Craig Russel – Kanlı Kartal

Karanlık çağlar hiçbir yerde Viking topraklarmdaki kadar karanlık geçmedi. Güçlü kültler gelişmişti: batıl inançlan ve kanlı ayinleri, esrarengiz inançlara dayanan kültler. Bunlarm en korkuncu Kanlı Kartal ayiniydi. İnsan kurban edilen bir ayin. Teşekkür Minnettar olduğum çok şey var. Ve müteşekkir olduğum çok sayıda insan. Her şeyden önce, ilk taslaktaki tüm yorum ve düzeltmeleri ve Jan Fabel’e tereddütsüz desteği ve inancı için, karım Wendy’ye teşekkür etmek istiyorum. Bu kitabın yazımına ayırdığım onca zaman boyunca gösterdikleri sabır için çocuklarım Jonathan ve Sophie’ye özel bir teşekkür borçluyum. Tutkulu ve bilgili bir cinayet-gerilim romanı okuru olan anneme de, metnin yazım aşamasında getirdiği uzmanca yorumlar için teşekkür ediyorum. Coşkusu, enerjisi ve üstlendiği onca iş için, Blake Friedman Telif Hakları Ajansı’ndan Carole Blake’e ve asistanı Oli Munson’a; önerileriyle bunu daha iyi bir kitap haline getiren, gerçek edebiyat insanı editörüm Paul Sidney’e; ayrıntılara gösterdiği özen ve dikkat için redaktörüm Neville Gomes’a da teşekkür etmek isterim. Dr. Anja Lowit’e de, orijinal müsveddeye getirdiği yorumlar ve bu işe ayırdığı zaman için teşekkür borçluyum. Bu kitapta, Hamburg Polisi’nin gerçek örgütlenme ve operasyon yapışma ve prosedürlerine elimden geldiğince bağlı kalmaya çalıştım. Bunu gerçekleştirmemde bana yardımcı olan, Hamburg Polisi’nden Boris Manzella, Andre Scönhardt ve Rene Schön-hardt’a ve Polizeipressestelle’den1 Erste Polizeihauptkommissa-rin2 Ulrike Sweden’e teşekkür etmek isterim. Almanca konuşurken kendimi o kadar da salak hissetmemem için yaptığı bütün yardımlardan dolayı Katrin Frahm’a; GLS Language Services’tan, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Glasgow 1.


Polis Basın Merkezi. 2. Polis başkomiseri (kadın). fahri konsolosu Dagmar Förtsch’e ve Duncan Mcînnes’e teşekkür etmek istiyorum. Bu kitaba olan inançları ve güvenleri için dünyadaki bütün editörlerime ve yayıncılarıma da teşekkürler. Ve tabiî ki, eğer bu kitabın bir kahramanı varsa, bu bir kişi değil, bir şehir… Moin! Moin! ^Hamburg. 3. Almanya’nın kuzey sahillerindeki Doğu Frizya bölgesinde kullanılan selamlaşma sözcüğü. Polizei Hamburg Mordkomraission1 Kimden: SVEN’İN OĞLU Kime: ERSTER KRİMİNALHAUPTKOMMİSSAR2 JAN FABEL Tarih: 3 haziran 2003, 23.00 Konu: Zaman ZAMAN TUHAF ŞEY DEĞİL Mİ ? BEN YAZIYORUM, SİZ OKUYORSUNUZ VE AYNI ANI PAYLAŞIYORUZ. GENE DE, BEN BUNU YAZARKEN, HERR HAUPTKOMMİSSAR,3 SİZ UYUYORSUNUZ VE BİR SONRAKİ KURBANIM HÂLÂ HAYATTA: SİZ BU SATIRLARI OKURKEN O ÇOKTAN ÖLMÜŞ OLACAK. DANSIMIZ DEVAM EDİYOR. BEN BÜTÜN HAYATIMI BAŞKALARININ FOTOĞRAFLARININ KENARINDA GEÇİRDİM. FARK EDİLMEDEN. AMA RUHUMUN DERİNLİKLERİNDE, NE OLDUĞUNU BİLMEDİĞİM, DÜNYADAN GİZLİ, ULU VE SOYLU BİR ŞEYİN TOHUMU YATIYORDU.

ŞİMDİ, O BÜYÜKLÜK BENlM ÜZERİMDEN İŞİYOR. BÜYÜK OLMAYI KENDİM İÇİN İSTEDİĞİMDEN DEĞİL: BEN SADECE BÎR ARACIM, BİR VASITA. NELERE MUKTEDİR OLDUĞUMU, KUTSAL EYLEMİMİ GÖRDÜNÜZ. ŞİMDİ, NASIL SİZİN GÖREVİNİZ BENİ DURDURMAKSA, BE1. Hamburg Polisi Cinayet Masası. 2. Cinayet Masası başkomiseri. 3. Sayın Başkomiser. NÎM KUTSAL GÖREVİM, MİSYONUM DA DEVAM ETMEK. BENİ BULMANIZ UZUN ZAMAN ALACAK HERR4 FABEL. AMA SİZ BUNU BAŞARMADAN ÖNCE, BEN KARTALIN KANATLARINI ALABİLDİĞİNE AÇMIŞ OLACAĞIM. KUTSAL TOPRAKLARIMIZA MÜHRÜMÜ KANLA BASACAĞIM. BENİ DURDURABİLİRSİNİZ, AMA ASLA YAKALAYAMAYACAKSINIZ. BUNDAN BÖYLE BAŞKALARININ FOTOĞRAFLARININ KENARINDA OLMAYACAĞIM, BAŞKÖŞEYE GEÇME SIRASI BENDE.

SVEN’İN OĞLU 4. Bay. 4 haziran çarşamba, 04.30. Pöseldorf, Hamburg. Fabel rüya görüyordu. Hamburg’un elementi sudur: Hamburg’da Amsterdam ya da Venedik’tekinden daha çok kanal vardır; Aussenalster, Avrupa’da şehir merkezlerinde bulunan göllerin en büyüğüdür. Ayrıca, yıl boyu yağmur yağar. Bu gece de, havanın şehrin üzerinde ıslak ve boğucu bir pelerin gibi asık kaldığı bir günün ardından, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlamıştı. Dışarıda fırtına, şimşekler ve gök gürültüleriyle şehrin üzerinde yoluna devam ederken, Fabel’in zihninde görüntüler kıvılcım-lanıyordu. Zaman kendi içine çöküyor, kendi üzerine katlanıyordu. Aralarında onlarca yıl olan insanlar ve olaylar, zamanın dışında bir yerde buluşuyordu. Fabel rüyasında hep aynı şeyleri görürdü: gerçek yaşamın karışıklığı, çözülmemiş düğümler, altına bakılmamış taşlar. On küsur soruşturmanın açıklığa kavuşmamış sonları, uykudaki beynini en ince kıvrımlarına kadar deşerdi. Fabel, bundan önceki pek çok rüyasında olduğu gibi bu rüyada da, son on beş yılın cinayet kurbanları arasında yürüyordu.

Bu kurbanların hepsini, ölümün ağarttığı her yüzü, çoğu insan uzak akrabalarının yüzlerini nasıl hatırlarsa öyle tanıyordu. Katillerini yakalamış olduğu ölülerin çoğu, onu fark etmeden yanından geçip gidiyordu; ama cinayetlerini aydınlatamadığı ölüler, donuk gözlerini suçlayıcı, sert bir ifadeyle üzerine dikerek, ona yaralarını gösteriyorlardı. Kalabalık açıldı ve Ursula Kastner öne çıkıp Fabel’in karşısına dikildi. Üzerinde, Fabel onu ilk ve son görüşünde giymiş olduğu, aynı şık Chanel ceket vardı. Fabel gözünü gri ceketteki küçücük kan lekesine dikti. Leke büyüdü. Kırmızısı koyulaştı. Kadının kam çekilmiş, kül rengi dudakları kıpırdadı ve “Onu neden yakalamadınız ?” anlamına gelen sözcüklerin şeklini aldı. Fabel bir an şaşırdı; rüyalara özgü o bulanıklık ve kayıtsızlıkla, kadının sesini neden duyamadığını anlamaya çalıştı. Bu sesi, sahibi hayattayken hiç duymamış olduğu için mi ? Sonra nedenim anladı: tabiî ki duyamazdı, kadının ciğerleri sökülmüştü ve sözcüklerini taşıyacak nefesi yoktu. Bir gürültüyle uykusundan uyandı. Yekpare camlı geniş pencerelerin gerisinde gök gürüldüyor ve yağmur camlan hafif bir çıtırtıyla dövüyordu; sonra, ısrarla çalan telefonun sesini duydu. Uykulu gözlerini ovuşturarak ahizeyi kaldırdı. -Alo? – Selam, Jan. Ben Werner.

Buraya gelsen iyi olur Şef…birini daha hakladı. Fırtına bütün şiddetiyle devam ediyordu. Çakan şimşekler Hamburg göğünde raks ediyor, Fernsehturm’un5 ve St. Michaelis Kili-sesi’nin kubbesinin kara siluetlerini, yassı sahne dekorları gibi öne çıkarıyordu. Fabel’in BMW’sinin en hızlı ayarda çalışan silecekleri, camın üzerinde patlayarak sokak lambalarının ışıklarım ve karşıdan gelen arabaların farlarını parçalanmış yıldızlara dönüştüren ağır ve ağdalı damlaları temizlemek için savaşıyordu. Fabel’in geçerken Polizeiprâsidium’da6 aldığı Werner Meyer, heybetli gövde-siyle ön yolcu koltuğuna sıkışmış oturuyor, yağmurdan ıslanmış paltosu arabayı ıslak kumaş kokusuyla dolduruyordu. – Bizimkine mi benziyor? diye sordu Fabel. – Davidwache KriPo’sundaki7 tipin söylediklerine bakılırsa, öyle… bizimkine benziyor. -Shit.8 O halde, seri katil olduğu kesin. Kriminal inceleme ekibini aradın mı ? – Evet, dedi Werner, geniş omuzlarını silkerek. Korkarım, o Möller ibnesiyle çalışacağız. Oraya çoktan gitmiştir bile. Maria da olay yerinde. Paul ve Anna ise Davidwache’de bizi bekliyor.

– E-mail falan ? Herhangi bir şey geldi mi ? – Henüz bir şey yok. Fabel, St. Pauli’ye giden Ost-West-Strasse’ye girdi ve sabahın beşinde, yağmur altında hâlâ keyifsizce parlamakta olan, Hamburg’un günah ve fuhuş merkezi Reeperbahn’a döndü. Direksiyo5. Televizyon kulesi. 6. Emniyet Müdürlüğü. 7. Kriminalpolizei’ın (Kriminal Polis) kısaltması. 8. Ing. Bok, …tir, lanet olsun. nu aniden Grosse Freiheit’a kırdığında, sağanak dinip yerini hızlı bir çisentiye bıraktı. Geleneksel müstehcenlik ve ithal malı sıra-danlık birbiriyle savaşıyor ve burası savaşın cephe hattını oluşturuyordu. Porno dükkânları ve striptiz kulüpleri, trendy şarap barlarının ve Broadway ya da Londra West End’den ithal müzikallerin istilasına karşı bir cephe gerisi savaşı veriyordu.

Parlak Live Sex, Peep Show ve Hardcore Movies vaatleri, daha da albenili Cats, Aslan Kral ve Mamma Mia afişleriyle rekabet ediyordu. Fabel, iffetsizliği bu sonuncular kadar saldırgan bulmuyordu. – Profesör Dorn diye birinin seninle görüşmek istiyor, mesajı aldın mı ? diye sordu Werner. Kastner davası konusunda seninle konuşması gerektiğini söyledi… – Matthias Dorn mu ? Fabel, konsantre olursa belleğinin derin ve karanlık bir köşesinde canlanmakta olan hayaletleri uzakta tutabilirmiş gibi, gözünü yoldan ayırmamaya çalıştı. – Bilmiyorum. Sadece, adının Profesör Dorn olduğunu ve Hamburg Üniversitesi’nden tanıştığınızı söyledi. Seninle mutlaka konuşmak istiyor. – Mathias Dorn’un Kastner davasıyla ne alakası olabilir ki ? Fabel’in sorusu kendisineydi. Davidstrasse’ye döndü. Herbertstrasse’nin tahta perdelerle örtülmüş dar girişinin önünden geçtiler. Fabel yıllar önce bu bölgede çalışmıştı ve bu perdelerin arkasında ne olduğunu biliyordu: ortalıkta dolanan müşterilerin gölgeleri, lambaların aydınlattığı çisentide hayaletler gibi gezinirken, pencerelerinin arkasında, donuk bir ışığın altında oturmuş bekleyen fahişeler. Yirmi birinci yüzyılda aşk buydu işte. Fabel, Taubenstrasse’deki Weisse Maus’tan geceye karışan dans müziğinin atımları arasından geçerek yola devam etti ve kırmızı tuğladan bir gemi pruvasını andıran Davidwache poüs merkezinin önünde frene bastı. Kapı girişinde bir çift vardı: erkek uzun boylu, zayıf ve açık kumraldı; siyah kirpi saçlı ve cart kırmızı dudaklı kız ise ufak tefek ve güzeldi. Kız, üzerine çok büyük gelen siyah bir deri ceket giymişti.

Onları böyle gören Fabel, ne kadar genç göründüklerini düşünmeden edemedi. – Selam Şef, diye seslendi Kriminalkommissarin9 Anna Wolff. Sonra, kendini arabanın arka koltuğa attı ve ekip arkadaşı Paul Lindemann’ın yanına geçip kapıyı çekmesi için yana kaydı. – Davidwache KriPo’sundan gerekli bilgileri aldım. Size gideceğimiz yeri tarif edeceğim… 9. Cinayet Masası komiseri (kadın). Davidstrasse’den çıktılar. St. Pauli’nin yapmacık cazibesi şimdi yerini tam bir pejmürdeliğe bırakmıştı. Neonların albenili cinsel haz vaatleri, artık geceye sesleniyor ve donuk bir ışıkla ıslak kaldırımlara yansıyordu. Tek tük yaya, yağmurdan korunmak için başlarını omuzlarının arasına çekmiş, ayaklarını sürüyerek yürüyor, striptiz kulüplerinin kapılarında bekleyen güvenlik görevlilerinin sözüm ona heyecanlı çağrılarına uyuyor ya da yollarına devam edip gidiyorlardı. Yeni bir kavşak: iniş sürüyordu. Şimdi kapüarın girişlerinde, bazıları ürküntü verecek kadar genç, diğerleri inanılmayacak kadar yaşlı, kadidi çıkmış, suratsız fahişeler ya da sarhoş evsizler duruyordu. Kapılardan birinde, hareketli bir paçavra yığını, bir şişeyi kafasına dikmiş lıkır lıkır içiyor, yoldan geçen arabalara, orospulara, herkese ve hiç kimseye yakası açılmadık küfürler savuruyordu. Ve bu kapıların, bu karanlık, kör pencerelerin ardında, insan eti ticareti yapılıyordu.

Bu, Hamburg’un ezeli alacakaranlığıydı: insanların herhangi bir nedenle, herhangi bir fiyata satın alınabildikleri bir yer; insanların ruhlarının en karanlık köşelerini deşmeye geldikleri kara bir cinsel anarşi mekânı. Fabel yürüttüğü bir soruşturma kapsamında, bir “snuff movie”10 izlemek zorunda kalmıştı. Hauptkommissar, işinin doğası gereği, normalde sahneye fiilin sonlanmasından sonra çıkardı. Cesedi, delilleri, tanıkları görür ve bunlardan hareketle cinayetin bir resmini çıkarması gerekirdi: ölüm anı zihninde yavaş yavaş şekillenirdi. Bu olayda ise, ilk defa olarak, soruşturmakta olduğu cinayetin tanığı olmuştu. Televizyonun karşısına oturmuş, hiçbir şeyden kuşkulanmadan, yavan bir orgazm numarasıyla her zamanki rolünü oynamakta olan porno yıldızını içi korku ve tiksintiyle burularak seyretmişti. Kadın, PVC maskeli üç adamın haşin ve duygusuz penetrasyonu sırasında, bu özel dramın sonundan habersiz, orgazm taklidi yaparak inleyip durmuştu. Sonra, adamlardan biri hızlı ve ustalıklı bir hareketle kadınının boynuna deri bir kayış geçirivermişti. Fabel kadının yüzündeki şaşkınlığı ve belli belirsiz tedirginliği görmüştü: senaryoda bu yoktu -tabiî bu . tür şeylerin senaryosu yazılıyorsa- ama kadın, giderek güçlenen bir cinsel uyarılma taklidi yaparak rolünü oynamaya devam etmişti. Sonra, kayış sonuna kadar sıkıldığında, yapmacık esrimesi gerçek bir dehşete dönüşmüştü. Yüzü kararmış ve cam içinden çekilirken vahşice debelenmişti. Kadınm katillerini bulamamışlardı ve o da, Fabel’in rüyaların10. Çiftlerden birinin seks sırasında öldürüldüğü porno film. <v da geçit resmi yapan suçlayıcı maktuller alayına katılmıştı.

Bu video film burada, yakınlarda bir yerde, bu kör pencerelerden birinin ardında çekilmişti. Belki de, tam da şu anda bu senaryolardan bir başkası filme çekiliyor ve onlar önünden geçip gidiyorlardı. Fabel yeni bir kavşaktan, iki yanında dört katlı apartman bloklarının uzandığı bir sokağa saptı. Ansızın içine girdiği bu normal-lik karşısında, yönünü şaşırdığı duygusuna kapıldı. Sonra bir daha saptılar: gene apartmanlar vardı, ama normallik burada son buluyordu. 1950’lerden kalma küçük bir apartmanının önünde park etmiş emniyet araçlarını saran polis kordonunun çevresinde küçük bir kalabalık toplanmıştı. Fabel klaksona bastı ve üniformalı bir Obermeister11 kalabalığı yararak açtı. Yüzlerinde boş ya da meraklı bir ifade olan sıradan insanların oluşturduğu bir kalabalıktı bu; aralarında, komşu apartmanlardan pijamaları ve terlikleriyle fırlamış olanlar, parmak uçlarına basarak ya da boyunlarını uzatarak, ölü meraklısı komşularının arasından neler olduğunu görmeye çalışanlar vardı. Fabel, belki de bu tür kalabalıklara çok alışık olduğu için, yaşlı adamı hemen fark etti. Onu, arabayı kalabalığın içinde güçlükle sürerken görmüştü: yetmişine merdiven dayamış, kısa boylu -en çok 1,65 boyunda- ama sağlam yapılı bir adamdı. Yüzü, özellikle çıkık elma-cıkkemikleriyle, keskin köşeli düz bir yüzeyi andırıyordu; delici bakışlı, küçük, yeşil gözleri, sokak lambalarının ve farların soluk ışığında bile soğuk bir ışıltıyla parlıyordu. Bu, Doğulu bir yüzdü, Batlık ya da Polonya civarlarından ya da daha da uzaklardan gelen birinin yüzü. Diğerlerinin tersine, yaşlı adamın ifadesinde, sıradan, hastalıklı bir meraktan daha fazlası vardı. Ve diğerlerinin tersine, yüzü apartmanın önünde bir telaş koşuşturan polislere dönük değildi: dosdoğru ve dikkatle, BMW’nin yan camının arkasından Fabel’e bakıyordu. Üniformalı polis memuru, yaşlı adamın önüne geçip cama doğru eğildi ve aracın içine şöyle bir göz gezdirdi.

Fabel, Kriminalpolizei12 kimliğini gösterdi. Polis selam verdi ve güvenlik bandım kaldırıp arabanın geçmesine izin vermesi için başka bir polise işaret etti. Polis arabadan uzaklaştığında, Fabel parlak gözlü ihtiyarı görmek için çevresine bakındı, ama adam gitmişti. – O ihtiyarı gördün mü, Werner? -Hangi ihtiyarı? 11. Başmemur. 12. Kriminal Polis. – Ya siz? diye sordu Fabel, Anna ve Paul’e dönerek. – Maalesef Şef, diye cevap verdi Anna – Neyi vardı ki? diye sordu Paul. – Hiçbir şey… Fabel omzunu silkti ve arabayı binanın girişinde kümelenmiş diğer polis araçlarının yanına doğru sürdü. Daireye üç kat merdivenle çıkılıyordu. Merdiven boşluğunu, sa-hanlıklardaki yarım küre şeklindeki birer apliğin donuk ışıkları aydınlatıyordu. Fabel ve ekibi yukarı çıkarken birçok kez durmak ve duvara yaslanarak, üniformalı polislere ve olay yeri inceleme ekibinin elemanlarına yol vermek zorunda kaldılar. Her defasında, sessiz yüzlerdeki keyifsiz ve sert ifadeyi fark ettiler; bu yüzlerden bazılarını solduran kasvetli elektrik ışığından başka bir şey vardı. Fabel onları yukarıda çok berbat bir şeyin beklediğini anlamıştı.

Üniformalı genç polis memuru, maraton koşusunu yeni bitirmiş bir atlet gibi öne eğilmiş duruyordu: omurgasının alt kısmı kapının kasasına dayalı, bacakları hafif bükük, elleri dizlerinin üzerinde, başı yere eğikti. Betondaki her çentiği ve çiziği kaydetmek istercesine, bakışlarını ayaklarına dikmiş, ağır ağır nefes alıyordu. Son ana kadar Fabel’in varlığını fark etmedi. Fabel oval Kriminalpolizei kimliğini gösterince, genç adam derhal toparlanıp dikleşti. Açık kızıl renkli dağınık saçlarını geriye attığında, çillerle kaplı, soluk benzi ortaya çıktı. – Özür dilerim, Herr Kriminalhauptkommissar, sizi görmedim. – Önemli değil. Sen iyi misin? Fabel genç adamın yüzüne baktı ve elini omzuna koydu. Polis memuru biraz gevşeyip başını olumlu anlamda salladı. Fabel gülümsedi. – Bu ilk cinayetin mi ? Genç Polizeimeister13 dosdoğru Fabel’in gözlerinin içine baktı. – Hayır, Herr Hauptkommissar. İlki değil. En fecisi… Hayatımda böyle bir şey görmedim… – Korkarım, ben gördüm, dedi Fabel. Bu arada, Paul Lindemann ve Anna Wolff merdivenleri çıkıp Fabel ile Werner’in yarana gelmişlerdi.

Üzerinde “Tatort”14 yazılı bir yelek olan bir polis memuru, her birine bir çift mavi galoş ve beyaz ameliyat eldiveni uzattı. Herkes galoşlarını ve eldivenlerini giydikten sonra, Fabel bir baş hareketiyle daire kapısmı işaret etti. 13. Polis memuru. 14. Olay yeri, suç mahalli. -Girelim mi? Fabel’in dikkatini çeken ilk şey, evin temizliği ve bakımlılığı oldu. Küçük antre daha yeni boyanmış gibiydi. Badananın rengi açık kremdi: hoş, ama soluk, yansız, sıradan bir renk. Girişe açılan üç kapı vardı. Fabel’in hemen solunda banyo bulunuyordu. İçeri hızla göz gezdirdiğinde, buranın da küçük ve aynen antre gibi, temiz ve bakımlı olduğunu gördü. Neredeyse hiç kullanılmamış gibiydi. Fabel, dar yüzeylerin ve rafların, normalde bir banyoyu kişiselleştiren öteberiyle dolu olmadığını fark etti. Sonuna kadar açık olan ikinci kapıdan, anlaşüdığı kadarıyla dairenin en geniş mekânına geçiliyordu: yatak odası olarak da kullanılan oturma odasına.

Burası da küçüktü ve içerideki olay yeri inceleme elemanları ve polislerle, olduğundan da dar görünüyordu. îçeri-dekiler, kolları havada, diğerleriyle tuhaf bir dans yapar gibi işlerini görüyor, falsolu bir bale gösterisindeki gibi birbirlerine sür-tünerek yer değiştiriyorlardı. Fabel içeri girdiğinde, bütün yüzlerde, böyle bir durumda beklenebilecek, ama aslında ender görülen bir ciddiyet olduğunu fark etti. Normalde, cinayet mahallerine ölümü alaya alan bir kayıtsızlık havası hakim olurdu: ölümle uğraşanların bundan etkilenmemesini sağlayan o nahoş ve uygunsuz laubalilik. Ama bu insanlar öyle değildi. Burada öyle değildi. Burada ölüm uzanıp onları yakalamış, kemikten parmaklarıyla yüreklerini avucunun içine almıştı. Fabel yatağa baktığında neden böyle olduğunu anladı. Arkasında duran Werner, “Sheisse!”15 diye mırıldandı. Kızıl bir infilaktı bu. Bir kan deryası yatağı koyu kırmızıya boyamış, kanlar halıyı lekeleyip duvara kadar sıçramıştı. Yatak, koyu ve yapışkan kandan sırılsıklam olmuştu; hava bile, keskin ve madenî kan kokusundan ağırlaşmış gibiydi. Fabel kanlı infilakın ortasında bir kadın bedeni gördü. Yaşmı kestirmek güçtü, ama yirmi beş-otuz yaşlarında olmalıydı. Kollan ve bacakları yana ayrılmış, el ve ayak bilekleri karyolanın köşe dikmelerine bağlanmış yatıyordu.

Karnı tuhaf bir şekilde biçimsizleşmişti. Göğsü boydan boya yarılmış, kaburgaları birbirinden gemi omurgası şeklini alana kadar ayrılarak dışan çıkarılmıştı. Sökülen kaburgaların kemiksi beyazlığı, koyu renkli iç organ ve et yığınları arasında parlıyordu. Parlak ve köpüklü kanla beneklenmiş koyu ve kanlı iki doku kitlesi -ciğerleri- genç kadmm omuzlarının üzerine kanat gibi açılmıştı. Sanki içinde bir bomba patlamıştı. 15. Bok, …tir, lanet olsun. Fabel’in kalbi o kadar şiddetli çarpıyordu ki, kendi göğsünün de patlayacağı duygusuna kapıldı. Yüzünün kireç gibi olduğunu biliyordu. Werner polis fotoğrafçısının önüne geçerek yanına yaklaştığında, onun yüzünde de aynı beyazlığı gördü. – Gene o. Durum kötü, Şef. Gerçekten kötü. Zincirinden boşanmış gerçek bir psikopatın işi bu. Fabel bir an, bakışlarını cesetten ayıramadığını fark etti.

Sonra, derin bir nefes alıp Paul’e döndü. – Tanıklar? – Tanık yok. Bana bu kadar tantana kimse duymadan nasıl olur da koparılabilir diye sormayın, ama kadın böyle bulundu. Elimizde onu bulan adamdan başka hiçbir şey yok. Kimse bir şey görmemiş ve duymamış. – Kapımn zorlandığına dair herhangi bir işaret ? Paul başını hayır anlamında salladı. – Onu bulan tip kapının aralık olduğunu söyledi, ama hayır, herhangi bir zorlama işareti yok. Fabel cesede yaklaştı. Bu kadının kimseler fark etmeden, bu kadar hunharca öldürülebilmiş olması ona o kadar zalimce geliyordu ki. Bütün dehşeti tek basma yaşamıştı. Ölümü -her ne kadar görsel olarak önünde duruyor olsa da, kafasında canlandıramadığı bir ölümdü bukatilinin soğuk şiddetinden başka hiçbir şeyin olmadığı bir ortamda, yapayalnız, umarsız bir ölüm olmuştu. Fabel bakışlarını, ölünün paramparça bedeninden yüzüne kaydırdı. Yüzüne kan damlaları sıçramıştı; ağzı hafif aralık, gözleri açıktı. Yüzünde dehşet ifadesi yoktu: korku da, nefret de, hatta huzur bile. Bu ifadesiz maske, bir zamanlar ardında yaşayan kişi hakkında hiçbir fikir vermiyordu.

Beyaz tulumu içinde tavşan gibi duran, ağzı maskeli patoloji uzmanı Möller, yarık batım inceliyordu. Sabırsız bir el hareketiyle Fabel’den geri çekilmesini istedi. Fabel dikkatini cesetten uzaklaştırdı. Kadavra sadece fiziksel bir nesne değil, zamansal bir varlıktı: zamanda bir nokta, bir olay. Cinayetin işlendiği anı temsil ediyordu ve mühürlenmiş cinayet mahallinde, etrafındaki her şey cinayet anından önceki ya da sonraki zamana aitti. Fabel gözleriyle odayı tarayarak, ortalıkta dolanan polislerin ve kriminal uzmanların olmadığı halini hayal etmeye çalıştı. Oda küçük, ama derli topluydu. Bir evden çok işlevsel bir mekânı andırıyor, kişisel herhangi bir özellik taşımıyordu. Kapmın yanındaki tuvalet masasının üzerinde, lambaya dayalı küçük ve soluk bir fotoğraf duruyordu; fotoğraf odadaki tek gerçek kişisel eşya olarak göze çarpıyordu. Duvarda, erotik bir esrime pozunda, gözleri yarı kapalı sere serpe yatan çıplak bir kadın resmi vardı: normalde, bir kadının kendi zevki için seçmeyeceği bir dekordu bu. Odayı, Fabel’in mutfak olması gerektiğini düşündüğü yerden ayıran duvara asılı büyük bir boy aynası, yatağın görüntüsünü yansıtıyordu. Fabel komodinin üzerinde bir sepet durduğunu fark etti. Sepetin içi farklı renklerde prezervatiflerle doluydu. Fabel, Anna Wolff a döndü. -Fahişemi? – Davidwache muhitinde bilinen…tanınan biri olmasa da, öyle gibi görünüyor.

Anna’nm yüzü, gür ve dağınık, koyu renk saçlarının altında bembeyaz görünüyordu. Fabel, kızın, paramparça bedenden tarafa bakmamak için çaba harcadığını fark etti. – Ama bize telefon eden adamı tanıyoruz. -A, öyle mi? – Klugmann diye biri. Polizei Hamburg’un eskilerinden. – Eski bir polis mi? – Aslında, eski bir Mobiles Einsatz Kommando16 görevlisi. Kadının arkadaşı olduğunu söylüyor… kira sözleşmesi onun adına. -iddiası? – Karakol polisleri kadının pezevengi olabileceğini düşünüyorlar, diye cevap verdi Paul. – Hop, yavaş olun… Fabel’in sabırsız ifadesi, kafa karışıldığından Paul’ü sorumlu tuttuğunu gösteriyordu. – Adamın eski bir Mobiles Einsatz Kommando görevlisi olduğunu söylediniz, şimdi de pezevenk, öyle mi? – Öyle olabileceğini düşünüyoruz. MEK’in, Organize Suçlar Şu-besi’ne bağlı özel operasyon biriminde çalışmış, ama kıçına tekmeyi yemiş. -Neden? – Anlaşıldığı kadarıyla, mala merak sarmış, diye cevap verdi Anna. Az miktarda kokainle yakalanmış ve memuriyetine son verilmiş. Hüküm giymiş, ama cezası tecil edilmiş. Staatsanwalt17 bir MEK görevlisini içeri tıkmak istememiş, zaten bulunan sadece birkaç gram kokainmiş… iddiasına göre, kişisel kullanım içinmiş.

– Hikâyeyi gayet iyi biliyor gibisin. Anna güldü. – Davidwache’de Paul’le birlikte sizi beklerken, oradaki ço- 16. Mobil Müdahale Timi. 17. Savcı. cukların birinden bütün hikâyeyi öğrendik. Klugmann St. Pa-uli’de düzenlenen birkaç baskına katılmış. MEK özel birimlerinin Türk mafyasının uyuşturucu imalathanelerine düzenlediği o rutin baskınlara. Her seferinde, binalarda in cin top oynuyor oluyormuş -kuşkusuz önceden haber uçurulduğu için. Bunlar David-wache KriPo’suyla ortak yürütülen operasyonlar olduğundan, MEK, güvenlik konusunda gevşek olduğu gerekçesiyle suçu Da-vidwache’ye yüklemeye çalışmış. Klugmann tutuklandıktan sonra, her şey açıklığa kavuşmuş. – Uyuşturucuyu parayla değil de başka bir şey karşılığında mı alıyormuş ? – Öyle düşünüyorlar. MEK, Uluğbay çetesine bilgi sızdırdığını kanıtlamaya çalışmış, ama sağlam bir delil bulamamış.

– O halde Klugmann ucuz kurtulmuş. – Evet. Şimdi de Uluğbay’a ait bir striptiz kulübünde çalışıyor. Fabel gülümsedi. – Ve pezevenklik yapıyor. – Dediğim gibi, bu, karakol polislerinin şüphesi… daha fazlasından da şüpheleniyorlar. – Anlıyorum, dedi Fabel. Eski bir özel kuvvet görevlisi, Uluğbay için inanılmaz değerli olabilirdi: kaba kuvvete ilaveten içeriden sızdırılan bilgiler. – Bu işte onu şüpheli olarak görebilir miyiz ? – Yoklamak lazım, ama hayır, ben sanmıyorum. Göründüğü kadarıyla, polisler geldiğinde gerçekten şoktaymış. Davidwache’de kendisiyle kısa bir görüşme yaptık. Kabadayı ayaklarına yatan bir orospu çocuğu, ama inandırıcı bir hikâye uydurmaya çalışmadığı belliydi. Kızın arkadaşı olduğunu ve sadece onu görmek için uğradığını tekrarlayıp durdu. – Kadının adını biliyor muyuz ?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir