Francis Fukuyama – Tarihin Sonu ve Son İnsan

Bu kitabın temel fikirlerini 1989 yazında The National Interest dergisinde “Tarihin Sonu mu?” başlıklı bir makalede yayınlamıştım. (1) Makalede son yıllarda hükümet sistemi olarak liberal demokrasinin meşruluğu üzerine dünya çapında dikkate değer bir mutabakatın oluşmuş olduğunu ve aynı zamanda monarşi, faşizm ve son zamanlarda da komünizm gibi rakip egemenlik biçimlerinin liberal demokrasiye yenik düştüğünün ortaya çıktığını göstermiştim. Bu tezde durup kalmamış, fikir yürütmeye devanı ederek liberal demokrasinin muhtemelen “insanlığın ideolojik evriminin son noktasını” ve “nihai insani hükümet biçimini” temsil ettiğini öne sürmüştüm. Buna göre liberal demokrasi “tarihin sonu”ydu. Önceki hükümet biçimleri, sonunda kendi çöküşlerine yol açan büyük eksikliklere ve akıldışı özelliklere sahipken, liberal demokrasi çarpıcı bir şekilde bu tür temel iç çelişkilerden uzaktır. Bununla, günümüzün istikrarlı demokrasilerinde, örneğin Birleşik Devletlerde, Fransa’da ya da İsviçre’de adaletsizliklerin ya da derin sosyal sorunların olmadığını öne sürmek istemiyordum. Ne var ki, böylesi olumsuzluklar modern demokrasinin iki temel ilkesi olan özgürlük ve eşitliğin yeterince gerçekleştirilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır, yoksa bu ilkelerin kendisinden değil. Günümüzde istikrarlı bir liberal’demokrasi idealinin bir düzeltmeye ihtiyacı yoktur. Yukarıda adı geçen makale Birleşik Devletlerde geniş olarak ve çeşitli açılardan tartışıldı ve daha sonra İngiltere, Fransa, İtalya, Sovyetler Birliği, Brezilya, Güney Afrika, Japonya ve Güney Kore’de geniş yankı uyandırdı. Akla gelebilecek her şekilde eleştirildi. Bazı eleştiriciler benim gerçek niyetlerimi yanlış anlamışlardı, başkaları ise daha yetenekli çıkmış ve benim muhakememin özüne inmişlerdi. m Birçok okuyucu bir kere benim “tarih” kavramını ele alış tarzım yüzünden şaşkınlığa düşmüştü. Tarihi alışılmış anlamda, olayların birbirini izlemesi şeklinde anlıyor ve “tarihin devam ettiğr’nin ve benim olaylar tarafından yalanlandığımın kanıtı olarak Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, Çin komünistlerinin Tienanmen Meydanı’nı kana bulamasına ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine işaret ediyorlardı. Oysa bundan böyle büyük ve önemli olaylar olmayacağını öne sürmüş değildim, ben yalnızca tarihin sonundan söz etmiştim. Benim tarihten anladığım, bütün zamanların bütün insanlarının deneyimlerini kapsayan eşsiz ve bağlantılı bir evrim sürecidir.


Bu tarih anlayışı büyük Alman filozofu Georg Wielhelm Friedrich Hegel’in anlayışıyla yakından ilişkilidir. Bu anlayış, onu Hegel’den devralan Kari Marx’la günümüz düşüncü yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve “ilkel” ya da “ilerici”, “geleneksel” ya da modern gibi kavramları farklı toplum biçimlerine ilişkin olarak kullanmamızda ifadesini bulmaktadır. Gerek Hegel gerekse Marx insan toplumlarının, kölelik ve tarımsal kendine yeterlilik üzerine kurulu ilkel kabile toplumundan başlayarak ve teokrasinin, monarşinin ve feodal aristokrasinin çeşitli biçimlerinden geçerek modern liberal demokrasiye ve teknik ilerleme tarafından belirlenen kapitalizme kadar bağlantılı bir gelişme gösterdiğini kabul etmişlerdi. Bu gelişme, düz bir çizgi izlememiş olsa da, ne bir rastlantıydı, ne de insan aklının dışında cereyan etti. İnsanların yaşamının tarihsel “ilerleme” ile gerçekten daha iyi ya da daha mutlu olup olmadığı sorusu ise tarihsel sürecin kendisiyle ilgili değildir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir