Vasili Grossman – Yaşam ve Yazgı 1

Toprağın üzerine sis çökmüştü. Otomobil farlarının ışığı, şose boyunca uzanan yüksek gerilim tellerinde yansıyordu. Yağmur yoktu, ama şafak vakti toprak nemliydi ve kırmızı trafik ışığı yandığında ıslak asfalt üzerinde belli belirsiz kırmızımsı bir leke oluşuyordu. Kampın soluk alıp verişi kilometrelerce öteden hissediliyor, teller, şoseler ve demiryolları gitgide yoğunlaşarak kampa doğru uzanıyordu. Düz çizgilerle dolu bir boşluktu bu; toprağı, sonbahar havasını, sisi kesen dikdörtgen ve paralelkenar* lardan oluşan bir boşluk. Uzaklardan ağır ve alçak siren sesleri duyuluyordu. Şose, demiryoluna doğru yaklaştı ve çimento torbalan taşıyan kamyon kafilesi sonu gelmez bir yük katarıyla hemen hemen aynı hızda bir süre yol aldı. Asker kaputu giymiş şoförler, yanlarından geçen dizi dizi vagonlara, soluk lekeler halindeki insan yüzlerine bakmıyorlardı. Sisin içinden betonarme direkler arasına gerilmiş sıra sıra tellerden oluşan kamp çiti ortaya çıktı. Barakalar, geniş ve düz sokaklar oluşturarak uzanıyordu. Barakaların tekdüzeliği çok büyük bir kampın zalimliğini ortaya koyuyordu. Milyonlarca Rus köy evi arasında birbirine tıpatıp benzeyen iki tane ev yoktur, olamaz da. Hepsi hayat doludur ve benzersizdir. İki insanın, iki yabangülü çalısının birbirinin aynısı olması düşünülemez… Yaşamın özgünlüğünün ve kendine özgü özelliklerinin kaba kuvvetle silinmek, yok edilmek istendiği yerlerde yaşam söner. Kır saçlı makinistin dikkatli, küçümseyerek bakan gözleri beton direklerin, -üzerinde hareketli projektörler olan başka yüksek direklerin, içinde camdan bir fanusla üstü örtülmüş makineli tüfeğin yanında bir askerin nöbet beklediği- beton kulelerin bir görünüp bir kayboluşunu izliyordu.


Makinist, yardımcısına göz kırptı, lokomotif uyarı düdüğü çaldı. Elektrikle aydınlatılmış kulübe, aşağı indirilmiş, çizgi çizgi boyalı parmaklığın önündeki araba sırası, trafik ışığının kırmızı boğa gözü bir an görünüp kayboldu. Karşı yönden gelen bir katarın düdük sesleri duyuldu uzaktan. Makinist, yardımcısına, “Zucker geliyor, korkunç sesinden tanırım onu, yükünü boşaltmış, boş vagonları Münih’e götürüyor,” dedi. Boş katar gümbürdeyerek, kampa giden katarla aynı hizaya geldi, parçalanan hava çatırtılı bir ses çıkardı, vagonların arasından gri ışıklar göz kırptı, sonra yine bir boşluk ve sonbahar sabahının ışığı, yırtık bez parçalan olmaktan çıkıp, düzgün uzanıp giden bir kumaş halinde birleşti. Makinist yardımcısı, küçük cep aynasını çıkarıp bir şey bulaşmış olan yüzüne baktı. Makinist, bir el hareketiyle ondan aynayı istedi. Makinist yardımcısı kaygılı bir sesle şöyle dedi: “Ah, genosse ] Apfel, inanın bana, şu vagonların de-zenfeksiyon işi olmasaydı, sabahın dördünde değil, Öğlene doğru canımız çıkmış olarak geri dönebilirdik. Sanki kavşak merkezinde dezenfeksiyon işi yapılamazmış gibi Dezenfeksiyonla ilgili sonu gelmeyen konuşmadan yaşlı adama bıkkınlık gelmişti. “İşine bak/’ dedi, “bizi yedeğe vermiyorlar, dosdoğru ana boşaltma alanına gidiyoruz/* 2 Mihail Sidoroviç Mostovskoy’ un bildiği yabancı dilleri II. Komintern Kongresi’nden sonra ilk kez ciddi olarak Alman kampında kullanması gerekmişti. Savaştan önce, Leningrad’da yaşarken arada bir yabancılarla konuşurdu. Londra ve İsviçre’deki göçmenlik yılları aklına geldi; oralarda, devrimci gruplar içinde pek çok Avrupa dili konuşulur, tartışılır, şarkılar söylenirdi. Ranza komşusu İtalyan papaz Gardi, Mostovskoy’a, kampta elli altı farklı ulustan insanın yaşadığını söylemişti. Yazgı, yüz ve giysi rengi, ayak sesleri, şalgamdan ve Rus tutuklulann “balık gözü” dedikleri yapay hintirmi-ğinden yapılmış ortak çorba.

Kamp barakalarının on binlerce sakininde bunların hepsi aynıydı. Yöneticiler açısından kamptaki insanlar numaralarına ve ceketlerinin üzerine dikilmiş bez şeridin rengine bakarak birbirinden ayrılıyordu: Siyasilerinki kırmızı, sa-botajcılannki siyah, hırsız ve katillerinki yeşildi. İnsanlar, dilleri farklı olduğu için birbirlerini anlamıyorlardı ama aynı yazgı onları birleştiriyordu. Moleküler fizik ve eski elyazması uzmanlan, kendi adını bile yazamayan İtalyan köylülerle ve Hırvat çobanlarla yan yana ranzalarda yatıyorlardı. Bir zamanlar aşçıya kahvaltı hazırlamasını buyuran ve iştahının olmadığını söyleyerek kâhya kadını telaşa düşüren nazlı biriyle tuzlu morina balığı yemiş biri tahta tabanlarını takırdatarak yan yana çalışmaya gidiyorlar ve Kosttrâger’in, yani bloklarda kalan Rusların “kostrig’ diye adlandırdıkları karavana taşıyanların hasretle yolunu gözlüyorlardı. Kamp insanlarının yazgılarındaki benzerlik, farklılıktan doğuyordu. Tozlu bir İtalya yolunun kıyısındaki küçük bahçeli bir geçmişin hayali, Kuzey Denizi’nin sıkıntılı uğultusuyla ya da Bobruyska bölgesinde komuta heyetinin evindeki portakal rengi kâğıt abajurla birleşiyordu. İstisnasız bütün tutuklulann geçmişi harikaydı. Bir insanın kamp öncesi yaşamı ne kadar zor geçmişse o kadar çok yalan söylüyordu. Bu yalan pratik amaçlara değil, özgürlüğün övülmesine hizmet ediyordu: İnsan kamp dışında nasıl mutsuz olabilirdi… Bu kamp, savaştan önce siyasi suçlular kampı olarak biliniyordu. Nasyonal Sosyalizm tarafından yaratılmış yeni bir siyasi mahkûm tipi ortaya çıkmıştı: Suç işlememiş suçlular. Mahkûmların çoğu arkadaşlarıyla konuşurken Hit-ler rejimi hakkındaki eleştirilerini dile getirdikleri, politik içerikli fıkra anlattıkları için kampa düşmüşlerdi. Bildiri dağıtmamışlar, yasadışı partilere üye olmamışlardı. Bunları yapabilecek olmakla suçlanıyorlardı. Savaş sırasında savaş tutsaklarının siyasi toplama kampına kapatılması da faşizmin bir yeniliğiydi.

Almanya topraklan üzerinde uçağı düşürülmüş İngiliz ve Amerikalı pilotlar, Gestapo’nun ilgisini çeken Kızıl Ordu komutanları ve komiserleri buradaydı. Onlardan bilgi, işbirliği, konsültasyon, her tür beyannamenin altına imza istiyorlardı. Kampta sabotajcılar, yani askerî fabrika ve inşaatlardaki işlerini izinsiz olarak bırakan devamsız işçiler vardı. Kötü çalıştıkları için işçilerin toplama kamplarına kapatılması da Nasyonal Sosyalizmin bir buluşuydu. Kampta cekederinde leylak rengi kumaş parçası olan insanlar vardı. Bunlar faşist Almanya’dan kaçan Alman sığınmacılardı. Bu da faşizmin bir yeniliğiydi: Almanya’yı terk eden biri, yurtdışmda rejime bağlılığını istediği kadar göstersin yine de politik düşman sayılıyordu. Ceketlerinde yeşil şerit olanlar, yani yankesiciler ve hırsızlar, politik kamptaki ayrıcalıklı kesimdi; komutanlık, siyasilerin gözetimi konusunda onlara güveniyordu. Bir adi tutuklunun politik tutuklu üzerindeki üstünlüğü de Nasyonal Sosyalizmin bir yeniliği olarak ortaya çıkıyordu. Kampta, birbirine benzer bir yazgıya karşılık gelecek bez renginin henüz icat edilmediği, her birinin yazgısı kendine özgü insanlar bulunuyordu. Yılan oynatıcısı bir Hindu’ya da, Alman resim sanatını öğrenmek için Tahran’dan gelmiş bir İranlıya da, fizik öğrencisi bir Çinliye de Nasyonal Sosyalizm ranzada yer, bir tas sulu çorba ve bataklıkta on iki saatlik çalışma hazırlamıştı. Trenlerin ölüm kamplarına, toplama kamplarına hareketi gece gündüz devam ediyordu. Tekerleklerin takırtısı, lokomotiflerin homurtusu, giysilerine dikilmiş beş rakamlı mavi numaralarıyla çalışmaya giden yüz binlerce kamp sakininin ayakkabılarının çıkardığı gürültü yayılıyordu havaya. Kamplar Yeni Avrupa’nın kentleri olmuştu. Kendine özgü planlarıyla, sokakları ve meydanlarıyla, hastaneleriyle, pazarlan ve bitpazarlanyla, krematoryum-lan ve stadyumlarıyla büyümüş ve genişlemişlerdi.

Kentlerin kenar mahallelerinde bulunan eski hapishaneler, bu kamp-kentlere göre, bu kremasyon fırınlarının üzerindeki insanın aklını kaçırtan siyahımsı kızıllığın yanında ne kadar saf, ne kadar sevecen, ne kadar babacan görünüyordu. Yığınla mahkûmu yönetmek için çok büyük, neredeyse milyonluk gözetici ve gardiyan ordularının gerektiği düşünülebilir. Ama Öyle değildi. Barakaların içinde haftalarca SS üniformalı hiç kimse görünmüyordu! Kamp-kentlerde polislik görevini bizzat mahkûmlar üstlenmişlerdi. Barakalardaki iç düzeni bizzat mahkûmlar takip ediyorlardı, kendi karavanalarına çürük ve donmuş da olsa bir tanecik patatesin girmesini, iri, güzel patateslerinse ordunun erzak depolarına gönderilmek üzere ayrılmasını takip ediyorlardı. Mahkûmlar kamp hastanelerinde ve laboratuvarla-rında hekim, bakteriyolog, kamp kaldırımlarını süpüren bekçi, kampın ışığını, ısısını, kamp arabalarının yedek parçasını sağlayan mühendislerdi. Acımasız ve çalışkan kamp polisi, yani sol kollarına sarı pazubent takan kapo’lar, kamp çavuşları, blok çavuşları, baraka çavuşları, kampın genel işlerinden geceleri yatakhanelerde meydana gelen tek tek olaylara kadar kamp yaşamının tüm hiyerarşisini denetimleri altında tutuyorlardı. Mahkûmlar, kamp devletinin gizli işlerine, hatta ölüme gönderilecek kişilerin listelerinin oluşturulmasına, mahkûmların dunkelkamera, yani “karanlık oda” denilen beton hücrelerde sorgulanmasına katılıyorlardı. Kamp yöneticilerinin hepsi bir anda ortadan kaybolsa bile mahkûmlar, kimsenin kaçmaması, çalışmaya devam etmesi için tellerdeki yüksek gerilimi kesmeyip sürdürecekmiş gibiydiler sanki.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir