Necip Fazil Kisakurek – Babiali

“Bâbıâlı”yı okuyan bazı Müslümanlık taslayıcıların ondan gocunduklarını haber aldım Onlar, eserin, fikir ve sanat kıymetine dikkat ettikleri halde şahsıma ait günah dolu bir hayatın açığa vuruluşunda ayrıca günah bulunduğu kanaatinde imişler Yazıklar olsun1 Eğer benim gayem Đlâhı rıza olmasaydı da bu çeşit insanları kurtarmak olsaydı onları kurtuluşa asla ehil saymaz, bir köşeye çekilir, “Allah’tan başka kelime etmez, yalnız nefsimin tezkıyesıyle uğraşır ve işte bu kabil marka Müslümanlarından el etek çekerdim Bakın, ben ne yapmaktayım 30 küsür yıldır canımı dişime takarak ve küfür kilerinden ekmek yemektense Đslâm çılehanesmde aç kalmayı tercih ederek, bu soydan Müslümanların kurtuluşa istihkakları noktasından değil de, bir gün bu dâvayı en geniş çapıyle temsil edecek yeni gençliğin hakkı bakımından ve o hak yolıyle Đlâhı rıza için didinmekte, çırpınmakta, yırtınmaktayım Verdiğim iki cepheli muharebede de, düşmanlarım, Islama dışından saldıranlarla onu içinden pörsütenler Yânı kâfirler ve kabalar Şimdi esefle görüyorum ki, verimlerim arasında en mümtaz yerlerden birini almak istidadındaki bu eser, gençler ve hikmet sahibi gerçekler müstesna, işte, kurtuluş istihkakından mahrum ve ruhu küt bir sınıf tarafından anlaşılamamış, baştan aşağı sırlar ve incelikler manzumesi Đslâm her zaman olduğu gibi bunlara yine kapalı kalmıştır. Bilinmesini isterim ki, ben, şeriatin en küçük cüz’üne feza dolusu hazineleriyle bütün kâinatı feda etmekte tereddüdü olmayan, mutlak pazarlıksız ve muvazaasız biriyim; ve hakikatten seriate değil, şeriatten hakikate giden, yolcusu seyrek caddenin üstündeyim. Bence peşin, esas, asi olan yalınız şeriat… Böyle olduğu için de, günahın açığa vurulmasındaki ayrı günahı eserimin başında kaydetmiş ve akıl almaz derecede cesur davranışımın hesabını vermiş bulunuyorum. Ama kim okur, kim dinler, kim anlar?. Ben bu eseri sadece Đslâmî gaye ve bu gayeye ilişik iki hedef üzerinde kaleme alıyorum. Birincisi: Benim hangi noktadan yola çıkıp işi hangi durakta bitirdiğimi ifade; ve en korkunç (anti tez)den gelerek (tez)i ispat etmek… (Metod)ların en kuşatıcısı… Đkincisi: Kurtuluş istihkakını kabul etmediğim malûm, kısır idraki sınıfını bir asırdan uzun bir zaman ipliğiyle sımsıkı bağlayan, boğan ve sesini kesen ve “Babıâli” dedikleri fesad mihrakında yuvalanan küfür (klik)inin şahıs röntgen camını teşhir etmek… Bu da taktiklerin en inandırıcısı… Böylece Đslâm, Şeyh-i Ekber Hazretlerinin, “Müslüman küfür kaynağını tanımak borcundadır” hikmetine imtisal yoliyle, usûllerin en güçlüsüyle düşürülmez bir hisar içine alınmış olur. Günah açığa vurmaktaki ayrı günah ise Hak için bir katlanma ve yüklenme zarureti olarak meydana çıkar. Bu noktada Đslâm tasavvufunun “hakkı hak için iptal caizdir” hikmetinden de pay bulunduğunu gözden kaçırmamak lâzım; ve işi, asıl suç üstü suç olan günahla böbürlenici, yahut onun maksatsız hikâyesinden keyflenici, yahut da riyanın ta kendisi olarak günah itirafında güya ihlâs vehmedici sefil ruh haletinden ayırmak gerek… Ben, hastalık derecesinde günah kuşkusu taşıyan, ondan her dem ürperen, fakat gayenin izzet ve muvaffakiyeti adına, Đslâmı savunmaktaki ihlâsımı en canhıraş celâdet ve fedakârlıkla göstermek için icabında günaha katlanmaya da razı olan, Đslâm edebine ve bazı hallerde yine Đslâm için uyamamakta hikmet arayan, bu bakımdan ve her bakımdan Đlâhî affa sığınan bir Müslü-manım; ve bu incelik idrakinden yoksun insanlara karşı sadece mahzunum. Veli çapında ve şeriati canından fazla sevmek mevkiinde |bir zat, bu satırlar kendisine okunurken şöyle demiştir: – Hak ve fazilet gayesiyle günahını tespit etmekten büyük hak ve fazilet olamaz. Bunu anlamamak ise denaet ve sefalet… Ben bu eseri, gerçek Đslâm savunucularına karşı yöneltilecek küçük düşürme davranışları önünde en tesirli müdafaanın ne demek olduğunu göstermek ve Đslâmın üstünlüğünü, ona zıt taklit maymunlarının otopsisini yaparak belirtmek için yazarken, lâfta Müslümanlardan gördüğüm asık suratı Allaha havale ve bu havaleden korkulması gerektiğini ilân ederim. Đslâm uğrunda, Đslâmın şevket ve muzafferiyeti uğrunda, metodların her neviyle, şiirleriyle, hikâyeleriy-le, piyesleriyle, fikrî ve tarihî etüdleriyle, konferanslarıyle meydana atılmış bu çilekeş adam hakkında bu suçlama’, onu derinden yaralamış, kalbini kırmış ve emeklerine küser hale getirmiştir. Bereket ki, bu çilekeş adam, fikir ve sanat zevkinden mahrumluk içinde şeriat inceliklerinden de yoksun böyleleri için çalışmıyor ve yine böylelerinin tükenmelerini ve yerlerini yeni gençliğe terketmelerini Hak’tan diliyor. 1975 N. F.


K. BU ESER • Bu eser bir insanın, kendisini kendisinden süzüp, ayırıp, çıkarıp, türlü dekorları, eşyası, etrafiyle bir arada dışarıdan seyredişini çerçeveliyor. • Kendi öz şahıs plânında da mümkün mertebe (objektif – âfâki) olmaya çalışan bu eser, uzanabildiği mahrem maktaların insana vereceği hayret ve dehşet bakımından memleketimiz ve edebiyatımızda görülmüş ve alışılmış şeylerden değil… Korkmadan söylenebilir ki, Tanzimat sonrası taklitte bile beceriksiz Türk edebiyatında böylesine bir soyunup dökünme cesareti kimsede görülmemiştir. • Allanın “Settar – Örtücü” isminden bir tecelli halinde, Đslâm ahlâkındaki günahlarımızı örtme emri ve onunla beraber maddemize kadar şâmil örtünme kaydı, bu eserde, deşilip ortaya dökülen iç plânların mahremliği noktasından acaba zedelenmiş midir? Hayır! Şu hikmetten ötürü ki, vücudumuzda bazı mahrem malûmları örterken hayatımızda yine bazı mahrem meçhulleri malûm hale getirmek, ancak o malûmun neye hizmet edeceği ve ne gibi bir kıyasa temel olabileceğine göre, hükme bağlanabilir. Đşte o zamandır ki, pislik, temizliğin tersinden ifadecisi olarak değer kazanır. Yoksa kendi başına istiklâl belirtir de temizliğin yerine geçmek isterse, felâket!. • Edebiyatımızda böyle “canhıraş-ruh tırmalayıcı” nefs muhasebelerine, Batıda olduğu gibi bir alışkanlık ve zevk alma fakültesi yoksa da, Batıda bu soydan eserlerin çoğu pislik için pislik şuuru ve bir nevi pislik aşkiyle yazıldığı için örnek sayılamaz. • Temizi ve iyiyi görmeksizin, pislik ve iç bulantısı şehveti içinde çırpınmanın ihtilâç şiirini getiren (Bodler) ve (Rem-bo)dan evvel bir (Jan Jak Ruso) ve sonra (Dostoyevski) misalleri vardır ki, bunlardan ilki “Đtiraflarında bir papazın kendisine tasallutunu anlatırken hiç de ahlâki bir kaygıya sahip değil, öbürle-riyse kötülük ve karanlığa battıkça batmanın ve teselliyi boyuna batmakta aramanın (mistik) zevkinde ve mesleğindedirler. • Orta malı bir yoldan iyi gelip hep iyi gitmektense, dikenli patikadan fena gelip ve hep fena gidip birdenbire tepeden inme bir doğruluşla kötülüğü ve karanlığı yenerek iyiye ve aydınlığa geçmek, bin kere üstün… Zira bu şekilde, iyiyi, zıtların silip süpürme yolundan büsbütün kuvvetlendirmek gibi bir sır vardır. Zıtlar arasındaki sır… Şeyh-i Ekber diyor ki: “Zıtlar birleşebilseler bir daha ayrılmazlar…” Onun içindir ki, bu eseri okuyan iman sahiplerinin bu sırra âşinâ takımdan olmaları lâzım… • Velilerin “günaha hor bakmaktan büyük günah olamaz!” ve “hakkı hak için iptal caizdir!” hikmetleriyle, Kâinat Efendisinin “hesaba çekilmeden nefslerinizi hesaba çekiniz!” fermanları, bu esere anahtar… • Her şeye rağmen hududu muhafaza etmesine titizlikle dikkat edilen eserde, ne Babıâli’yi batırmak, ne de şu veya bu şahsı hedef almak ve onları onlar için vitrine dizmek gibi bir gaye aranabilir. Eserde Babıâli, Tanzimat sonrası, her ân oluş veya bir türlü olamayış buhranları içinde kıvranan Türk cemiyetinin boğaz anaforu; şahıslarsa aynı damga altında gelip geçen ve akıp giden dalgacıklar; çırpıntı ve çalkantı unsurları… Hâkim olan, anafor…Yani daima cemiyet… 10 • Eserde şahıslara söyletilen sözler ve takındırılan tavırlar, ya aynen kendi lâfları ve edaları, yahut da ana fikirlerine ve temel mizaçlarına göre dile getirmeleri ve tavra dökmeleri gereken şeyler… Olmuşu ve olmaksızın olabileceğiyle tam hakikat… Vâkıalarsa yüzde yüz doğru… Eseri yazanın da, içinden süzüp, sıyırıp, çıkarıp meydan yerine diktiği gölgesiyle beraber, bütün olup bitenleri, bağlı bulunduğu dünya görüşü zaviyesinden hesaba çekmesi, hakkıdır. Tarafsızlık, ancak hak adına olandır. • “O ve Ben” ile bu eserde iki hayat anlatışı arasındaki fark, ilkinde merkez dururken muhit üzerinde fazla gezinmekten kaçınılması ve haya kaygısı beslenmesi, bundaysa muhitini yine merkez aşkına olduğu gibi resmedilmek ve samimiyetle belirtilmek istenmesi… Aynı hayat hikâyesi bütününün, birbirinde tekrarlanmayan ;ki ayrı dilimi… • Neticede her şey yine merkez fert etrafında toplanıyor ve O’nun kimi ve nereden alıp nereye ve neye götürdüğü anlatılmak isteniyor. • Hepimiz, en uzak yıldızdan en küçük toz zerresine kadar, bütün canlılar ve cansızlar, türlü şekiller ve tavırlarla aynı cezbenin akışı içindeyiz; Allahtan geldik, Allaha gidiyoruz; tek yolumuzu bilelim ve bir hal üzerinde takılıp kalmayalım. N. F.

K. 11 LOKANTA “- BÜTÜN yollar Roma’ya çıkar. Cihana hâkim bir imparatorluk nizamının tarihte mihrak noktasıdır çünkü Roma… Bizde de bütün yollar Babıâli’den geçer. Fikir, sanat, ilim, politika, pafta pafta, bu memlekette duygu ve düşünce kıvranışı belirten kim varsa, çarşısını, pazar yerini Babıâli’de bulur zira… Bu kabîl insanlar nerede ve neyle uğraşmakta olurlarsa olsunlar, Babıâli’den sayılabilirler. Rakısını tavuk göğsü mezesiyle içen bestekâr tanbu-racı, sanatını ağzından mı, göbeğinin altından mı devşir-diği belirsiz, yırtık ve pişkin kadın şarkıcı, Batı mektep kitaplarından aşırdıklarını öz ismiyle yayınlamak marifetinde, esersiz ve çilesiz profesör, karton adamlar kuklacısı, hummâsız ve mesleksiz romancı, aynı kaynaktan aynı şeyi çalmış görünmemek için meslekdaşlariyle pazarlığa girişen ve kaynakları bölüşen, makas ustası gazeteci, yeni bir ağız getirdiği vehminde hokkabaz şair, (devr-i daim) makinesi kâşifi Con Ahmet Bey serisinden akıl hastası, niyet kuşlarının puslaları halinde vatanın kurtuluş formülünü reçeteleştirici fikir ibişi, daha şu, daha bu, kıymet hükümlerini ve kahramanlık şehadetnamelerini hep Babıâli’den bekler.” Stop! Babıâli’den Sirkeci’ye doğru iniyorsunuz. Sol taraftaki işkembeciden birkaç dükkân ileride, o zamanki ismiyle Đştaynburg lokanta ve birahanesi… Đçinde, sigara 13 dumanından göz gözü görmüyor. Üstleri mermer iki masayı bitiştirip etrafında halkalanmış Babıâli figürleri… Genç Şairin buruşuk bir kâğıt üzerinden okuduğu satırları dinliyorlar… Halkada Peyami Safa, Mesut Cemil, Mustafa Sekip Hoca, Fikret Âdil, Burhan Ümit (Toprak), Bu-runsuz Tevfik, Şeyh Nureddin – nam-ı diğer Topluiğne-veGenç Şair… Ruhiyat Profesörü Mustafa Sekip, Genç Şair’e hitap etti: – Sen dehâ yolundasın! Yürü! Peyami Safa atıldı: – Đmtihanı kolay!. Söyle Şair, Lâtin harflerine taraftar mısın; tayyare piyangosu aldığın oluyor mu? Genç Şair, elinde sonunu getiremediği buruşuk kâğıt, apışmıştır: – O da ne demek?. – Bu benim, dehâ şöyle dursun, sadece orta zekâyı ölçmek için icat ettiğim bir test… Bu iki suale ‘evet’ diyen bence ahmaktır. Gülüşmeler… Burhan Ümit acı suratlı… Kadehler kalktı: – Şerefe!. – Şerefe, şerefe!. Burhan Ümit haykırdı. – Durun yahu; yazının gerisini de okusun!. – Okusun, okusun!.

Genç Şair okuyor: “- Babıâli insana, ilk bakışta basit bir mekân hükmü içinden görünür. Bakırcılar, hasırcılar gibi bir mekân… Halbuki o, bir mekân değil, zamanın gayet hususî bir tecelli noktasıdır. Onu, kokmuş da olsa, asrının asırlarca gerisinde de olsa zaman ölçüsü gözlüğünden seyredebiliyor musunuz?. O zaman görürsünüz, görülmeye değer olanı… Dedik ya, o, madde yerine ruhun çö14 reklendiği bir yuva… Başka bir mekâna nakledilemez. Nereye taşmsa ve üzerine ne püskürtülse zaman kepçesinin onda çalkaladığı mayonez tutturulamaz.” Burhan Ümit: – Harika, harika! Peyami Safa, Burhan Ümit adını “Buhran Nevmit” diye kafiyeye vurarak, bu hep içini yiyen delikanlıyı izah iddiasında bir Hariciyecinin nüktesinden yararlanmaya kalkıştı: – Yine mi buhran, Burhan?. Ve Genç Şaire döndü: – Devam et, şairim!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir