Eleştirinin Sonu mu? Bu kitabı yazmayı ilk olarak, bugünlerde karşılaştığım öğrencilerden pek azının benim edebiyat eleştirisi şeklinde görmek üzere eğitildiğim şeyi uyguladıklarım fark ettiğimde düşündüm. Sazdan çatı yapma veya tahta ayakkabı dansı gibi edebiyat eleştirisi de ölen bir sanat gibi görünüyordu. Bu öğrencilerden çoğu yeterince parlak ve yetenekli olduklarına göre sorun büyük oranda öğretmenlerine aitmiş gibi duruyordu. İşin aslı şu ki bugünlerde pek az edebiyat öğretmeni edebiyat eleştirisiyle uğraşıyor, ne de olsa onlar da hiçbir zaman bunun eğitimini almamışlar. 1 Bu suçlama bir edebiyat teorisyeninden geldiği için oldukça anlamlı görünebilir. Ruhsuz soyutlamaları ve manasız genellemeleriyle metinleri yakından okuma alışkanlığını yok eden zaten edebiyat teorisi değil miydi? Başka yerlerde bu görüşün güncel eleştirel tartışmanın incelenmeden kabullenilmiş büyük klişelerinden biri olduğuna işaret etmiştim.1 Bu, seri katillerin tıpkı sizin veya benim gibi insanlar oldukları, iç dünyalarını kendilerine sakladıkları fakat her zaman komşularına edecek kibar bir laflan olduğu varsayımı gibi, hürmet göstermek amacıyla ‘herkesin bildiği’ kabul edilen şeylerden biridir. Bu görüş, Noel’in korkunç biçimde ticarileşmiş olduğu iddiası kadar bayat bir sıradanlığa sahiptir. Kanıtlar ne olursa olsun, ortadan kalkmaya karşı koyan bütün kadim efsaneler gibi bu da belirli çıkarlara hizmet etmek amacıyla oradadır. Edebiyat teorisyenlerinin kurumuş yürekleri ve kibirli beyinleriyle bir metaforu fark etmekten aciz oldukları için şiiri öldürdükleri fikri, bırakın şefkatli bir his olmayı, eleştiri konusunda çağımızın en kalın kafalı beylik laflarından biridir. Gerçek şudur ki, neredeyse bütün önemli edebiyat teorisyenleri titiz bir yakın okumaya girişirler. Rus formalistlerinin Gogol veya Puşkin üzerine, Bahtin’in Rabelais üzerine, Adorno’nun Brecht üzerine, Benjamin’in Baudelaire üzerine, Derrida’nın Rousseau üzerine, Genette veya de Man’ın Proust üzerine, Hartman’ın Wordsworth üzerine, Kristeva’nın Mallarme üzerine, jameson’ın Conrad üzerine, Barthes’m Balzac üzerine, lser’in Henry Fielding üzerine, Cixous’nun Joyce üzerine, Hillis Miller’ın Henry james üzerine okumaları bunun bir dolu örneğinden yalnızca bazılarıdır. Bu isimlerden bazıları yalnızca seçkin eleştirmenler olmakla kalmazlar, aynı zamanda kendileri de edebi sanatçılardır. 1) Bkz. başka yerlerin yanında, Tcrry Eagleton, After Theory (Londra, 2003), s. 93. 2 Edebiyat üzerine yorum yapma faaliyeti sırasında kendileri de edebiyat üretirler. Bir başka olağanüstü üslupçu da Michel Foucault’dur. Bu tür düşünürlerin bazen müritlerince yanlış temsil edildikleri doğrudur ancak aynı şey teorisyen olmayan bazı eleştirmenler için de geçerlidir. Ama her durumda, buradaki mesele konuyla alakasızdır. Çünkü günümüzün edebiyat öğrencilerinin, şiirleri ve romanları oldukça yakın bir okumaya tabi tutmamaları gibi bir durum söz konusu değildir. Buradaki konu yakın okuma değildir. Mesele, metne ne kadar azimle sarıldığınız değil, böyle yaptığınızda neyi aradığınızdır. Bahsetmiş olduğum teorisyenler yalnızca yakın okuma yapmakla kalmazlar, aynı zamanda edebiyatın form meselelerine karşı da duyarlıdırlar. Günümüzün çoğu öğrencisinden ayrıldıkları yer de burasıdır. Gerçekte edebiyat öğrencilerine form meselesini açtığınızda bazılarının sizin yalnızca ölçüden bahsettiğinizi düşünmeleri önemlidir. ‘Forma dikkat etll1; ek’, onların gözünde, şiirin beşli ölçüyle mi yazıldığı yoksa uyaklı mı olduğunu söylemektir. Edebi form elbette bu tür şeyleri de içerir; ancak şiirin ne anlama geldiğini söylemek ve sonra da onun ölçüsü veya uyak şeması hakkında birkaç cümle etmek, form meselelerini tam olarak kavramak anlamına gelmez. Bir roman veya şiirle yüz yüze gelen çoğu öğrenci, çoğunlukla kendiliğinden ‘içerik analizi’ olarak bilinen şeyi üretirler. Edebiyat eserlerini anlatırken onların içinde neler olup bittiğini tarif eder, muhtemelen araya eseri değerlendiren birkaç cümle de koyarlar. Dilbilimdeki teknik bir ayrımı kullanmak gerekirse, şiire söylem olarak değil dil olarak yaklaşırlar. ‘Söylem’, ileride görecek olduğumuz gibi, bütün maddi yoğunluğuyla dille ilgilenmektir, şiirsel dile yönelik yaklaşımların çoğu ise onun ruhunu bedenden ayırmaya meyillidir. Kimse di3 li saf ve basit haliyle duymamıştır. Bunun yerine tiz veya alaycı, kederli veya kayıtsız, aşırı içli veya zalim, hiddetli veya aşırı duygusal sözler duyarız. Bu da görecek olduğumuz gibi, form dediğimizde kastettiğimiz şeyin bir parçasıdır. İnsanlar bazen şiirin dilinin ‘ardındaki’ fikirleri bulup çıkarmaktan bahsederler, ancak bu uzamsal metafor yanıltıcıdır. Çünkü dilin, fikirlerin içinde önceden sarılı bir halde beklediği tek kullanımlık bir selefon olması gibi bir durum söz konusu değildir. Tam tersine, bir şiirin dili onun fikirlerinin oluşturucusudur.
Terry Eagleton – Şiir Nasıl Okunur
PDF Kitap İndir |