Hüsnü Aksoy – Düşün Ve Aşkın Gizemi

Sevgili dostum Fatmagül Berktay, bu denemenin genel bir değerlendirmesini yaparken, eleşƟrinin keskin ucunu denemenin içeriğini oluşturan düşün yaraƨcı, aşkın özgürleşƟrici yanlarına değil, bu temaların içinde oluştuğu, dönüştürülüp yeni biçimlerde sunulduğu söylemin ideolojik yanına yöneltiyordu. Berktay, dile ilişkin bazı olumsuzlukların giderilmesinin yanı sıra, içeriğinin kimi olumsuz yanlarını da ortadan kaldıran bu eleşƟrisinin bir yerinde, şu yargıyı sunuyordu: “Ataerkil değerleri içeren, geleneksel kurumların oluşturduğu, simgesel anlamıyla ‘erkek aklı’nın denetleyip yönlendirdiği “erkek aşkı”nı eleşƟrirken, bir erkek olarak kendi konumunu yeterince belirlemeden, kadınlar adına gereğinden fazla ve sert konuşmuşsun. Bir cins olarak erkeğe yönelƫğin eleşƟri, birey olarak seni kayırmıyor mu? Sen, erkek kişiliğini kurgunun neresine yerleştirmişsin? Sen’in söylem biçimi, içinde ataerkil egemenliği meşrulaşƨrma işlevini üstlenmiş, gizlenmiş, örtük bırakmış, kendini dolaylı olarak ortaya koyan kimi bilinçalƨ etmenlerin yönlendirdiği yeni bir hegemonyayı barındırmıyor mu?” Görünüşte feminal, özünde ataerkil çekirdeği barındıran sözde yeni erkek Ɵplerine yönelƟlen -En azından kısmen benim de içinde yeraldığım imasını içeren- bu eleşƟye sırƨmı çevirmek, görmezlikten gelmek olanaksızdı. Erkek aklının işleyip kodladığı, erkek dilinin saptayıp bireyden bireye, kuşaktan kuşağa aktardığı, alƨbin yıllık geçmişi olan, kendini zaman içinde sonsuz çeşitlilikte ortaya koyan ataerkil değerler içinde yeraldığımız sürece, oluşturacağımız her söylem, ataerkil ideolojisinin damgasını az ya da çok taşıyacakƨr. Sadece bilincimizin içeriğini, biçimini ve doğrultusunu değil, bilinçalƨmızı da dolaylı biçimde kodlayıp yönlendiren ataerkil ideolojiden mutlak olarak arınmış bir söylemden bahsetmek olanaksızdır. Şu sıralar çağdaş görünümlere sahip “yeni” erkek Ɵpler arasında revaçta olan söylem biçimi, görünürde feminal, özünde ise ataerkil gibi! Bu söylemi kuran, gelişƟrip sunan erkekler, ilişkiye girdikleri kadınları, aynı haklara ve özgürlüklere sahip, benzer sorumlulukları üstlenmiş, kendi adına karar verebilen, kendisi için anlamlı seçenekler üretebilen, sözde eşit ve özgür varlıklar olarak alıyorlar. Bu söylem tarzı, sözkonusu “yeni” erkekleri öylesine rahatlaƨr ki, sonunda kadınlara ağırlık yapmasın, ek yük geƟrmesin diye onlar adına iyiye, güzele ve doğruya ilişkin kararlar alırken, onların isteklerini karşılayacak, arzularına cevap verecek yeni hazlar ve doyumlar yaratmaya yönelirler. İlişki içine girdiği kadını içeriden kuşatan, yapay örtüşme görüntüsü içinde kendisine bağımlı kılan bu erkekler, sevimsiz, çekilmez ve dayanılmaz bir Ɵp olarak kadınların karşısına çıkarlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, ataerkil gömleği söküp sırƨmdan atma çabası içindeyken, bir dönem ben de kendimi bu “yeni” erkek Ɵplerin içinde bulmuştum. Biraz uzun sürdüğü için de – doğrusu hâlâ sürüp giden kesinƟsiz bir süreç olarak alın siz- faturasını ağır ödedim. Şimdilerde, kendi kendisini kurup yeniden yapılandıran, zengin, çok yönlü ve özgür kadın Ɵplerini “yaratmaktan”sa, bu sürecin öznesi olan, kendi kendini yaratmaya çalışan kadınlara gölge olmamaya özen gösteriyorum. Böylece, sonunda birbirine benzeyen iki farklı kişiliği bir potada eritmeyi, bu yoldan iki “kişiliği” birden yüklenmeyi bir kenara bırakıp, kendi kişiliğimi taşımaya karar verdim. Yeterince “ağırım” zaten! Her ne kadar malum çevrelerce “kendi cinsine ihanet eden”, “erkeklerin yüz karası” olarak tanınsam da, hâlâ bilincimi ve bilinçalƨmı kuşatan ataerkil zinciri kırmış değilim. Tutarlı, uyumlu ve dengeli kişilikleri çözen, rasyonel süreçleri kesinƟye uğratan kriz ve bunalım dönemlerinde ortaya çıkan bastırılmış “ataerkil ben” arada bir de olsa hâlâ yokluyor beni. Kendini çoğu kez bilincin bölünmesinin ürünü olan çiŌ kişiliklilik biçiminde ortaya koyan bu yoklamaların düşlerimizi körelten, sevme yeƟmizi sakat bırakan sonuçlara yol açƨğı kesin.


Bizi düşlerin yaraƨcı, aşkların özgürleşƟrici gücünden yoksun bırakan bu bölünmeler, bazen inƟharın kıyısına bırakabilir insanı. Verili kurumların üyesi olduğumuz, ataerkil değerleri benimseyip, bunlara uygun davranışlar sergilediğimiz oranda, bu çiŌ kişiliklilik durumunu bastırıp, geriye iterek etkisinden kurtulduğumuzu düşünürüz sık sık. İşin dramaƟk yanı, verili yapı varlığını sürdürdükçe bu olumsuz durumdan kurtulmak da olanaksız. Aynı bahçeye kök salmışız, aynı sudan, aynı ışıktan besleniyoruz. Başka bir bahçe yok ki, kökümüzü sokup, kendimizi oraya dikelim! ÖzgürleşƟrici ışıklardan, eşitleşƟrici sulardan beslenelim! Çiçeklerin, çocukların ve kadınların özgürce serpilip gelişƟği, bu düş ve aşk bahçesi için ne verilmez ki! Sevgili dostlarım Mehmet ÇeƟn ve Sinan Şanlıer, dilde akışı kesinƟye uğratan, kurguda anlam belirsizliklerine, manƨksal boşluklara yol açan kimi olumsuzlukların giderilmesini sağlayan, yararlı birer eleşƟri sundular. Bu eleşƟrilerden kısmen de olsa yararlanabildiğim için, kendilerine teşekkür ederim. Feminal değerlerden bahsedildiği zaman, ışıl ışıl parlayan güzel gözlerinden insana, kadın olmanın sıcaklığını, içtenliğini, yalınlığını sunan sevgili dostum Olcay Çelik’e de teşekkür etmek isterim. Bazı yerleri yeniden yazılan bozuk bir metni dizmesinden çok, harflerin, sözcüklerin mekanik akışının yol açƨğı soğukluk içinde, kendi cinsinin sıcaklığını yakalayıp, karşısındakine sunabilen ilk okuyucum olduğu için, kendisine yeniden teşekkür ederim. Son olarak, metnin dizgiden çıkmış son biçiminin tashihini üstlenerek, dile ilişkin olumsuzluklara rötuş çeken sevgili dostum Ali Çakmak’a da teşekkür ederim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir