Lena Diaz – Olum Fali

Onun için seçtiği lavanta kokulu şampuan» içine çekerken kadının çığlıkları tatlı bir müzik gibi kafasının içinde yankılanıyordu. Çam yapraklarından oluşan halının üstüne bağdaş kurup oturmuş kadının saçlarını okşuyordu. Daha önceden yıkayıp fırçaladığı ve şimdi ipeksi kahverengi bir karışım haline gelmiş saçlarının arasında parmaklarını gezdirdi. Lavantanın altından sızan metalik kan kokusu duyularını harekete geçirdi. Parmaklarını kadının çıplak göbeği boyunca kaydırdı ve tam ortasına gelene kadar izledi. Biraz daha oyalanmayı çok isterdi fakat ritüel henüz tamamlanmamıştı. Kan kırmızı renkteki gülü alıp kadifemsi yapraklarını Ka-te’in soluk, cömert göğüslerinin arasına sıkıştırdı. Çiçeğin sapını kadının soğuk parmaklarının arasına yerleştirirken başparmaklarını birbirine bastırarak son kalan dikeni kadının etine gömdü. Ayağa kalktığında kadının artık görmeyen soluk mavi gözleri suçlayarak ona bakıyordu. Aynı Summerville’de ona ilk gülünü verdiği zaman olduğu gibi. İstediği kadar bakabilirdi. Artık onu yaralavamazdı. Ağaçların arasından ritmik bir patırtı yankılandı. Yakıcı bir günün yaklaşan sıcak ve nemine karşı kendini korumaya çalışan bir sabah koşucusuydu bu. Güneşin ilk ışıkları, çam ağaçlarının arasından süzülerek salıncak ve kaydırakları aydınlatmaya başlamıştı. Pat. Pat. Pat. Giderek yakınlaşıyordu. Koşucu yaklaştıkça alnından soğuk bir ter süzülmeye başladı. Kate şimdiden onun peşine mi düşmüştü? Kaç sefer cezalandırırsa cezalandırsın hep geri dönüyordu. Hangi köşeyi dönse karşısına çıkıp kibirli bir ifadeyle onu suçluyor, günahkâr ve büyüleyici uzun saçlarıyla onunla alay ediyordu. Korka korka aşağıya baktı, titrek ve rahat bir nefes verdi. Hâlâ yerde yatıyordu. Ona işkence etmek için geri dönmemişti. En azından henüz dönmemişti. Vücuduna son defa özlemle baktı ve hemen ardından palmiye yapraklarının arasında kayboldu. Daha önceden ormanın içinde gelişigüzel yaptığı patikayı izleyerek Shadow Fal-ls’un tek alışveriş merkezinin parkına, çöp konteynerlerinin yanına çıktı. Tozlu topraklı kıyafetlerini, önceden bir poşete doldurduğu temiz kıyafetlerle değiştirerek hızla giyindi. Sonra konteynerlerin etrafından dolanarak poşeti bagaja attı ve devriye arabasına atladı. • »+ 30 dereceye yaklaşan boğucu sıcağa daha fazla dayanamayarak kravatını gevşeten Polis Şefi Logan Richards, yosun kaplı meşe ağacının gölgesindekilerin arasına karıştı. Birkaç metre ötede memur Karen Biııgham, cesedi bulan koşucu genç kadını sorguluyordu. Logan yardım etmeyi teklif etmişti ama Karen, zaten korkudan titreyen kadının bir de ensesinde boza pişirecek bir stopere ihtiyacı olmadığını söylemiş, ondan uzak durmasını rica etmişti. Logan hiç profesyonel futbol oynamamıştı ama Karen’a hakkını teslim etmek zorunda kaldı. Cüssesi insanları rahatsız ediyordu. Burada, Shadow Falls’ta devriye görevi, New York’un en zorlu mahallelerinde de dedektiflik yaptığı zamanlarda çok işine yaramıştı bu. Fakat şu anda bu genç tanığı rahatsız etmek, yapmak istediği son şeydi. Kadın birkaç metre ötede bir dizi çam ağacının basın kameralarını engellediği yerde, ahşap bir bankta oturuyordu. Çilli yüzü solgun, omuzları kamburlaşmış, ince kollarıyla karnını sarmalamış bir biçimde sanki temmuz ortasında Florida’da değil de bir kar fırtınasının ortasındaymışçasına titriyordu. Birisi Logan’a seslendi. Parkın bir bölümünü kordon altına almakta kullandıkları, neşeyle salınan sarı banda doğru baktı. Sınırları içerisindeki soğuk, korkunç ölümle nasıl da ters düşüyordu. Adli Tıp’tan Cassie Markham, ilk bulgularını paylaşmaya hazır, ona el sallıyordu. Logan, dedektiflerinin arama bölgesini işaretlemek için kullandıkları turuncu etiketlere basmamaya özen göstererek sarı bandın altından dalarak karşıya geçti. Cassie cesedin başında diz çökmüş, kahverengi bir kâğıt poşeti kurbanın eline sürüyordu. Shadow Falls ve komşu kasabalardaki görev çağrılarına nöbetleşe giden iki Walton Bölgesi adli tıp görevlisinden biri olan Cassie, bu küçük şehre resmi görev için pek gelmezdi. Logan, onunla daha önce bir sefer, New York’tan polis şefi olarak döndüğünde, Cassie bir aile içi şiddet vakasını çözmeye çalışırken karşılaşmıştı ve bu da altı ay önceydi. “Müthiş bir pazar sabahı,” dedi Logan, Cassie kafasını kaldırıp ona baktığında. “Aynen öyle.” Cassie. kısa sarı kâhküllerini gözlerinin önünden çekmek için kafasını sertçe arkaya attı. “Bu senin aradığın kayıp kız mı?” Başını sertçe sallayarak onayladı. “Carolyn O’Donnell.” “Ne zamandır kayıp?” Cassie bir tane daha kahverengi poşet alıp kurbanın diğer elini kaldırdı. “Üç günü biraz geçti. Geçen çarşamba gecesi bu parktan kayboldu.” “Bu yaştaki bir genç kadın salıncakta sallanmaya gelmemişti herhalde. Civarda ini takılıyordu acaba?” “Ben öyle duydum.” Genç kadının bacakları öyle bir açılmış, göreni maksimum derecede şoke etsin diye ceset öyle bir şekilde bırakılmıştı ki Logan’ın midesi bulandı. İp izleri el ve ayak bileklerini simsiyah yapmıştı. Yaralarının çoğu koyu mor ya da siyahtı ki bu da ölmeden önce iyileşmeye başladıklarını gösteriyordu. Alacağı cevaptan korka korka sordu: “Öleli ne kadar olmuş?” Cassie cevap vermeden önce kâğıt poşeti emniyete aldı. “Henüz tamamen katılaşmamış. Karaciğer ısısı altı saat diyor ama bu sıcakta çok kesin konuşmak zor. Daha uzun da olabilir.” Logan, yeni başlayan can sıkıcı baş ağrısını hafifletmek için eliyle alnını ovuşturdu. O ve adamları ev ev arama yaparken katil sadist bir şekilde bu genç kadına işkence yapmıştı. Hangi cehenneme saklamıştı acaba kadını? Şimdi neredeydi? Şimdiden yeni kurbanını mı aramaya başlamıştı? Logan hayal kırıklığı ve yılgınlık dolu bir nefes verdi. “Şu âna kadar elde ettiklerini söyle bana.” “Görünenin ötesinde pek bir şey yok.” Cassie, eldivenlerini çıkarıp alet çantasına tıktı ve ayağa kalktı. Başı Logan’ın omzuna ancak geliyordu. “Ortadaki kan miktarı yaralara uymuyor. Başka bir yerde öldürülüp buraya atılmadan önce yıkanmış.” Logan da aynı sonuca varmıştı, başıyla onayladı. “İz bırakmış mı?” 0 “Birkaç pamuk iplik. Belirleyici, kayda değer bir şey yok. Saç, kıl yok. İsırık izi yok. Parmak uçlarını kesip ayırmış. Sanırım kadın bunu tırmalamış. O da DNA’sını tırnaklarından çıka-ramayalım diye parmak uçlarını kesmiş.” “Fail, adli tıp tekniklerinin farkındaymış. Zaten televizyonda bu kadar cinayet dizisi varken artık kim değil ki.” Logan kurbanın tecavüze uğrayıp uğramadığını sormadı. Cevap ortadaydı. “Sperm?” “Örnek alacağım ama bi’şey bulabileceğimizi sanmıyorum. Hiç kanıt bırakmayacak kadar dikkatli biri olduğunu düşünürsen muhtemelen prezervatif takmıştır. Boynunda bir morartı, gözünde de küçük kanlanmalar var.” “Kadını boğmuş yani?” “Evet ama bu, katilin seks oyunu anlayışı olabilir. Otopsiyi yapana kadar emin olamam, fakat ölüm sebebinin kanının boşaltılması olduğu fikrine daha yakınım. Karnında derin yaralar var. Dakikalar içinde tüm kanı tamamen boşalmış olabilir.” “Peki yüzü?” Alnından çenesine kadar derin ve gelişigüzel bir yara yüzünü ikiye ayırıyordu. Logan, katilin bunu yaptığında kadının çoktan ölmüş olduğunu umdu. “Alışılmadık değil mi?” dedi Cassie. “Ortalık kan gölüne dönmüş olmalı. Öldürmeye yetmez ama canı korkunç yanmıştır.” öfkesini yatıştırmaya çalışan Logan yumruklarını sıktı. On yıl önce duygularının onu kontrol etmesine izin vermiş, son derece trajik ve acemice bir hata yaparak bir katilin serbest kalmasına sebep olmuştu. Logan’ın çuvallaması yüzünden kaç kadın daha acı içinde o katilin elinde can vermişti? Bu soru her gün rüyalarına giriyordu. Sırf bu yüzden uzun zaman önce Shadow Falls’u terk edip New York City’ye gitmişti. Çok iyi bir dedektif olup böyle bir hatayı bir daha tekrarlamamak için en çetin bölgelerde çalışmıştı. Her ne kadar Carolyn O’Donell’a işkence eden hayvanın boğazına sarılmayı deli gibi istese de öfkesinin kararlarını etkilemesine asla izin veremezdi. Bu soruşturmada da herhangi bir hata yaparsa başka kadınların hayatları tehlikeye girebilirdi. “Gülden haberin var mı?” Cassie, Logan’m düşüncelerin böldü. “İhbara ilk cevap veren polisin dediğine göre Carolyn’in elinde uzun saplı bir gül varmış.” “Gül göğüslerinin arasına yerleştirilmiş ve sapı tek bir diken haricinde tamamen temizlenmiş, o diken de öldürüldükten sonra sağ başparmağına batırılmış. Ürkünç.” Kesinlikle tüyler ürperticiydi, ama eğer Logan’ın şüpheleri doğruysa, bu gül katilin imzası olabilirdi. Olay yeriyle ilgili her şey Logan’a bunun daha önce de öldürmüş olan birinin işi olduğunu ve bunu yapmaya devam edeceğini söylüyordu. Cassie asistanına sedyeyi getirmesini işaret etti. “Otopsiyi bitirdiğim zaman, sonuçlan eyalet laboratuvarına gönderirim.” “Örnekleri elinde tut. Kanıtları federallere veren ilk ben olmak istiyorum.” Cassie başıyla onayladı, yüzündeki rahatlama ifadesinden, bu dava için Logan kadar onun da yardım istediği anlaşılıyordu. Shadow Falls, sınırlı kaynaklara sahip küçük bir ilçeydi. Her ne kadar Logan New York’ta seri katil davalarında çalıştıysa da Shadow Falls polis karakolunda kimsenin bu tür bir deneyimi yoktu. Bunu tek başına yapamazdı. Cassie ona dostça el sallayıp cesedin alınmasına yardım etmeye gitti. Ceset bantla çevrilmiş alanın dışına çıkarılınca, Logan daha önce fark ettiği ayak izlerini incelemek için diz çöktü. İzleri bir grup kısa palmiye ağacı yapraklarına kadar takip etti. Sanki biri bir süre önce aralarından geçip gitmiş gibi bazı yapraklar eğik ve büküktü. Yaprakları kenara çektiğinde ormanın içine doğru dar bir patikanın oyulduğunu gördü. Birisi bu patikayı yapabilmek için saatler, hatta günlerce uğraşmıştı. Katil miydi bunu yapan? Kurbanını da çok önceden mi seçmişti, yoksa Carolyn O’Don-nell, katil harekete geçtiğinde şans eseri parkta mı bulunuyordu? Arkaya bakınca Logan, başdedektifi David Riley’yi gördü. Otuz yaşındaki Riley, Logan’dan yalnızca beş yaş genç ama çok daha fazla deneyimsizdi. Logan şef olduğunda ve Riley de başyardımcı olarak geldiğinde, bölüm çok küçük olduğu ve seçmek için pek fazla aday olmadığından Riley’nin o göreve getirildiğini düşünmüştü. Fakat Riley kısa zamanda yeteneklerini kanıtlamıştı. Zeki ve dost canlısıydı, ihtiyaç olduğunda “iyi polis, kötü polis”! oynayabiliyordu. Onlar daha Riley’nin kurduğu tuzağı göremeden, Logan bir şüphelinin ağzından itirafı çekip alabiliyordu. Ne yazık ki Riley, deneyimli fakat çenesi hiç durmayan polis memuru Raııdy Clayton’la konuşuyordu. Logan kariyerine yeni başladığı zamanlarda bile eski bir polis olan Clayton, bir zamanlar dalga geçtiği aceminin şimdi şefi olmasından hiç mi hiç memnun değildi. Logan’ın Clayton’ın ukala tavırlarına tahammül etmesinin tek sebebi ise adamın emekliliğinin yakın olmasıydı. Clayton birkaç aya gidecekti. Kaderine boyun eğen bir iç çekişle Riley’den kendisine katılmasını işaret etti. Clayton da yüzündeki tipik sırıtışıyla peşine takılınca hiç şaşırmadı. Logan, Clayton’ı görmezden gelerek Rilev’ve döndü. “Bu böl gede araştırma yapan oldu mu?” Yaprakları ayırıp patikayı onların gözlerinin önüne serdi. Riley şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırdı. “Adli Tıbbı beklerken bu bölümden uzak durmuştuk.” Logan ceketinin altındaki kılıftan silahını çekti. Dalların sivri uçlarından kaçınarak yaprakların arasından içeri doğru yürüdü. Muhtemel ayak izlerini silmemek için patikanın kenarlarında durmaya özen gösteriyordu. “Bakalım kimse var mı buralarda.” Riley ve Clayton gözlerini kocaman açarak birbirlerine baktılar ve silahlarını çektiler. Üçü birden sık çalılığın arasından patikayı takip etmeye başladı. Birkaç dakika sonra alışveriş merkezi parkımnın kenarındaki çöp konteynerlerinin yanma çıktılar. Logan, diğerlerine başıyla işaret etti, onlar da ayrılarak olası gizlenme yerlerini kontrol ettiler. Tehlike olmadığından emin olduğunda silahını kılıfına koydu. “Bu alanı kordon altına almak için başka bir ekip çağıracağım. Onlar gelene kadar siz de burayı emniyete alın.” Clayton pantolonunu, dışarı fırlamış göbeğinin üstüne çekti. “Riley, bu cinayet sen sokak görevi yaparken işlenen cinayete benzemiyor mu? Dört yıl kadar önce?” Riley’nin kafasında birden bir şimşek çaktı. “Haklısın, nasıl da düşünemedim bunu!” “Ne cinayeti?” Logan bir ona bir bir diğerine baktı. Clayton çenesindeki kirli gri sakalını sıvazlayarak “Kaybolan bir kız daha vardı,” dedi. “Birkaç gün sonra tamamen kesilip biçilmiş bir şekilde bir kulübede bulundu. Onun da elinde bir gül vardı. Adını hatırlayamıyorum, Diana mıydı, Deana mıydı, öyle bir şeydi.” “Dana,” dedi Riley, “Dana Branson.” Bu sabah cesedi görür görmez aklına gelmeliydi. “O zamanlar dedektif değildim ama M ayrıntıları duymuştum, resimleri de görmüştüm.” Ürperdi, ide-melması yukarı aşağı gitti geldi. “Çok bariz bir bağlantı oldu şimdi, fakat O’Donnell kaybolduğunda ben kongredeydim, o yüzden sen beni çağırdığında bunu hiç düşünemedim, Logan. Birkaç gün önce burada olsaydım belki de…” Logan eliyle işaret ederek Riley’yi susturdu. Diğer cinayetle ilgili ayrıntıları duymak için sabırsızlanıyordu. “Clayton, diğer davayla ilgili hatırladığın her şeyi anlat bana.” “Kurban, beyaz, yirmilerinin ortalarında, uzun kahverengi saçlı, mavi gözlüydü. Eeee… Hah!” Boğazını temizledi, yüzü kıpkırmızı oldu. “Biz bulana kadar üç gün boyunca kayıptı. Aynı O’Donnell gibi.” Logan bağırmamak için kendini zor tuttu, laflar boğazında düğümlendi. Keşke O’Donnell kaybolduğunda adamları bu davadan bahsetselerdi ona. Araştırmayı nasıl yönlendireceğini değiştirir miydi acaba? Belki, kim bilir… Bu tamamen ilk davanın ayrıntılarına ve failin kimliği ile ilgili ipucu olup olmamasına bağlıydı. Emin olmadan böyle bir suçu başka birinin üstüne atmaya niyeti yoktu. Sonuçta şef olan oydu ve sorumluluk ona aitti. “İlk davadaki şüpheliler kimlerdi?” “Hiç şüpheli yoktu. Tüm ipuçları boşa çıktı,” dedi Clayton. “Fakat Branson yalnız değildi. Onunla birlikte bir kadın daha vardı.” Logan duyduklarına inanaınıyordu, sonradan pişman olacağı şeyler söylememek için çenesini sıkıp dişlerini gıcırdattı. Topu topu elli bin kişilik bir ilçede, adamları nasıl olup da vahşi bir ikili cinayeti unutabilirdi? Özellikle de buralardaki cinayetlerin sadece barlardaki ayyaşların çıkardığı kavgalardan ya da güya birbirlerini seven âşıkların tutku ve kıskançlıkla işlediği “Bu senin aradığın kayıp kız mı?” Başını sertçe sallayarak onayladı. “Carolyn O’Donnell.” Ne zamandır kayıp?” Cassie bir tane daha kahverengi poşet alıp kurbanın diğer elini kaldırdı. “Üç günü biraz geçti. Geçen çarşamba gecesi bu parktan kayboldu.” “Bu yaştaki bir genç kadın salıncakta sallanmaya gelmemişti herhalde. Civarda mı takılıyordu acaba?” “Ben öyle duydum.” Genç kadının bacakları öyle bir açılmış, göreni maksimum derecede şoke etsin diye ceset öyle bir şekilde bırakılmıştı ki Logan’ın midesi bulandı. İp izleri el ve ayak bileklerini simsiyah yapmıştı. Yaralarının çoğu koyu mor ya da siyahtı ki bu da ölmeden önce iyileşmeye başladıklarını gösteriyordu. Alacağı cevaptan korka korka sordu: “Öleli ne kadar olmuş?” Cassie cevap vermeden önce kâğıt poşeti emniyete aldı. “Henüz tamamen katılaşmamış. Karaciğer ısısı altı saat diyor ama bu sıcakta çok kesin konuşmak zor. Daha uzun da olabilir.” Logan, yeni başlayan can sıkıcı baş ağrısını hafifletmek için eliyle alnını ovuşturdu. O ve adamları ev ev arama yaparken katil sadist bir şekilde bu genç kadına işkence yapmıştı. Hangi cehenneme saklamıştı acaba kadını? Şimdi neredeydi? Şimdiden yeni kurbanım mı aramaya başlamıştı? Logan hayal kırıklığı ve yılgınlık dolu bir nefes verdi. “Şu âna kadar elde ettiklerini söyle bana.” “Görünenin ötesinde pek bir şey yok.” Cassie, eldivenlerini çıkarıp alet çantasına tıktı ve ayağa kalktı. Başı Logan’ın omzuna ancak geliyordu. “Ortadaki kan miktarı yaralara uymuyor. Başka bir yerde öldürülüp buraya atılmadan önce yıkanmış.” Logan da aynı sonuca varmıştı, başıyla onayladı. “İz bırakmış mı?” m “Birkaç pamuk iplik. Belirleyici, kayda değer bir şey yok. Saç, kıl yok. Isırık izi yok. Parmak uçlarını kesip ayırmış. Sanırım kadın bunu tırmalamış. O da DNA’sını tırnaklarından çıka-ramayalım diye parmak uçlarını kesmiş.” “Fail, adli tıp tekniklerinin farkındaymış. Zaten televizyonda bu kadar cinayet dizisi varken artık kim değil ki.” Logan kurbanın tecavüze uğrayıp uğramadığını sormadı. Cevap ortadaydı. “Sperm?” “Örnek alacağım ama bi’şey bulabileceğimizi sanmıyorum. Hiç kanıt bırakmayacak kadar dikkatli biri olduğunu düşünürsen muhtemelen prezervatif takmıştır. Boynunda bir morartı, gözünde de küçük kanlanmalar var.” “Kadım boğmuş yani?” “Evet ama bu, katilin seks oyunu anlayışı olabilir. Otopsiyi yapana kadar emin olamam, fakat ölüm sebebinin kanının boşaltılması olduğu fikrine daha yakınım. Karnında derin yaralar var. Dakikalar içinde tüm kanı tamamen boşalmış olabilir.” “Peki yüzü?” Alnından çenesine kadar derin ve gelişigüzel bir yara yüzünü ikiye ayırıyordu. Logan, katilin bunu yaptığında kadının çoktan ölmüş olduğunu umdu. “Alışılmadık değil mi?” dedi Cassie. “Ortalık kan gölüne dönmüş olmalı. Öldürmeye yetmez ama canı korkunç yanmıştır.” Öfkesini yatıştırmaya çalışan Logan yumruklarını sıktı. On yıl önce duygularının onu kontrol etmesine izin vermiş, son derece trajik ve acemice bir hata yaparak bir katilin serbest kalmasına sebep olmuştu. Logan’ın çuvallaması yüzünden kaç kadın daha acı içinde o katilin elinde can vermişti? Bu soru her gün rüyalarına giriyordu. Sırf bu yüzden uzun zaman önce Shadow Falls’u terk edip New York City’ye gitmişti. Çok iyi bir dedektif olup böyle bir hatayı bir daha tekrarlamamak için en çetin bölgelerde çalışmıştı. Her ne kadar Carolyn O’Donell’a işkence eden hayvanın boğazına sarılmayı deli gibi istese de öfkesinin kararlarını etkilemesine asla izin veremezdi. Bu soruşturmada da herhangi bir hata yaparsa başka kadınların hayatları tehlikeye girebilirdi. “Gülden haberin var mı?” Cassie, Logan’ın düşüncelerin böldü. “İhbara ilk cevap veren polisin dediğine göre Carolyn’in elinde uzun saplı bir gül varmış.” “Gül göğüslerinin arasına yerleştirilmiş ve sapı tek bir diken haricinde tamamen temizlenmiş, o diken de öldürüldükten sonra sağ başparmağına batırılmış. Ürkünç.” Kesinlikle tüyler ürperticiydi, ama eğer Logan’ın şüpheleri doğruysa, bu gül katilin imzası olabilirdi. Olay yeriyle ilgili her şey Logan’a bunun daha önce de öldürmüş olan birinin işi olduğunu ve bunu yapmaya devam edeceğini söylüyordu. Cassie asistanına sedyeyi getirmesini işaret etti. “Otopsiyi bitirdiğim zaman, sonuçlan eyalet laboratuvarına gönderirim.” “Örnekleri elinde tut. Kanıtları federallere veren ilk ben olmak istiyorum.” Cassie başıyla onayladı, yüzündeki rahatlama ifadesinden, bu dava için Logan kadar onun da yardım istediği anlaşılıyordu. Shadow Falls, sınırlı kaynaklara sahip küçük bir ilçeydi. Her ne kadar Logan New York’ta seri katil davalarında çalıştıysa da Shadow Falls polis karakolunda kimsenin bu tür bir deneyimi yoktu. Bunu tek başına yapamazdı. Cassie ona dostça el sallayıp cesedin alınmasına yardım etmeye gitti. Ceset bantla çevrilmiş alanın dışına çıkarılınca, Logan daha önce fark ettiği ayak izlerini incelemek için diz çöktü, izleri bir grup kısa palmiye ağacı yapraklarına kadar takip etti. Sanki biri bir süre önce aralarından geçip gitmiş gibi bazı yapraklar eğik ve büküktü. Yaprakları kenara çektiğinde ormanın içine doğru dar bir patikanın oyulduğunu gördü. Birisi bu patikayı yapabilmek için saatler, hatta günlerce uğraşmıştı. Katil miydi bunu yapan? Kurbanını da çok önceden mi seçmişti, yoksa Carolyn O’Don-nell, katil harekete geçtiğinde şans eseri parkta mı bulunuyordu? Arkaya bakınca Logan, başdedektifi David Riley’yı gördü. Otuz yaşındaki Riley, Logan’dan yalnızca beş yaş genç ama çok daha fazla deneyimsizdi. Logan şef olduğunda ve Riley de baş-I yardımcı olarak geldiğinde, bölüm çok küçük olduğu ve seçmek için pek fazla aday olmadığından Riley nin o göreve getirildiğini düşünmüştü. Fakat Riley kısa zamanda yeteneklerini kanıtlamıştı. Zeki ve dost canlısıydı, ihtiyaç olduğunda “iyi polis, kötü po-lis”i oynayabiliyordu. Onlar daha Riley’nin kurduğu tuzağı göremeden, Logan bir şüphelinin ağzından itirafı çekip alabiliyordu. Ne yazık ki Riley, deneyimli fakat çenesi hiç durmayan polis memuru Randy Clayton’la konuşuyordu. Logan kariyerine yeni başladığı zamanlarda bile eski bir polis olan Clayton, bir zamanlar dalga geçtiği aceminin şimdi şefi olmasından hiç mi hiç memnun değildi. Logan’ın Clayton’ın ukala tavırlarına tahammül etmesinin tek sebebi ise adamın emekliliğinin yakın olmasıydı. Clayton birkaç aya gidecekti. Kaderine boyun eğen bir iç çekişle Riley’den kendisine katılmasını işaret etti. Clayton da yüzündeki tipik sırıtışıyla peşine takılınca hiç şaşırmadı. Logan, Clayton’ı görmezden gelerek Riley’ye döndü. “Bu bol gede araştırma yapan oldu mu?” Yapraklan ayırıp patikayı onların gözlerinin önüne serdi. Riley şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırdı. “Adli Tıbbı beklerken bu bölümden uzak durmuştuk.” Logan ceketinin altındaki kılıftan silahını çekti. Dalların sivri uçlarından kaçınarak yaprakların arasından içeri doğru yürüdü. Muhtemel ayak izlerini silmemek için patikanın kenarlarında durmaya özen gösteriyordu. “Bakalım kimse var mı buralarda.” Riley ve Clayton gözlerini kocaman açarak birbirlerine baktılar ve silahlarını çektiler. Üçü birden sık çalılığın arasından patikayı takip etmeye başladı. Birkaç dakika sonra alışveriş merkezi parkınının kenarındaki çöp konteynerlerinin yanına çıktılar. Logan, diğerlerine başıyla işaret etti, onlar da ayrılarak olası gizlenme yerlerini kontrol ettiler. Tehlike olmadığından emin olduğunda silahını kılıfına koydu. “Bu alanı kordon altına almak için başka bir ekip çağıracağım. Onlar gelene kadar siz de burayı emniyete alın.” Clayton pantolonunu, dışarı fırlamış göbeğinin üstüne çekti. “Riley, bu cinayet sen sokak görevi yaparken işlenen cinayete benzemiyor mu? Dört yıl kadar önce?” Riley’nin kafasında birden bir şimşek çaktı. “Haklısın, nasıl da düşünemedim bunu!” “Ne cinayeti?” Logan bir ona bir bir diğerine baktı. Clayton çenesindeki kirli gri sakalını sıvazlayarak “Kaybolan bir kız daha vardı,” dedi. “Birkaç gün sonra tamamen kesilip biçilmiş bir şekilde bir kulübede bulundu. Onun da elinde bir gül vardı. Adını hatırlayamıyorum, Diana mıydı, Deana mıydı, öyle bir şeydi.” “Dana,” dedi Riley, “Dana Branson.” Bu sabah cesedi görür görmez aklına gelmeliydi. “O zamanlar dedektif değildim ama ayrıntıları duymuştum, resimleri de görmüştüm.” Ürperdı, âde-melması yukarı aşağı gitti geldi. “Çok bariz bir bağlantı oldu şimdi, fakat O’DonnelI kaybolduğunda ben kongredeydim, o yüzden sen beni çağırdığında bunu hiç düşünemedim, Logan. Birkaç gün önce burada olsaydım belki de…” Logan eliyle işaret ederek Riley’yi susturdu. Diğer cinayetle ilgili ayrıntıları duymak için sabırsızlanıyordu. “Clayton, diğer davayla ilgili hatırladığın her şeyi anlat bana.” “Kurban, beyaz, yirmilerinin ortalarında, uzun kahverengi saçlı, mavi gözlüydü. Eeee… Hah!” Boğazını temizledi, yüzü kıpkırmızı oldu. “Biz bulana kadar üç gün boyunca kayıptı. Aynı O’DonnelI gibi.” Logan bağırmamak için kendini zor tuttu, laflar boğazında düğümlendi. Keşke O’DonnelI kaybolduğunda adamları bu davadan bahsetselerdi ona. Araştırmayı nasıl yönlendireceğini değiştirir miydi acaba? Belki, kim bilir… Bu tamamen ilk davanın ayrıntılarına ve failin kimliği ile ilgili ipucu olup olmamasına bağlıydı. Emin olmadan böyle bir suçu başka birinin üstüne atmaya niyeti yoktu. Sonuçta şef olan oydu ve sorumluluk ona aitti. “İlk davadaki şüpheliler kimlerdi?” “Hiç şüpheli yoktu. Tüm ipuçları boşa çıktı,” dedi Clayton. “Fakat Branson yalnız değildi. Onunla birlikte bir kadın daha vardı.” Logan duyduklarına inanamıyordu, sonradan pişman olacağı şeyler söylememek için çenesini sıkıp dişlerini gıcırdattı. Topu topu elli bin kişilik bir ilçede, adamları nasıl olup da vahşi bir ikili cinayeti unutabilirdi? özellikle de buralardaki cinayetlerin sadece barlardaki ayyaşların çıkardığı kavgalardan ya da güya birbirlerini seven âşıkların tutku ve kıskançlıkla işlediği suçlardan oluştuğu düşünülürse. Derin bir nefes aldı ve ya sabır çekti. “İkinci maktul kimdi?” Clayton yine kibirle başını salladı. “Yanlış anladınız,” dedi. “İkinci kız, Amanda Stockfon kurtuldu.” Amanda sonunda bilgisayardan kafasını kaldırıp yorgunluğunu atmak için kendini deri kanepeye bıraktı. Ofiste çalışmak yerine evde oturup bilgisayar programı yazarak geçimini sağlamak Tanrının bir lütfuydu, ama aynı zamanda bir lanetti de. Harika bir hafta sonu, dışarı çıkmaktansa evde oturup çalıştığı için kız kardeşi ona, “Sen iyice münzevi bir keşişe döndün,” demişti ve galiba haklıydı. Arka penceresinden görünen gökyüzü o kadar maviydi ki bakarken insanın gözleri acıyordu. Dışarı çıkarsa havadaki tuzu koklayabileceğim, hatta belki de birkaç mil uzakta sahile çarpan dalgaların sesini bile duyabileceğini biliyordu. Eskiden olsa okyanus ona nasıl da keyif verirdi, şimdi bu ona sanki bir ömür önceymiş gibi geliyordu. Kumun ayaklarının altında çıtırdayışı, ayak parmaklarının arasında hissettirdiği serinletici duygu, başının üstünde çığlık atan martılar. Ama o günler geçmişte kalmıştı. Asla o kadar tasassız, etrafındaki insanlardan bihaber, korumasız ve zayıf olamazdı artık. Aklının yürüdüğü bu çok aşina yolda temkinli bir şekilde giderken, bu düşünceleri bir kenara itip ayaklarını altına alıp kıvırdı. Uzaktan kumandasını tıklayarak dev ekranlı yüksek çözünürlüklü televizyonunu hayata geçirdi. Artık demode olmaya başlamış bir lüks olmasına rağmen birikimlerinde bir delik açmıştı. Ama ömründe bir kez otuzuna basacaktı, o yüzden savurganlık yapmakta sakınca görmemişti. Geçen hafta olan doğum gününü her zaman yaptığı gibi anne babasının mezarını ziyaret ederek geçirmek yerine bir kucak dolusu şişmanlatın ve yağlı mısır patlağını mideye indirerek ve yeni televizyonunda iki aksiyon filmi seyrederek geçirdi. Televizyonu aldığına hiç pişman değildi. Patlamış mısırları yediğine ise çok pişmandı. Koşu bandında harcayacağı ekstra bir saat, bir süre sonra kendisini tekrar şımartmaya yetecekti. Film listesini şöyle bir gözden geçirdikten sonra heyecanlı bir suç filmi seçti. Onun geçmişini bilen herkes bu tür filmleri sevmesini tuhaf karşılardı ama ona çok anlamlı geliyordu. Her şey korkuları kontrol etmek, onlarla yüzleşmek ve onları yenmekte bitiyordu. Onun yenmesine izin vermemekte. Beklediği film yerine ekran, Shadovv Falls Belediyesinin ve polis karakoluna ev sahipliği yapan binanın görüntüsüyle doldu, canlı yayındı üstelik. Görüntünün altında kırmızı bir şerit üstünde de “Flaş Haber” yazısı geçiyordu. Haber sunucusu Tiffany Adams kameranın önüne geçtiğinde, Amanda bunun yaklaşmakta olan belediye seçimleriyle ilgili dandik bir haberden daha önemli bir şey olduğunu anlamıştı. Adams, muhtemelen ağır makyajı ve saç spreyi Florida’nın nemine pek dayanamadığından normalde bulunduğu yeri, yani kanaldaki haber masasını bırakıp sahaya pek çıkmazdı. Anlattığı şeye göre biraz fazla neşeli bir tonlamayla, seyircilere o sabah erken saatlerde bir koşucunun şehrin cn büyük parkında bir ceset bulduğunu ve belediye başkanı ve polisin bir basın toplantısı yapacağını bildirdi. Amanda’nın midesi pır pır etti, pembe askılı tişörtünün kenarını parmaklarının arasında büktü. Ciddi ve ağırbaşlı dört polis memuru, bir podyumun arkasında en üst basamaklarda omuz omuza sıralanmışlardı. Bu acı ve alaycı görüntüyü izleyince başını salladı. Elinde yazılı bir alışveriş listesi olmadan markete gitse çoğu zaman en ihtiyaç duyduğu şeyleri almadan geri gelirdi, fakat bu polislerle yıllardır konuşmamış olmasına rağmen hâlâ adlarını hatırlayabiliyordu. Bazı şeyleri asla unutmuyordu. Unutmayı istese bile.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir