Ahmed Faruk – Eshab-i Kiram

Besmeleyle başlıyalım kitâba, Allah adı en iyi bir sığnakdır. Ni’metleri sığmaz, ölçü hisâba, Çok acıyan, afvı seven bir rabdır! Allahü teâlâ, Cenneti ve Cehennemi önceden yaratdı. Her ikisini, insanla ve cinle dolduracağını, ezelde dileyip, bunu kitâblarında bildirdi. Âdem aleyhisselâmdan beri, Cennete gidecek îmânlı, iyi insanlar olduğu gibi, Cehenneme götüren kötülükleri yapan, îmânsız, aklsız, fenâ kimseler de gelmişdir. Kıyâmete kadar da gelecekdir. Meleklerin sayısı, insanlardan, ölçülemiyecek kadar dahâ çok olup, hepsi îmânlı ve hep itâ’atlıdır. İnsanların ise, her zemân az sayısı îmânlı, çoğu ise, îmânsız, azgın, taşkın kimselerdir. İyi ve kötü insanlar, hep birbirini yok etmeğe uğraşmış, kötüler, birbirlerine de saldırmış, târîh boyunca, sıkıntılı, huzûrsuz yaşamışlardır. Îmânlılar, îmânsızları ıslâh etmek, îmâna getirip se’âdet-i ebediyyeye kavuşdurmak için, Âdem oğullarını dünyâda ve âhıretde, mes’ûd, râhat yaşatmak için, cihâd etmişdir. Îmânsızlar ise, dikta rejimi sürmüş, az bir zümrenin taşkınca zevk ve safâ sürmesi, nefslerini, şehvetlerini doyurması için za’îflere, küçüklere saldırmışdır. Kötülüklerinin, zararlarının, felâketlerinin örtbas edilmesi, herkesi aldatabilmeleri için, ahlâk, fazîlet, dürüstlük ve adâlet ölçülerini koyan Peygamberlere “aleyhimüsselâm” ve Onların getirdiği dinlere saldırmışlardır. Bu saldırmaları ba’zı asrlarda harb vâsıtaları ile, ölüm kalım savaşı şeklinde olmuş, ba’zan da yalan propagandalarla, fitne, fesâd çıkararak, dinleri içinden bozmak, müslimân devletleri, içeriden yıkmak şeklinde olmuşdur. İşte, Allahü teâlânın bütün dünyâdaki insanlar arasında, her bakımdan, en üstün, en güzel, en şerefli olarak yaratdığı ve bütün milletlere Peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün Peygamber olan Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin, kurtuluş, yükseliş yolunu gösteren, maddede ve ma’nâda ilerlemeğe ışık tutan parlak dînini yıkmak için de, îmânsızlar, ahlâksızlar, nefslerinin esîri olan alçaklar, her asrda, haçlı savaşları ile ve zulm ile, işkence ile Onun dînine saldırdığı gibi, müslimân şekline girerek, yalan ve hîleli sözleri ve yazıları ile aldatmağa, kardeşi kardeşe düşürerek, içerden yıkmağa uğraşdılar ve çok zarar yapdılar. Başarı sağladılar. Dahâ Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” zemânında, müslimân olduğunu söyliyerek, (Abdüllah bin Sebe’) adını alan bir Yemen yehûdîsi, müslimânlar arasına ilk olarak fitne, ikilik sokdu.


Bozuk bir çığır açdı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbını kötülemeğe kalkışdı. Yehûdînin meydâna çıkardığı bu bozuk yola (Râfizîlik) denildi. Şimdi (Şî’îlik) deniliyor. Sonraları, nice nice din düşmanları, müslimân adı alarak, hattâ din adamı şekline bürünerek, bozuk, sapık yollar meydâna çıkardı. Milyonlarca müslimânın doğru yoldan ayrılmasına sebeb oldular. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ümmetinin başına gelecek bu acıklı hâli haber vererek, (Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak. Bunlardan, yetmişikisi, doğru yoldan saparak, Cehenneme gidecek. Bir fırkası, benim ve Eshâbımın izinde, doğru yolda kalacakdır) buyurdu. Doğru yolda kalan bu fırkaya (Ehl-i sünnet) denildi. Bu fırkalardan en eskisi ve kötüsü olan râfizîlik, zemân zemân, ahmaklar arasında yayılmakda ve îmânsızlar tarafından koz olarak kullanılmakda, körüklenmekdedir. Son zemânlarda basdırdıkları, eskiden yehûdî düzmesi olan (Hüsniyye) kitâbına ve arasıra câmi’ kapılarında câhil halka dağıtdıkları broşürlere ve sözlerine dikkat edilirse, kitâbın sözlerinin ve yazılarının hiçbir ilmî temele dayanmadığı, vak’a ve olayları değişdirdikleri, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış, bozuk ma’nâ verdikleri görülür. Saçma sapan sözlerine inandırmak için, kıymetli birkaç kitâbın ismini veriyor. Bunlarda da böyle yazılı diyorlar. Fekat, bu kıymetli kitâblardan bir satır yazı gösteremiyorlar.

Câhiller, bu kitâbların ismini duyunca, hepsini doğru ve haklı sanıyor. Bunların bozuk ve çürük iftirâları ve Ehl-i sünnet âlimlerinin Kur’ân-ı kerîm ile ve hadîs-i şerîfler ile bildirdikleri doğru inanışlar, Abdülhakîm Efendinin “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-ı kirâm) risâlesinde çok değerli vesîkalarla açıklanmışdır. Bu kitâbımızın baskısı yapılırken, kitâbda adı geçen meşhûrların hâl tercemelerini de, muhterem okuyucularımıza tanıtmak için, kitâbımızın sonunda elif bâ sırası ile, ikiyüzaltmışbeş kişi üzerinde lüzûmlu bilgi verdik. (Eshâb-ı kirâm) kitâbımızın birinci baskısı 1982 senesinde yapıldı. Allahü teâlânın lutfu ve ihsânı ile, şimdi kırkyedinci baskısını yapmak nasîb oldu. Allahü teâlâ, müslimânların, bu kitâbı, dikkat ile ve insâf ile okuyarak doğru yolu anlamalarını nasîb eylesin! Âmîn! Bugün, yeryüzünde bulunan müslimânlar, üç fırkaya ayrılmışdır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan, hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye), ya’nî Cehennemden kurtulan fırka denir. İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır. Bunlara, (Râfizî) ve (Şî’î) ve (Fırka-i dâlle), ya’nî sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere ve şî’îlere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünki bunlar, ilk olarak, Arabistânın Necd şehrinde meydâna çıkmışdır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünki, bunların müslimânlara müşrik dedikleri, (Kıyâmet ve Âhıret) v e (Se’âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda yazılıdır.

Müslimâna kâfir diyene, Peygamberimiz la’net etmişdir. Müslimânları bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîlerle ingilizlerdir. Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî yaratılışındaki küfrü ve günâhları temizlemek için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye, ya’nî nefsden ve şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitâblardan gelmiş olan küfrden ve günâhlardan kurtulmak için, istigfâr okumalıdır. Ya’nî, (Estagfirullah) okumalıdır. İstigfâr düâsı: (Estagfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh)dir. Ma’nâsı, (Günâhlarımı afv et ey büyük Allahım! Herşeyi yokdan var eden ve her ân varlıkda durduran, yalnız Sensin! Sen hep varsın!)dir. İslâmiyyete uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın ve açık kadınlara, avret yeri açık olanlara bakanın ve harâm yiyip içenin islâmiyyete uymadığı anlaşılır. Bunun düâsı kabûl olmaz. Mîlâdî sene 2001 Hicrî şemsî 1380 Hicrî kamerî 1422 DİN NEDİR? Dünyâda fâideli, iyi şeylerle, zararlı, kötü şeyler karışıkdır. Fâideli şeyleri yapan, se’âdete kavuşur. Zararlı şeyleri yapan, felâkete yakalanır, hep sıkıntı çeker. Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeylerle kötüleri ayırmak için insanda bir kuvvet yaratdı. Bu kuvvete (Akl) denir.

Aklı sağlam, temiz olan kimse hep iyi şeyleri bulur, yapar. Günâh işliyenlerin aklı bozulur. Ayırma işini iyi yapamaz. İnsan, kötü şeyleri yaparak, işleri zararlı olur. Eshâb-ı kirâm hiç günâh işlemedikleri için, aklları sağlam ve kuvvetli idi. Bunun için işlerinde hep muvaffak oldular. Dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşdular. İnsanların çoğu akl hastası olarak, sıkıntı içinde yaşıyor. Allahü teâlâ merhamet ederek, bu işi kendi yapıyor. İyi işleri ve kötü işleri Peygamberleri vâsıtası ile bildirdi ve iyileri yapınız diyerek emr verdi. Kötü işleri yapmağı yasak etdi. Allahü teâlânın bu emrlerine ve yasaklarına (Din) denildi. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne (İslâmiyyet) denildi. Fâideli şeyleri öğrenmek ve yapmak istiyenin, islâm dînine uyması, ya’nî müslimân olması lâzımdır. Ba’zı avrupalılar, aklları ile anlıyarak islâmiyyetin emrlerini yapıyor, muvaffak oluyorlar.

Kâfirler, islâm düşmanları bu hâli görünce, hıristiyanlar ilerici olur diyor. Müslimân ismini taşıyanlar, islâmiyyete uymayınca, başarısız oluyorlar. Kâfirler bu hâli görünce, islâmiyyet terakkîye mâni’dir, gericilikdir yaygarasını basıyorlar. Hâlbuki, ba’zı avrupalılar, hıristiyanlığa uymayıp, islâmiyyete uydukları zemân terakkî etmekde, müslimân ismi taşıyan ahmaklar da, islâmiyyete uymadıkları için geri kalmakdadır. Bu vücûdün mülkü, elden çıkmadan, çarh-ı felek, bu binâyı yıkmadan. Sûretü ma’nâ, bir arada iken, iki âlem de, elinde iken. Hubb-ı dünyâyı, gönlünden gider! tâ alasın, can âleminden haber. Harâmdan sakın, farzı yapmağa bak! farzı yapmazsan, olur hâlin harâb! ESHÂB-I KİRÂM “aleyhimürrıdvân” Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd eder, onu medh ederse, bu hamdlerin hepsi Allahü teâlâya mahsûsdur. Çünki, her şeyi yaratan, terbiye eden, yetişdiren, her iyiliği yapan, gönderen ancak Odur. Kuvvet, kudret sâhibi yalnız Odur. İnsan bir şeyi yaratdı demek, yaratdı kelimesini Allahü teâlâdan başkası için söylemek, sivrisineğin apartman yapmasını veyâ otomobil kullanmasını söylemek gibidir ve çok çirkin günâhdır. Söylenen kimse ile alay etmek, onu küçültmek demekdir. Bütün düâlar, iyilikler, Onun Peygamberi ve sevgilisi olan (Muhammed) aleyhisselâma ve Onun Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” olsun! (Mir’ât-i kâinât) ismindeki büyük târîh kitâbının sâhibi Nişâncızâde Muhammed bin Ahmed “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki, (Eshâb-ı kirâm, çeşidli şeklde ta’rîf edilmişdir. (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” diri iken ve Peygamber iken bir ân gören, eğer kör ise, bir ân konuşan, büyük veyâ küçük, her mü’mine (Sâhib) veyâ (Sahâbî) denir. Birkaç dânesine (Eshâb) veyâ (Sahâbe) yâhud (Sahb) denir.

Kâfir iken görüp, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra îmâna gelen veyâ mü’min olarak görüp de, sonra meâzallah mürted olan kimse, sahâbî değildir. Eshâb-ı kirâm arasında bulunan Ubeydullah bin Cahş ve Sa’lebe bin Ebî Hâtıb kâfir, ya’nî mürted oldular. Mürted oldukdan sonra tekrâr îmâna gelirse, yine sahâbî olur demişlerdir). Vahşî “radıyallahü anh” de Sahâbedendir ve Sahâbî olarak vefât etdi. Meşhûr Muhammediyye kitâbında ismi de vahşî, cismi de vahşî demesi, îmân etmeden evvelki cismini bildirmekdedir. Seksen senelik kâfirler îmâna gelip, bir kerre Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzünü görürse, sahâbî oluyor da, Vahşî “radıyallahü anh” sahâbî olmaz mı? Bu şartları taşıyan Cinnîler de sahâbî olur. Vahşî hakkında fazla bilgi almak için, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı 1187.ci sahîfeye bakınız! Abdülganî Nablüsînin “rahime-hullahü teâlâ” (Hadîkatün-nediyye) adındaki (Tarîkat-i Muhammediyye) şerhi çok kıymetlidir. 1290 [m. 1873] yılında İstanbulda basılmışdır. 1400 [m. 1980]de, birinci kısmının ofset baskısı yapılmışdır. 13. cü sahîfesinde diyor ki, (Mü’min olarak Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile buluşan ve mü’min olarak öldüğü bilinen cin ve insana sahâbî denir. Bu ta’rîfe göre, a’mâ olan da ve uzun zemân birlikde bulunmıyan da sahâbî olur.

Melek sahâbî olmaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etdiği zemân yüzyirmidörtbinden fazla sahâbî vardı. Hepsi âlim, kâmil, yüksek insanlar idi). Bütün din büyükleri diyor ki, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra ve meleklerden sonra mahlûkların en efdali, en üstünüdür. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kerre gören bir müslimân, görmiyenlerin hepsinden, hattâ Veysel Karânîden katkat dahâ yüksekdir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, Şâma girince, bunları gören hıristiyanlar, hâllerine hayrân kalıp, (Bunlar, Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden dahâ yüksekdir) dediler. Bu dînin en büyük âlimlerinden olan Abdüllah ibni Mubârek “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki, (Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında giderken hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdül’azîzden bin def’a dahâ üstündür). Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” üstünlüklerini bildiren âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler pek çokdur. Sûre-i Âl-i İmrân 110.cu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Sizler, bütün insanlar içinde, en iyi bir ümmetsiniz, cemâ’atsiniz.) buyuruldu. Ya’nî Peygamberlerden sonra, bütün insanların en iyisisiniz! Sûre-i Tevbe 103.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Mekke-i mükerreme ehâlîsinden olup, Medîne-i münevvereye hicret eden Sahâbe-i kirâmdan ve iyilikde onların izinden gidenlerden, Allahü teâlâ râzıdır. Onlar da, Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ onlara Cennetler hâzırlamışdır.

) buyuruldu. Sûre-i Enfâl 64.cü âyet-i kerîmesinde, Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sana Allahü teâlâ yetişir ve sana tâbi’ olan mü’minler yetişir.) buyurdu. O zemân Sahâbe-i kirâm pek az idi. Fekat, Allahü teâlâ yanında dereceleri pek yüksek olduğundan, dîni yaymakda sana yetişirler buyuruldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir