Gerard De Villiers – 35 Uagadugu’da Darbe

Malko DC 10’dan çıktığında yağmurla karşılaştı ve tropikal bölgelere has sağanak altında birkaç dakikada sırılsıklam oldu. Etrafı, gökle aynı renkte bir sis tabakası sarmıştı. Yağmur damlacıkları sıcak toprağa değer değmez buhara dönüşüyor ve çevreye doğal bir. sauna görünümü kazandırıyordu. S AS’a haziran ayının başkent Uagadugu’da yağmur mevsiminin başı olduğu söylenmişti, ama yine de o böyle bir manzarayla karşılaşabileceğini sanmıyordu. Bir grup yolcuyla birlikte küçük, eski terminal binasına dek koştu. Bu sırada Fransa’dan gelen bir başka uçak da yolcularını boşaltıyordu. İki uçağın yolcuları ter kokan sıcak bir yere doluştular. Askerlerin gözetimindeki sınır polisleri hastalığa varan bir ihtimamla her pasaportu on dakika inceliyorlardı. Bir de Voltalılar nazik diye bilinirdi! Malko işlemlerin bu hızla ancak akşama bitebileceğim hesapladı. Terminal binasına giren yolcuların karşılaştıkları ilk şey duvardaki büyük afişti. Üzerinde “Vatan ya da ölüm. Ezeceğiz” yazıyordu. Kimi ezecekleri belirtilmemişti. Ama olsa olsa bu emperyalizm ve sömürgeciliğin doğurduğu Canavar’a karşı açılmış bir savaştı.


Malko arkasına dönerek yeni gelenlere baktı ve nihayet Chris Jones ile Milton Brabeck’i gördü. İki CIA ajanı saçlarını uzatıp çiçekli gömlek giymiş, boyunlarına fotoğraf makine5 si, sırtlarına da seyahat çantası takmışlardı. Ellerindeki Kanada pasaportlarını hakikilerinin ayırmak imkânsızdı. Tüm bu belgeleri ve araç gereci onlara “Şirket”in Harekât Dairesi vermişti. Adamlar Fransa üzerinden gelmişlerdi. Örgütün Avusturyalıyla iki gorili bu Afrika ülkesine aynı gün yollaması hiç hoş değildi, ama ihtilalden sonra Uagadugu’ya haftada ancak iki sefer konabilmişti ve önlerindeki zaman kısıtlıydı. Malko’nun önündeki İsviçreli nihayet pasaportunu alıp çekilince, sıra ona geldi. Bu seyahatte gerçek adını kullanıyordu ve Afrika’ da çok tutulan Mercedes’in sözüm ona satış temsilcisiydi. Zenci asker pasaportu evire çevire inceledikten sonra iade etti. Valizleri geleli epeyce olmuştu. Kendi bavulunu alan Malko bekleyenlerin bulunduğu tarafa geçti ve üzerinde kendi adının yazılı olduğu bir tabela tutan genç zenciyi gördü. Taksicilerin oluşturduğu kalabalığı yararak adama^yaklaştı. — Buradan patron! dedi genç rehber ve onu bir tezgâhın arkasındaki birine götürdü. İriyan, soluk benizli, dar gömlekli bir tipti bu. Ter içindeki elini uzattı.

< — Yukarı Volta’ya hoş geldiniz, Bay Linge. Adım Georges Vallos, Volta Kiralık Araba Şirketi’ndenim. Adamın gözlerinden her şeye boyun eğeceği belliydi. Sanki bir şeyden korkmuşcasına sürekli terliyordu. Malko adamın CIA ile işbirliği yapmasının bir rastlantı sonucu olmadığını anladı. Vallos yağlı saçlarını okşadı ve araba mezarlığından çıkmışı andıran sarı yamru yumru bir Datsun’u gösterdi. — İşte arabanız, çocuk size izleyeceğiniz 6 yolu gösterecek. Yanılmıyorsam 1 Silmand’da kalacaksınız, değil mi? — Doğru. Burada hava hep böyle midir? Yağmur azalıyordu, araba kiralayan adam cevap verecek kadar zaman bulamadı. -Son sürat gelen bir R 16 acı bir fren yaparak durdu ve içinden dört kişi fırladı. Biri saçlarını kazıtmış iri bir zenci, bir diğeri kırmızı bereli elinde Kalaşnikof olan bir melez ve diğer ikisi de Akdenizli tipindeydi. Kalabalığı yararak geçtiler ve SAS ile aynı uçaktaseyahateden iyi giyimli, gözlüklü, bıyıklı ve uzun boylu bir zencinin etrafını sardılar. Kısa ve sert geçen bir tartışmadan sonra, dört adam zenciyi ite kaka R 16’nın arka koltuğuna ittiler. Diğerleri de bindikten sonra, araba geldiği gibi son hızla hareket etti. Her şeyin olup bitmesi bir dakika bile sürmemişti ve kimse olanlarla ilgili değildi.

Kaçırılan adamın valizi yerde kalmıştı. Malko, Georges Vallos’a bakarak: — Kim bu? dedi. Şişman adam etrafına bakındı ve tezgâha eğilerek konuşmaya başladı: — Eski bir bakan ve bugünkü rejim muhaliflerinden biri. Adı, Joseph Kulibali. Ülkesine dönebileceği ve kendisine hiçbir şey yapılmayacağı söylenmişti. — Ya diğerleri kimlerdi? dedi Avusturyalı. Georges Vallos alnında biriken teri sildi. Sanki şimdi daha çok terliyordu. Malko otobüse doğru kaçamak bir göz attı ve Chris Jones ile Milton Brabeck’in diğer yolcularla birlikte araca bindiğini gördü. — Kırmızı bereli melez, ülkenin yeni başkanı olan Sankara’nın arkadaşı. Adı Bangare . Tehlikeli bir serseridir, ülkenin tüm güçleri onun elinde ve terör havası estiriyor. Dazlak kafalı olanı onunla birlikte Güney Afrika’dan geldi ve katilin teki. Diğer ikisiyse ayak işlerine bakan iki Cezayirli. Zayıfının adı Ali, diğerininki de Mohand.

— Peki asıl görevleri ne? — Tüm pis işlere bulaşan siyasi polislik. Son darbede birçok generali onlar temizledi. — Ya tutukladıkları kişi? — Sankara Kulibali’yi defalarca ülkeye davet ettiği için onu resmi yoldan tutuklamak istemiyor…Geriye onu gizlice etkisiz kılmak kalıyor… — Öldürmezler değil mi? — Yo, burada çok az adam öldürüyorlar. Barışsever insanlardır… Daha sonra Silmand’ daki büromda görüşürüz. İşte kiralama mukavelesi, içinde size ait bir şey var. Malko Datsun’un direksiyonuna kuruldu, kaçırılan adamın bavulu hâlâ oradaydı. Hurda haline gelmiş araçta hiç umulmayacak denli iyi çalışan bir havalandırma cihazı vardı. Yanında oturan çıplak ayaklı çocuk içi giderek onun saatine bakıyordu. — Sağa patron, dedi genç. fam Afrika’ya özgü bir mahalleden geçiyorlardı. Geniş toprak caddeye her yandan fırlayan motorlu bisikletler yüzünden SAS yavaşlamak zorunda kaldı. Manzara on yıl öncesinin Saygon’unu andırıyordu. Yüz metre ilerde acı bir fren yapmak zorunda kaldı. Yolun ortasında birbirine çarparak devrilen iki motosikletli ayağa kalkmaya çalışıyorlardı. Uagadugu sıcaktan kavrulan ve sıkıntıdan bunalan bir Afrika kasabasına benziyordu.

Havaalanı dış mahallelerden sonraydı. Yağmur durmuştu, ama hava hâlâ basıktı. Yanlarından omzunda Kalaşnikof olan bir asker geçti. Burada jandarma kuvvetleri ve Başkanlık Sarayı muhafızları dışındaki tüm erler gece evlerinde kalırlardı, çünkü kışla yoktu. Yalnızca Volta Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Başkan Sankara’nın özel koruma timindeki askerlere bina tahsis edilmişti. Kenarında tek tük ağaçlar olan geniş bir yola çıktılar. Yolun bir patikayla kesiştiği noktadaki trafik ışığı kırmızıya dönüştü. Avusturyalı durdu. Yanındaki genç gülerek: — Işık kırmızı, ama polis yok. Devam edebilirsin, patron, dedi. Ancak Malko bekledi. — Hey patron, durma! — Niçin? — Patron, burası tehlikeli. Gelip geçeni soyan hırsızlar var burada. Malko tam gencin tavsiyesine uyacakken, patikada kapıları açık duran R 16’yı gördü. — Yeşil ışık yandı, patron.

Yeşil ışık, dedi kolundan çeken çocuk. Malko onu dinlemiyordu bile, gördüğü manzara nedeniyle boğazına bir şey düğümlenmişti. Kaçırılan Joseph Kulibali bir düzlüğe diz çöktürülmüş, etrafını saran dört kişi tarafından tekme tokat dövülüyordu. Yüzü gözü kan içinde olan adam sık sık yere kapaklanıyor, ama her defasında tekrar doğrultuluyordu. SAS içinde bulunduğu araçtan adamın etini patlatan darbelerin sesini işitiyordu. Adamlar işlerine öyle dalmışlardı ki, duran arabayı farketmediler bile. 9 Aniden, dazlak kafalı gruptan ayrıldı ve R 16’dan aldığı benzin bidonunu yerde hareketsiz duran adamın üstüne boşalttı. Adam önce çömeldi, sonra ayağa kalktı ve sendeleyerek gözüne akan kanla benzini silmeye çalıştı. Sonra geniş yola doğru yürümeye başladı. Gariptir, diğer dördü ona engel olmadılar. Bu arada Avusturyalının adamları inceleyecek kadar vakti oldu. Melez olanının teni oldukça açıktı, ayrıca sürekli hareket eden gözleri ve iri bir ağzıyla yassı burnu vardı. Dazlak kafalı serseri ise kalın hatlı, simsiyah tenliydi ve bakışlarında vahşi bir hayvanın yırtıcılığı farkediliyordu. Ali adlı Cezayirlinin kırık bir burnu ve yüzünde bıçak yarası vardı. Dördüncüsüyse saçları ve düzgün hatlarıyla daha çok bir Portekizliyi andırıyordu.

Kulibali birkaç metre ilerledi, sonra SAS dehşetle dazlak serserinin cebinden çakmağını çıkartarak kurbanına yaklaştığını gördü. Malko dışarı fırlamak için kapıyı açtı, ama yanındaki delikanlı üstüne atılarak onun hareket etmesini engelledi. — Hayır patron, sakın gitme! Bizi de öldürürler, dedi yalvarırcasına. Kül i ini.m gücü kat kat artan çocuk SAS’ın luıt’ckel etmesini engelledi. Bir gazeteyi rulo yapan zenci, onu çakmağıyla tutuşturdu, kolun u uzatarak Joseph Kulibali’ye yaklaştı ve meşale yerine kullandığı gazeteyi kurtulmaya çalışan adama değdirdi. Eski bakan bir anda tepeden tırnağa alev aldı. Kulibali çığlıklar atarak koşuyor, alevleri söndürmek için ağaçlara sürtünüyor, kendini yere atıp debeleniyordu. Adamın canhıraş 1 0 çığlıkları Malko’nun tüylerini diken diken etmişti. Onu arabanın içinde tutan genç korkunç bir çığlık attı. Arabaya doğru esen rüzgâr kömürleşmiş et kokusunu oraya kadar getirdi. Adam bir ağaç gövdesine sürtünerek hem alevleri söndürmeye uğraşıyor, hem de üzerindeki ceketten kurtulmaya çabalıyordu. Ama başaramadı, birkaç adım daha atıp yere diz çöktü. Artık onu kimse kurtaramazdı. Katillerden üçü R 16’ya binmişti.

Dazlak olanı kurbanına yaklaştı. Malko adamın olanlardan hiç etkilenmemiş yüz ifadesini rahatça görebiliyordu. Dazlak durdu ve gözlerini Datsun’a dikti. Arkasına döndü ve R 16’dakilere bir şeyler söyledi. — Kaçalım patron, kaçalım… dedi korkuyla rehber genç. R 16’dan kimse kıpırdamadı. Dazlak yerde yatan adamı yüzükoyun çevirdi, eski bakan birkaç kez titredi. Serseri kemerinden ucu sivri, kırk santim uzunluğunda bir çelik parçası çıkardı. Bir süre adamın sırtını eliyle yokladı. Çeliği saplayacağı yeri arıyordu. Sonunda sivri kısmı ensenin tam altından belkemiğine dayadı. Malko adamın kasılan adalelerini ve zorlanmadan dolayı yamulan ağzını gördü. Joseph Kulibali son bir gayretle doğruldu, ama hemen yığıldı. Katil çelik parçasını blucinine sildi ve hiç acele etmeden R 16’ya gitti. Araba derhal hareket etti ve patikada yol alarak ağaçların arasında kayboldu.

Bu vahşi tablo Avusturyalıyı çok etkilemişti, derhal yola koyuldu. Yanındaki gencin korkudan dişleri takırdıyordu. Biraz ötede sağ taraflarında Silmand’ı gördüler, binanın boyası çok iç karartıcıydı. Sundurmanın önünde durur durmaz rehber genç sanki peşinde şeytan varmış gibi arabadan indi ve arkasına bile bakmadan kaçtı. Bavulları alınırken, SAS kendisine Viyana’da CIA görevlilerinin söylediklerini hatırladı: “Uagadugu’daki göreviniz olaysız geçecek. Halkı sakin ve uysaldır.” Yanmış insan etinin kokusu hâlâ burnundan gitmemişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir