Paul Lemerle – Bizans Tarihi

Bu kitabın amacı, başkenti Bizans olan imparatorluğu ana çizgileriyle anlatmaktır. Dolayısıyla, başlangıç noktası olarak, I. Konstantinos’un, Bosforos [Boğaziçi’nin Eskiçağ’daki adı (Meydan Larousse) – ç.n.] kıyılarında, törenle, imparatorluğun yeni başkentinin açılışını yaptığı 11 Mayıs 330’u, bitiş noktası olarak da, son Bizans İmparatoru’nun surlarda savaşırken öldürüldüğü ve Türklerin kente girdiği 29 Mayıs 1453 gününü kabul etmenin doğal olduğunu düşünüyorum. Başlangıç tarihi olarak 330 yılını almanın beni karşı karşıya bıraktığı eleştirileri bilmiyor değilim. Kuşkusuz, “Roma” İmparatorluğu o tarihte birden son bularak varlığını bir “Bizans” İmparatorluğu olarak sürdürmüyor, ya da, yerine birden, bir “Bizans” İmparatorluğu geçmiyordu. Söz konusu başlangıç noktası olarak Theodosios’un öldüğü ve imparatorluğun Arcadius (ya da Arkadios – ç.n.) ile Honorius arasında bölüşüldüğü yıl olan 395 yılını almanın daha doğru olacağı da öne sürülmüştür. Hatta Bizans İmparatorluğu’nun başlangıcı olarak, Justinianos’un saltanat dönemini (527-565), Isauria’lı Leon’un saltanat dönemini (717-740) alanlar da olmuştur. Ama bunlar hep, boşuna anlaşmazlıklardır. Bu imparatorluğa, – 1453’e kadar “Romalılar’ın İmparatoru” olarak kalan – imparatorun, çöküşü kaçınılmaz olan Roma’yı terk ederek, başkenti, Konstantinopolis’e getirdiği ve kentin böylece, İmparatorluğun idari ve siyasi merkezi olduğu andan itibaren, Bizans İmparatorluğu adı verilebilir. Augustus’un [Roma imparatorlarına verilen ve onlara kutsal bir özellik kazandıran ad (Meydan Larousse) – ç.n.


] “principatus”unu [Roma İmparatorluğu’nun ilk iki yüzyılındaki siyasi rejim (Meydan Larousse) – ç.n.] bir Doğu ve Hıristiyan monarşisine dönüştüren ağır ve uzun dönüşümde, belki daha önemli tarihler vardır, ama daha anlamlısı yoktur. Bu imparatorluğa hangi adın verilmesi gerektiğini tartışmak da hiç de daha az boşuna değildir. 17. yüzyılda Bizans bilimini kurmuş derin bilgili kişiler olan Labbe ve özellikle de Ducange, sadece, “Bizans tarihi” diyorlardı. Tarihe polemik niteliğindeki çabaları karıştırarak, 18. yüzyıl filozofları her şeyi birbirine karıştırdılar: bunlar, Bizans’ta var olan, en eksiksiz bir mutlak monarşinin ve bir din devletinin gerçekleşmiş olması olgusunu kınadılar. Bu kınamada, ilk ses, şöyle yazmış olan Voltaire’den geldi: “Tacitus’tan beri, Roma tarihinden de gülünç bir tarih vardır ve o da Bizans tarihidir. Bu değersiz kitap sadece tumturaklı sözler ve mucizeler içeriyor. Yunan devletinin yeryüzünün yüzkarası olması gibi, bu devlet de insan aklının yüzkarasıdır. Türkler, hiç olmazsa daha sağduyulu: yendiler, yararlandılar, pek az yazdılar.” Bizans tarihi, bilgisizlikle önyargı arasında yer alan bu yargıdan henüz tümüyle kurtulmuş değildir. [10] Bizans’ın, Roma İmparatorluğu’nun sürekli ve kaçınılmaz olarak, rahiplerin çekişmelerinin ve neredeyse barbar bir sarayın karmaşık törenlerinin ortasında, kesin yıkılışa doğru inen soluk bir artakalışı olduğu kanısı oluştu. Bu, dinlemeden mahkûm etmek demektir.

Bizans’ın kusuru, Thukydides ya da Tacitus gibi büyük tarihçilere değil de, Yunancasının anlaşılması çok zaman güç olan vakanüvislere sahip olmaktır: bunları aşağılamak, okumaktan kolaydır. Bu kitapla, Batı ile Doğu’nun sınırları arasındaki, on bir yüzyıl boyunca, bu tarafların her ikisinden de gelen darbelere dayanabilmiş ve her ikisinde de tarihsel ve uygarlaştırıcı görevini yerine getirebilmiş olan bir devletin ilgisizlik ya da aşağılamadan fazlasına lâyık olduğu gösterilmek istenmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir