Vasili Grossman – Yaşam ve Yazgı 3

Stalingrad taarruzunun başlamasından birkaç gün önce Krımov, 64. Ordu’nun yer altındaki komuta noktasına gelmişti. Askerî Kurul üyesi Abramov’un yaveri yazı masasının başına oturmuş, tavuk çorbası içiyor, börek yiyordu. Yaver kaşığı bıraktı, soluğunu alışından çorbanın güzel olduğunu anlamak mümkündü. Birdenbire canı o kadar çok lahanalı börek çekti ki Knmov’un gözleri yaşardı. Yaverin haber vermesinden sonra bölmenin ardında bir sessizlik oldu, sonra Knmov’un tanıdığı kısık bir ses duyuldu, ama bu kez sözcükler alçak sesle söylendi ve Krımov konuşulanlan anlayamadı. Yaver dışarı çıktı: “Askerî Kurul üyesi sizi kabul edemeyecek/’ dedi. Krımov şaşırmıştı: “Görüşmeyi ben istemedim ki. Beni Abramov yoldaş çağırdı.” Yaver, çorbasına bakarak susuyordu. “İptal mi edilmiş yani? Hiçbir şey anlamıyorum,” dedi Krımov. Krımov yukarı çıktı ve Volga kıyısına doğru bir hendeği izledi. Orada ordu gazetesinin yazı işleri bulunuyordu. Anlamsız çağrıya, başkasına ait böreğe karşı bir anda onu saran isteğe canı sıkılarak yürüyor, Kuporosnaya vadisinden gelen düzensiz ve ağır aksak top seslerine kulak veriyordu. Harekât Dairesi yönüne doğru kepli, kaputlu bir genç kız geçti.


Krımov kıza bir göz attı ve, “Çok güzel \s I •- •• 1 •• diye duşundu. Alışkın olduğu bir sıkıntıyla yüreği sıkıştı, Jenya ak lına geldi. Hemen alışkın olduğu gibi kendi kendine, “Kov onu, kov!” diye haykırdı, kaldığı Kazak köyünü, genç Kazak kadını anımsamaya çalıştı. Sonra Spiridonov’u düşündü: “İyi bir adam, ama tabii ki, Spinoza değil/ 1 Bütün bu düşünceler, kesik kesik silah sesleri, Abra-mov’a gücenmesi, sonbahar gökyüzü uzun süredir çok keskin bir açıklıkla aklından geçiyordu. Kaputunda yeşil yüzbaşı rütbesi olan ve komuta noktasından beri peşinden gelen bir karargâh görevlisi Krımov’a seslendi. Krımov, şaşkın şaşkın baktı yüzbaşıya. Yüzbaşı eliyle bir kulübenin kapısını gösterirken alçak sesle, “Buradan, buradan lütfen/’ dedi. Krımov, nöbetçinin yanından içeri girdi. Bir çalışma masasının ve tahta duvara raptiyelerle tutturulmuş bir Stalin portresinin olduğu bir odaya girmişlerdi. Krımov, yüzbaşının ona, “Affedersiniz, tabur komiseri yoldaş, sol kıyıya, Toşçeyev yoldaşa raporumuzu götürebilir misiniz?” gibi bir şey demesini bekliyordu. Ama yüzbaşı öyle demedi. Şöyle dedi, “Silahınızı ve kişisel belgelerinizi veri- •_ tj nız. Krımov şaşkınlık içinde artık hiçbir anlamı olmayan şu sözleri söyledi: “Ne hakla istiyorsunuz? Benimkileri istemeden önce siz bana kendi belgelerinizi gösterin.” Sonra bunun saçma ve anlamsız olduğuna, ancak kuşku duyulacak bir yanı bulunmadığına inanıp, benzeri durumlarda ondan önce binlerce insanın mırıldandığı şu sözleri söyledi: “Saçmalık bu, kesinlikle hiçbir şey anlamıyorum, bir yanlışlık olmalı.” Ama artık bunlar özgür bir insanın sözleri değildi.

2 “Evet aptal rolü yapıyorsun. Cevap ver, kuşatma sırasında kimin hesabına çalıştın?” Volga’nın sol kıyısında, Cephe Özel Şubesi’nde sorguya çekiyorlardı onu. Boyalı döşemeden, penceredeki çiçek saksılarından, duvardaki sarkaçlı saatten bir taşra huzuru yayılıyordu. Camların titremesi ve Stalingrad tarafından gelen gümbürtü alışkın olunan, hoş bir şey gibi görünüyordu, anlaşılan sağ kıyıda bombardıman uçakları yüklerini boşaltıyordu. Ahşap mutfak masasının arkasında oturan yarbay, hayalinde canlandırdığı soluk dudaklı sorgu yargıcıyla hiç bağdaşmıyordu… Ama omzunda yeni sıvanmış fırından bulaşan kireç izi olan yarbay, tahta bir taburede oturan, Doğu’nun sömürge ülkelerindeki işçi hareketinin ustası, askerî üniforma giyen ve kolunda komiser yıldızı olan adama, iyi yürekli bir ananın doğurduğu bu adama yaklaştı ve yüzüne bir yumruk indirdi. Nikolay Grigoryeviç, elini dudaklarında ve burnunda gezdirdi, avucuna baktı ve avucunda salyayla karışmış kan gördü. Sonra ağzını oynattı. Dili kaskatı kesilmişti, dudakları uyuşmuştu. Boyalı, biraz önce silinmiş döşemeye baktı ve ağzındaki kanı yuttu. Gece boyunca özel şubeciye karşı nefret duygusuna kapıldı. Ancak ilk dakikalarda ne nefret ne de fiziksel acı duygusu vardı. Yüzüne yediği yumruk, ruhsal bir kaza anlamına geliyordu ve bir uyuşmuşluk, bir donakalmış-lıktan başka hiçbir şey uyandıramamıştı. Knmov, nöbetçiden utanarak çevresine bakındı. Kızıl Ordu askeri, bir komünistin dövüldüğünü görüyordu! Komünist Krımov’u dövüyorlardı, onu bir delikanlının yanında dövüyorlardı, oysa Krımov’un da katıldığı o büyük devrim bu delikanlı için yapılmıştı. Yarbay saatine baktı.

Şube yöneticilerinin yemekhanesinde akşam yemeği zamanıydı. Knmov’u bulgur bulgur karla kaplı avludan kütüklerden yapılmış nezarethaneye doğru götürdükleri sırada Stalingrad yönünden hava bombardımanının gümbürtüsü çok açık şekilde duyuluyordu. O donakalmışlık duygusundan sonra Knmov’u şaşırtan ilk düşünce bir Alman bombasının bu nezarethaneyi yerle bir edebileceği oldu… Bu da basit ve tiksinç bir düşünceydi. Duvarları kütükten yapılmış havasız odada umutsuzluk ve öfkeye kapıldı, kendini kaybetti. Kısılmış sesiyle bağıran, uçağa doğru koşan, arkadaşı Georgiy Dimit-rov’u karşılayan oydu, Clara Zetkin’in tabutunu taşıyan oydu, özel şubeci tekrar yumruk atacak mı, atmayacak mı diye hırsızlama bakan da oydu. İnsan lan kuşatmadan kurtarmıştı, ona “komiser yoldaş” diyorlardı. Ve bu eli otomatik silahlı kolhozcu ona, sorguda başka bir komünistten dayak yiyen komüniste iğrenerek bakıyordu… “Özgürlükten yoksun bırakma” sözcüklerinin tam anlamını henüz anlayamamıştı. Başka bir varlık oluyordu, içindeki her şey değişmiş olmalıydı, özgürlüğünden yoksun bırakılmıştı. Gözleri kararıyordu. Şçerbakov’a, Merkez Komitesine gidecekti, Molotov’a başvurma olanağı vardı, alçak yarbay kurşuna dizilmedikçe içi rahatlamayacaktı. “Evet, telefonu kaldırın! Pryahin’e telefon edin… Aslında benim adımı Stalin de duymuştur, bilir. Stalin yoldaş bir keresinde Jdanov yoldaşa, ‘Bu hangi Krımov, hani şu Komintem’de çalışan mı?’ diye sormuş/’ Ve Nikolay Grigoryeviç birden ayaklarının altında bir bataklık hissetti, kopkoyu, yapışkan, dibi olmayan, katranımsı bir küspe birazdan onu içine çekecekti… Karşı konulmaz, Alman Panzer tümenlerinden daha güçlü bir şey üzerine çöküyordu. Özgürlüğünü yitirmişti. Jenya! Jenya! Görüyor musun beni! Jenya! Bana bak, ne korkunç bir felaketin içindeyim! Yapayalnız, terk edilmiş, senin tarafından terk edilmiş. Piçin biri ona vurmuştu.

Bilinci bulandı, parmaklan kasıldı, özel şubecinin üstüne atılmak istedi. Ne bir jandarmaya, ne bir Menşevik’e, ne de sorguladığı SS subayına karşı böyle bir nefret hissetmişti. Krımov, onu ezen, aşağılayan adamda yabancı birini değil, kendini, Komünist Manifestomun “Bütün ülkelerin proleterleri birleşin!” sözleri üzerine mutluluktan çocuk gibi ağlayan Knmov’u görüyordu. Bu benzerlik gerçekten korkunçtu… Karanlık çökmüştü. Zaman zaman Stalingrad Çarpışmasının uğultusu, küçük, kötü, nezarethanenin havasını gürültüyle dolduruyordu. Belki de Almanlar haklı bir davayı savunan Batyuk’u, Rodimtsev’i vuruyorlardı. Koridorda bazen bir hareket oluyordu. Asker kaçaklarının, vatan hainlerinin, çapulcuların, tecavüzcülerin olduğu genel koğuşun kapısı açılıyordu. Tutuklular ikide bir tuvalete gitmek istiyorlardı, nöbetçi kapıyı açmadan önce onlarla uzun uzun tartışıyordu. Krımov u Stalingrad kıyısından alıp götürdüklerinde kısa bir süre bu genel koğuşa koymuşlardı. Kolundaki Kızıl Yıldız’ı sökülmemiş olan komisere hiç kimse aldırmıyordu, sadece tütün sarmak için kâğıt var mı diye soruyorlardı. Bu insanların tek isteği vardı: yemek yemek, sigara içmek ve doğal gereksinimlerini yerine getirmek. Bu işi kim başlatmıştı, kim? Hem suçsuz olduğunu bilmek, hem de içinden çıkılmaz bir suçluluk duygusu yüzünden ürpermek nasıl insanın içini kemiren bir duyguydu. Rodimtsev’in kanalizasyon tüneli, 6/1 Numaralı Ev’in yıkıntıları, Beyaz Rusya bataklıkları, Voronej’deki kış, nehir geçişleri. Bütün mutlu ve hafif şeyler yitmişti.

İşte şimdi canı dışan çıkmak, dolaşmak, başını gökyüzüne kaldırıp bakmak istiyordu. Gazeteye gitmek, tıraş olmak istiyordu. Kardeşine mektup yazmak. Çay içmek istiyor. Bir akşamlığına aldığı kitabı geri götürmesi gerekiyor. Saate bakmak istiyor. Hamama gitmek istiyor. Bavulundan mendilini almak istiyor. Hiçbirini yapamazdı. Özgürlüğünü yitirmişti. Kısa süre sonra Knmov’u genel koğuştan koridora çıkardılar ve komutan nöbetçiyi azarlamaya girişti hemen: ın “Ben sana Rusça söylemedim mi, onu hangi akla hizmet genel koğuşa koyarsın? Ağzı açık dikilip durma, cepheye mi gitmek istiyorsun, ha?” Nöbetçi, komutan gittikten sonra Krımov a şikâyet etmeye başladı: “İşte hep böyle. Tek kişilik hücre dolu. Hücreye kurşuna dizilecekleri koymamı kendisi söylemişti. Sizi oraya koyarsam, oradakini nereye koyacağım?” Kısa bir süre sonra Nikolay Grigoryeviç, otomatik silahlı askerlerin hücredeki mahkûmu alıp kurşuna dizmek için götürdüklerini gördü. Mahkûmun açık renk saçları dar, çökük ensesine yapışmıştı.

Yirmi yaşlarında olabilirdi, belki de otuz beş yaşındaydı. Krımov’u boşalan hücreye koydular. Knmov, yan karanlıkta masanın üstünde bir tencere olduğunu fark etti ve tencerenin yanında ekmek içinden yapılmış bir tavşan olduğunu eliyle dokunarak hissetti. Herhalde mahkûm ekmeği biraz önce elinden bırakmıştı, ekmek henüz yumuşaktı ve tavşanın sadece kulakları sertleşmişti. Ortalık sessizleşti… Knmov, ağzı yarıaçık bir halde yatağa oturdu, uyuyamazdı, düşünmesi gereken ne kadar çok şey vardı. Fakat sersemleyen kafası düşünemi-yordu, şakakları zonkluyordu. Kafatasının içinde ölü bir çırpıntı, bir dalgalanma vardı, her şey fır fır dönüyor, sallanıyor, çarpıyordu, tutunacak hiçbir şey, düşünmeye başlayabileceği bir nokta yoktu. Gece koridorda yeniden bir gürültü oldu. Nöbetçiler, onbaşıyı çağırıyorlardı. Çizmelerin yerde çıkardığı sesler duyuldu. Krımov un sesinden tanıdığı komutan şöyle dedi: “Şu tabur komiserini al, cehennemin dibine götür, nöbetçi odasında dursun.” Sonra ekledi: “Buyur işte olağanüstü olay, ta komutana kadar varıyor.” Kapı açıldı. “Çık!” diye bağırdı nöbetçi. Krımov dışarı çıktı.

Koridorda çıplak ayaklı, üstünde sadece iç çamaşırı olan bir adam duruyordu. Knmov, hayatta pek çok kötü şey görmüştü, ama bakar bakmaz bu yüzden daha korkuç bir şey görmediğini anladı. Küçük, kirli sarı renkte bir yüzdü bu. Kınşıklanyla, titreyen yanaklarıyla, dudaklarıyla, her şeyiyle acı acı ağlıyordu. Sadece gözleri ağlamıyordu ve bu korkunç gözleri görmemek daha iyiydi, öyle bir ifade vardı gözlerinde.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir