceler ya da kurgusal olaylar eklenmemiştir. Doktorun anlatımı söz konusu olduğunda »ne yazık ki yanlış bir yere konan ya da sonsuza dek kaybedilen birkaç bant kaydı dışında- tek bir önemli düşünce eklenmiş ya da çıkarılmış değildir. Üsluba ait çok küçük düzeltmeler dışında Ginny’nin raporları hemen hemen hiç değiştirilmemiştir. Müsveddenin bazı açıklayıcı materyal olmaksızın anlaşılmasının zor olduğunu belirten birkaç okuyucunun ve terapiden sonra Ginny’ye ne olduğunu bilmek isteyen başka okuyucuların önerisiyle Dr. Yalom ve Ginny birer Önsöz ve son terapötik görüşmelerinden bir buçuk yıl sonra da birer Sonsöz yazdılar. Bu önsöz ve sonsözler kişisel ve teorik anlamda önemli bir bilgi ve açıklık kazandırmıştır. HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN 8 Yine de benim inancıma göre, asıl bölüm, psikiyatrik görüşmenin mahremiyetinde tanışan iki insanın hikâyesini anlatan ve şimdi de sizin onları onların birbirlerini tanıdığı gibi tanımanıza izin veren bir roman gibi okunabilir. Marilyn Yalom 20 Şubat 1974 HER GÜN BİRAZ DAHA YAKIN 9 Doktor Yalom’un Önsözü Birlikte en hassas deneyimleri yaşadığım hastalarımın unutulmaya yüz tutmuş isimleriyle dolu eski randevu defterlerini bulmak hep içimi burkmuştur. Birçok insan, birçok güzel an.

Onlara neler oldu? Birkaç katlı dosya dolaplarım, yığınlarca bant kayıtlarım bana büyük bir mezarlığı anımsatır, klinik dosyalara sıkıştırılan hayatlar, elektromanyetik bantlara hapsedilen sesler sessizce ve sonsuza dek dramlarını oynamaya devam ederler. Bu anıtlarla yaşamak bana keskin bir geçicilik hissi verir. Kendimi şu ana dalmış olarak bulsam da, çürüme havalelinin seyredip beklediğini hissederim – eninde sonunda yaşanan deneyimi alt edecek olan, fakat amansızlığıyla ıstırap ve güzellik bağışlayan bir çürüme. Ginny yle olan deneyimimi anlatma arzusu çok zorlayıcı bir arzu; çürümeyi safdışı etme ve birlikte geçirdiğimiz kısa havarimizin genişliğini uzatraa fırsatı çok ilgimi çekiyor. Bu hayatın okunmamış klinik notlar ve dinlenmeyen elektromanyetik bantların bulunduğu terk edilmiş bir depo yerine bir okuyucunun zihninde varolacağım bilmek ne kadar güzel. Hikâye bir telefon görüşmesiyle başlıyor. İnce bir ses adının Ginny olduğunu söyledi bana. California dan yeni gelmişti ve onu bana gönderen Doğu Kıyısındaki bir meslektaşımla birkaç aydır terapi görmekteydi, Iondra’da geçirdiğim bir izin yılından yeni dönmüş olduğum için boş zamanım hâlâ boldu ve iki gün sonrasi için Ginny ye randevu verdim. Onu bekleme salonunda karşıladıktan sonra koridoru geçip ofisime götürdüm. Yeterince yavaş yürüyemiyordum; Doğulu bir eş gibi 10 geriden sessiz adımlarla beni takip ediyordu. Kendine ait değildi, hiçbir şeyi birbirine uymuyordu – saçları, gülmesi, sesi, yürüyüşü, kazağı, ayakkabıları, her şey tesadüfen bir araya gelmişti ve hepsinin – saçların, yürüyüşün, eklemlerin, eskimiş kot pantolonun, askeri çorapların, her şeyin- aniden birbirinden ayrılması olasılığı vardı. Geriye ne kalacağını merak ettim. Belki sadece sırıtışı. Parçaları nasıl bir araya getirirseniz getirin pek hoş değildi. Ama garip bir şekilde çekiciydi.

Bir şekilde, sadece birkaç dakika içinde, elimden gelen her şeyi yapacağımı ve kendini tamamen benim ellerime teslim ettiğini bilmemi sağlamayı başardı. Bence bir sakıncası yoktu. O sırada çok fazla bir yük gibi gelmedi. Konuşuyordu. Yirmiüç yaşında olduğunu, eski bir opera şarkıcısının ve Philadelphia’lı bir işadamının kızı olduğunu öğrendim. Dört yaş küçük bir kız kardeşi ve yaratıcı bir yazma yeteneği vardı. Bazı kısa hikâyelerinden dolayı yakındaki bir kolejin bir yıllık yaratıcı yazma programına kabul edildiği için California’ya gelmişti. Neden şimdi yardım arıyordu? Geçen yıl başladığı terapiye devam etmek zorunda olduğunu söyledi ve hayattaki zorluklarını şaşırtıcı ve sistematik olmayan bir tarzda anlattı. Açık şikayetlerine ek olarak görüşme sırasında başka birkaç önemli problem alanlarını da fark ettim. Birincisi, çabucak ve soluksuz bir şekilde, ara sıra kendinden-nef- ret nakaratını vurgulayan metaforları kullanarak çizdiği kendi portre- siydi. Her konuda mazoşist olan birisi. Bütün hayatı boyunca kendi ihtiyaç ve zevklerini ihmal etmiş. Kendine hiç saygısı yok. O ve arkadaşları caddede yürürken bedeninden kurtulmuş bir ruh olduğunu düşünüyor-omuzdan omuza konan cıvıl cıvıl bir kanarya. Sadece çok narinken diğerlerinin ilgisini çektiğini düşünüyor.

Kendilik duygusu hiç yok. Diyor ki, “İnsanlarla olmak için kendi li HER GÜN BİRAZ DARA YAKIN mi hazırlamam gerekiyor. Ne söyleyeceğimi planlıyorum. Kendiliğinden oluşan duygularım yok. Ne zaman dışarı çıksam korku hissediyorum ve kendimi hazırlamam gerekiyor/’ Kendi öfkesini tanımıyor ve ifade etmiyor, “insanlara karşı büyük bir acıma hissim var. Yürüyen bir klişeyim: ‘Eğer insanlara söyleyecek iyi bir şeyin yoksa, hiçbir şey söyleme.’* Yetişkin hayatında sadece bir kere öfkelendiğini hatırlıyor: yıllar önce kendisine küstah bir şekilde emirler veren bir iş arkadaşına bağırmış. Bundan sonra saatlerce titremiş. Hiçbir hakkı yok. öfkelenmek aklına gelmiyor. Kendisini başkalarına sevdirmekle o kadar meşgul ki kendine başkalarını sevip sevmediğini sormayı hiç düşünmemiş. Kendini küçümseyerek tüketmiş. İçindeki küçük ses onunla sürekli alay ediyor. Kendini bir an için unutup içinden geldiği gibi yaşasa, içindeki zevkten hoşlanmayan ses onu sert bir şekilde utangaçlık kutusuna gen gönderiyor. Görüşmede kendi kendine gurur dolu tek bir hisse bile sahip olma izni veremedi.

Yaratıcı yazma programından söz eder etmez aceleyle bu programa tembellikle girdiğini hatırlattı bana; bu program hakkında dedikodu yoluyla bilgi almış, iki yıl önce yazdığı bazî hikâyeleri göndermek dışında resmi bir müracaat gerekmediği için başvurmuştu. Hikâyelerinin yüksek niteliği hakkında bir yorumda bulunmadı elbette. Edebi verimi yavaş yavaş zayıflamıştı ve şimdi ciddi bir yazar tutulmasının tam ortasındaydı. Yaşamla ilgili bütün problemleri erkeklerle ilişkilerine yansıyordu. Bîr erkekle uzun süreli bir ilişki içinde olmayı çok istemesine rağmen bir ilişkiyi sürdürmeyi başaramıyordu. Yirmibir yaşında, cinsel masumiyetten birkaç erkekle birden cinsel ilişkiye doğru bir geçiş yapmıştı (“hayır!” deme hakkı yoktu). Ergenlik dönemine ait, erkeklerle çıkma ve okşama aşamasına bile girmeden kendini yatak odasının penceresinden içeri attığı için sızlanıyordu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir