Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Kadın Budalası

Üç temmuz. Hava ağır, sıcaklık boğucuydu. O gün Velçaninov’un çok işi vardı. Öğleden önceki bütün zamanını oraya buraya koşmakla geçirmişti; akşam da Devlet Şûrası üyelerinden nüfuz sahibi birini görmeye gidecekti. İşini halledecek olan bu adamı, şehir dışında, Çornaya Nehri kıyısındaki evinde hemen ziyaret etmesi gerekiyordu. Akşamüstü saat altıda, Nevski Caddesi’nde, ‘Polis Köprüsü’ yakınındaki bir lokantaya girdi. Burası eski ve bakımsız bir yer olmakla beraber bir Fransız lokantasıydı. Her zamanki köşede, kendisine ayrılmış olan küçük masaya oturdu ve yemeğini söyledi. Her gün şarap parası hariç bir rublelik yemek yiyordu. İşleri iyi olmadığı için, ender olarak şarap içiyordu. Çoğu zaman nasıl bu kadar kötü yemekler yiyebildiğine şaşıyordu; bununla beraber her seferinde yemeğini son kırıntısına kadar silip süpürüyor ve sanki üç gündür açmış gibi büyük bir iştahla yiyordu. Kendisi de bunun farkına vardığı zaman: “Bu herhalde hastalıklı bir durum,” diyordu. O akşam küçük sofraya kötü kuruntularla oturdu; şapkasını köşeye attı, dirseklerini masaya dayadı ve düşünceye daldı. Genellikle kibarlığını koruyan ve gerektiğinde sakin kalmasını bilen bir adam olduğu halde, o akşam yakınında oturan herhangi biri en küçük bir gürültü yapacak veya garson derdini anlayamayacak olsa, Velçaninov’un kavga edeceği, hatta bir rezalet çıkaracağı kesindi. Çorbasını getirdikleri zaman kaşığı eline aldı; fakat sert bir hareketle masanın üstüne fırlattı ve iskemleden savrulur gibi oldu.


Beklenmedik bir düşünce onu birdenbire sarsmıştı. Günlerdir hiç ara vermeden kendisini boğan, nasıl olduğunu kendisinin de bilmediği ve anlayamadığı endişenin neden ileri geldiğini bir anda çıkarmıştı. Gökten vahiy inmiş gibi: “Şapka!. Evet o kötü şapka, üzerine yas tülü sarılı olan o iğrenç şapka: İşte her şeyin nedeni!.” Velçaninov düşünmeye başladı; fakat düşündükçe yüzü asılıyor ve bu olay ona oldukça garip görünüyordu. Durup durup: “Fakat… gerçekten bir olay var mı?” diye kendi kendine soruyordu. “Şimdi bunda olaya benzeyen ne var?” Olay şöyle gelişmişti: On beş gün kadar önce, Podyaçeskaya ve Maçşanskaya sokaklarının kesiştiği köşede, şapkasında yas tülü olan bir adama rastlamıştı. Bu olayın üstünden ne kadar zaman geçtiğini tam hatırlamıyordu. Bu adamın diğer insanlardan farklı bir özelliği yoktu; fakat hızla geçmiş ve Velçaninov’a son derece keskin bir bakış fırlatmıştı. Velçaninov bu yüzü bir yerden tanıdığını hemen hissetmişti. Galiba ona bir yerde rastlamıştı. “Hayatımda bunun gibi binlerce yüzle karşılaşmadım mı? İnsan her gördüğü yüzü ayrı ayrı hatırlayabilir mi?” Bu karşılaşmanın üzerindee bıraktığı etkiye rağmen yirmi adım ötede onu unutmuştu bile. Fakat gariptir ki bu etki nedensiz ve çok özel biçimde bir sinirlilik halinde bütün gün devam etti. Şimdi, aradan on beş gün geçtikten sonra, bütün bunları net bir biçimde anımsıyordu. O günkü gerginliğinin nedenini bilemediğini, anlayamadığını hatırlıyordu; o sabahki karşılaşmayla öğleden sonraki gergin ruh hali arasında bir bağlantı olabileceği aklına bile gelmemişti.

Fakat meçhul adam kendini unutturmamıştı; ertesi gün Nevski Bulvarı’nda Velçaninov’un karşısına yeniden çıktı ve ilkinde olduğu gibi garip bir bakışla gözlerini ona dikti. Velçaninov da nefretini göstermek için yere tükürdü. Fakat bu davranışına kendisi de hayret etti: “Öyle yüzler vardır ki her nedense insana müthiş bir iğrenme duygusu verirler, bunda ne var ki?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir