Pınar Doğan, Dani Rodrik – Balyoz – Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekleri

Balyoz davası Türkiye için tarihi bir dava. Eger iddianamedeki suçları işledikleri kanıtlanırsa, 196 muvazzaf ve emekli subay hükümeti devirmek amacıyla bir darbe planı hazırlamak suçundan cezalandırılacaklar. Ancak, hüküm giyen bir tek kendileri olmayacak. Sanıklar ile beraber, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde en önemli rolü üstlenmiş kurum olan ordu da hüküm giymiş olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde AKP’ye karşı darbeci ve baskı yanlısı bir zihniyetin varlığı kanıtlanmış olacak. Bu zihniyetin varlığını mağduriyet konusu edenler haklı çıkacak. Balyoz darbe belgelerinde tarif edilen dehşet edici planları hazırlamış subayların en üst komuta kademelerinde barındırılmış olması, ordu için kocaman bir kara leke olarak tarihe geçecek. AKP iktidarı askeri vesayete hukuk yoluyla önemli bir darbe indirmiş olacak, ülkede demokrasi önemli bir aşama kaydedecek. Öte yandan, Balyoz iddiaları kanıtlanamazsa, bunun sonuçları da çok ciddi olacak. Bu ve benzer davaları yürüten özel yetkili mahkemelerin savcıları – ve onlarla beraber Türk yargı sistemi – büyük bir yara alacak. Davanın çığırtkanlığını yapan AKP hükümeti, hükümet yanlısı medya, ve davayı destekleyen “liberal-demokratlar,” siyasi amaçlarla masum insanları zan altında bırakmanın sorumluluğuyla yüzleşmek durumunda kalacaklar. Görünürde Türkiye’ye demokrasi getirmeye çalışan grupların hukuk devleti ve insan haklarıyla bağdaşmayan tavırları demokratik rejimi zayıflatacak. Türkiye’nin geleceği için bu kadar belirleyici olacak Balyoz darbe iddialarının akibetini bilebilmek için ne davanın sonucunu beklemek gerekiyor ne de müneccim olmak. Çünkü olay basit: Balyoz darbe planları bir kurgudan ibaret. Bu planlar 2002-2003 senelerinde 1.


Ordu’da değil, 2009’da kimliği belirsiz kişiler tarafından üretildi. İddianame ve ek klasörlerine erişimi ve İnternet bağlantısı olan herhangi bir kişi bunu kolaylıkla tespit edebilir. Balyoz iddiaları, sahteliği bariz belgeler üzerine inşa edilmiş olmasına rağmen ne yazık ki bu dava hala görülmekte, belge sahtekarları değil suçsuz insanlar yargılanmakta. Balyoz ve eklerinin (Suga, Çarşaf, Sakal, Oraj planları, fişleme belgeleri, hükümet kadrosu ve programı, v.b.) sahte olduğunu söylememiz fazlasıyla iddialı görünebilir. Gerçeklerin ne olduğu konusunda kesin görüş bildirmenin çoğu zaman hatalara yol açabileceğini araştırmacı olarak çok iyi biliyoruz. Akademisyen kimliğimiz, bu cinsten iddialarda bulunmamıza kolay kolay izin vermez. Ancak Balyoz belgelerinin sahte olduğunu gösteren kanıtlar o kadar bariz ki, kuşkuya hiç yer bırakmıyor. Bu kanıtlardan bu kitapta bolca örnek vereceğiz. Fakat en çarpıcı olanları bütün Balyoz belgelerini ihtiva eden CD’den çıkan listelerde saptadığımız zamanlama hataları. Bu listelerde değişik kurumlar – şirketler, hastaneler, dernekler – çok daha sonraki yıllarda aldıkları isimlerle geçiyor. Bir CD içersinden 2009 yılına ait (ve daha evelden bilinmesi mümkün olmayan) bilgilerin çıkmasının tek bir izah yolu vardır; bu CD iddia edildiği gibi 2003 senesinde üretilmemiştir. Farzedin ki tanımadığınız biri elinize bir belge tutuşturuyor ve hemen sonra sırra kadem basıyor. Bu belgede kimi insanlara çok ciddi suçlar atfediliyor.

Belgede imza yok, fakat tarih bölümüne 1995 yazılmış. Belgeyi inceliyorsunuz ve görüyorsunuz ki içinde muhafazakar bir partinin adı “Adalet ve Kalkınma Partisi” olarak geçiyor (2001 yılına kadar bu isimde bir parti olmamasına rağmen). Tayyip Erdoğan’ın 2005’te yaptığı bir konuşmadan birebir alıntılar var. Ve Abdullah Gül’den Cumhurbaşkanı olarak bahsediliyor. Siz bu belgeyi gerçek mi kabul edersiniz? Yoksa, sahtekarlık suçunu işlediği için size belgeyi verenin peşine mi düşersiniz? Başka bir örnek verelim. 1970 tarihini taşıyan bir belgede Bülent Erkoç adlı bir genç şarkıcıdan Bayan Bülent Ersoy diye bahsedildiğini düşünün. (Bülent Ersoy, asıl soyadı olan Erkoç’u 1974’de Fahrettin Aslan ile tanıştıktan sonra değiştiriyor, kadın olması ise 1987’de gerçekleşiyor.) Siz bu belgenin gerçekten 1970’de hazırlandığına inanır mısınız? Üzücüdür ki bugün Türkiye’de Balyoz davası esasını, aynen bu örneklerdeki gibi “geleceğe dönüş” cinsinden belgeler oluşturuyor. Buna rağmen, bırakın sahte belge üretme suçunu işlemiş olan gerçek suçluların peşine düşülmesini, ülkeye hizmet vermiş iki yüze yakın subay yargılanıyor ve medyada sürekli karalanıyor. Bu sadece 196 Balyoz sanığının trajedisi değildir. Aynı zamanda yargının, medyanın, “liberal-demokratların,” ve siyasi iktidarın trajedisidir. Balyoz Bavulu ve Taraf 2010 senesinin Ocak ayında kimliği belirsiz ve 2002-2003 senelerinde 1.Ordu’da görev yaptığını iddia eden bir kişi gazeteci Mehmet Baransu’ya bir bavul dolusu belge, kaset ve CD teslim ediyor. CD’lerden biri Balyoz planı ve tüm eklerini ihtiva ediyor. Bu planlar dehşet verici bir darbe hazırlığı içeriyor ve Taraf gazetesinde günlerce tefrika ediliyor.

Taraf gazetesinde yayınlanan belgelere göre zamanın 1. Ordu komutanı Org. Çetin Doğan, yeni AKP hükümeti işbaşı yapar yapmaz, Aralık 2002’de detaylı bir darbe hazırlığı başlatıyor. Planın ilk ayağı darbeye zemin hazırlamak. Bu amaçla cami bombalamak, Türk uçağını düşürmek, irticai ayaklanma süsü vererek karışıklıklar çıkartmak gibi operasyonlar için planlar hazırlanıyor. Darbeden sonra kurulacak hükümetin başbakanı, bakanlar kurulu, programı belirleniyor. Kapatılacak dernekler ve yayın organları, hapsedilecek gazeteciler vb. listeleniyor. Bütün bu hazırlıkların ve fişlemelerin belgeleri Baransu’ya teslim edilen bavuldaki bir CD’nin içinden çıkıyor. Suç unsuru içeren bu belgelerin 2002-2003’de alınmış imzalı ya da imzasız çıktıları yok. Bir de aynı bavuldan çıkan kasetler var ki bunlar 1. Ordu’da 5-7 Mart 2003 tarihinde Çetin Doğan başkanlığında yapılmış bir plan seminerinin ses kayıtlarını içeriyor. Bu ses kayıtlarında CD’lerden çıkma darbe planlarına (Balyoz, Suga, Oraj, vs.) hiçbir atıf yok. Ama Taraf gazetesi bu plan seminerini Balyoz planları ile paketliyor ve Balyoz’un üstü kapalı bir provası olarak lanse ediyor.

Taraf gazetesi Balyoz yayınına ilk başladığında ortadaki sahtekarlığın tam boyutunu hemen kavrayamamıştık. Gene de en azından bu gazetenin medya etik kurallarını nasıl çiğnediği çok açıktı. Saygın herhangi bir gazetenin, ağır ithamlar içeren bir bavul dolusu (daha doğrusu bir CD dolusu) belgeyle karşı karşıya kaldığı zaman yapması gerekenleri size sıralayalım. Birincisi, gazetenin kaynağının güvenli olduğunu araştırması gerekir, ki bunun yapılmadığı ortadaydı. Baransu, kendisini emekli subay olarak takdim eden şahsın kim olduğu konusunda yalan söylemiş olabileceğini sonradan (askeri savcıya verdiği ifadede) sonradan kabul edecekti. Kaldı ki, bu şahıs belgeleri neden 7 yıl saklamak ihtiyacı hissetmişti? Neden açık şahitlik yapmak istememekteydi? Neden belgeleri doğrudan savcılığa vermemişti? İkincisi, CD’lerden çıkan belgelerin gerçek olup olmadığı, teknik bir kurum tarafından araştırılmış mıydı? Bilgisayar ortamında sahtecilik yapmak o kadar kolayken, üç gazetecinin, biz oturup CD’leri inceledik ve 2003’te 1. Ordu’dan çıkmış olduklarına kanaat getirdik demelerinden daha absürd bir şey olabilir miydi? Üçüncüsü, belgelerin gerçek olduğu kanaatine varılmışsa dahi, yayın yapılmadan suçlanan şahısların görüşlerinin alınması ve suçlamalarla beraber yayında aktarılması gerekirdi. Bunun yapılmamış olması için en ufak bir mazeret yoktu. Ne delillerin karartılması, ne suçlananların kaçmaları, ne de başka bir şey sözkonusuydu. Dördüncüsü, en azından eldeki belgelerin muhtevası doğru aktarılmalı, yalan olduğu bilinen şeyler (ileride yazacağımız gibi, örneğin, Balyoz Harekat Planının altında Çetin Doğan’ın imzası olduğu) ısrarla tekrarlanmamalıydı. Taraf bu yayınlara başladıktan sonra Çetin Doğan kasetlerdeki ses kayıtlarının -en azından yayınlanan kadarının- kendine ait olduğunu hemen kabul etti. Fakat darbe planları bu ses kayıtlarında değil, CD’lerden çıkma Balyoz planı ve eklerindeydi. Doğan bu belgelerin gerçekliğini gene en başından itibaren reddetti. Olayın özü şuydu. 2003 yılının Mart ayında, Çetin Doğan’ın komutanlığını yaptığı 1.

Ordu’da emirkomuta zinciri içersinde bir plan semineri çalışması yapılmıştı. Bu çalışma jenerik bir senaryo üzerinden 1. Ordunun mevcut planlarının yeterliliğini sınamaya yönelikti. Ankara’dan görevli olarak gönderilen onbeş gözlemcinin katılımıyla gerçekleşen bu üç günlük seminerin tüm ses kayıtları ve seminerde kullanılan sunumlar dikkatle incelenince, yapılanın olağan bir askeri planlama olduğu, aşırı tehditler içeren bir senaryonun gerçekleşmesi ihtimaline karşı ordunun hazırlığını sınamaya yönelik bir çalışma olduğu ortaya çıkıyordu. Senaryoya göre, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmak üzereydi, terör örgüt eylemleri yurt sathında yaygınlaşmıştı, PKK eylemlerini yoğunlaşmıştı. Avrupa Birliği ile ilişkiler kopma noktasına gelmiş, Yunanistan kara sularını 12 mile çıkarıp bir Türk uçağını düşürmüştü. İrticai hareketler sonucunda çok kişi ölmüş ve yaralanmış, işyerleri yağmalanmıştı. İstanbul’un bir çok semtinde sokak çatışmaları her gün vuku bulmakta, İstanbul genelinde halk sokağa çıkamaz hale gelmişti. Hükümet sıkıyönetim kararı vermiş, ancak TBMM’de yeterli üye oy kullanmadığından karar onaylanamamıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir