“Felsefe, bir zamanlar işlevini yitirmiş, gününü doldurmuş olduğu düşünülen felsefe bugün hâlâ yaşamaktadır, çünkü onu gerçekleştirme fırsatı harcanmıştır. Felsefenin dünyayı yalnız yorumlamakla yetindiği ve gerçeklik karşısında boyun eğerek kendi kendini sakatladığı yargısı, bugün, dünyayı dönüştürme çabasının yenik düştüğü bir dönemde, ancak aklın yeni bir teslimiyetçiliği anlamına gelir” 1 . Max Horkheimer’in çalışma arkadaşı ve Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü’nün ikinci yöneticisi T.W.Adorno’nun 1966’da yayımlanan Negatif Diyalektik’i bu sözlerle başlar. Adorno, burada, 1830’ların Sol Hegelcileri’nin “felsefeyi gerçekleştirme” çağrılarına ve Marx’in Feuerbach üzerine 11. tezine kederli bir gönderme yaparken, Frankfurt Okulu’nun kendi yazgısını da özetler gibidir; dünyayı değiştirme çabaları yenik düştü, şimdi bir kez daha anlamak gerekiyor onu. Frankfurt Okulu, I. Dünya Savaşı’yla açılıp Soğuk Savaş’la kapanan bir çağın ürünüdür. Dünya kapitalizminin bölgesel kayıplar verdiği ama yine de bunalımlardan deri değiştirerek, yeniden yapılanarak, güçlenerek çıktığı bir çağdır bu. “Can çekişen kapitalizm” teorilerinin, gerçekten can çekişmekte olan eski liberal kapitalizmle birlikte silinip gittiği bir çağ. Dünya değişmemiş, ama rekabetçi kapitalizm örgütlü tekelci kapitalizme dönüşmüştür. Kendisiyle birlikte emek-sermaye ilişkilerini, işçi hareketini, devrimci teoriyi de dönüştürerek. Frankfurt projesi Felix Weil adlı solcu bir doktora öğrencisiyle başlar. Arjantin’de servet yapmış liberal bir tahıl tüccarının oğlu olan Weil, Rus devriminin etkisiyle Marksizm’e yönelen genç Alman aydınlarından biridir. Sosyalist ekonominin kuruluş sorunlarıyla ilgili 1. T.W.Adorno, Negative Dialectics, New York 1973, s. 3. bir tez yazmış ve tez, okul dışında, Alman KP’sinin teorisyenlerinden Karl Korsch tarafından yayımlanmıştır. Weil, babasının imkânlarını çeşitli radikal girişimlerde kullanmak istemektedir. Bunların ilki, 1922’de toplanan “Birinci Marksist Çalışma Haftası” olur. Bir seminerler dizisinin ilki olarak tasarlanan bu toplantıya katılanlar arasında Macar KP’sinden György Lukács, Alman KP’sinden Kari Korsch, Kari Wittfogel ve geleceğin ünlü Sovyet casusu Richard Sorge’nin yanı sıra, Frankfurt Okulu’nun gelecekteki idari müdürü Friedrich Pollock da vardır. Projenin amacı, Weil’in deyişiyle, “Marksizm içindeki çeşitli akımlara bir tartışma imkânı vererek ‘doğru’ ya da ‘saf bir Marksizm’e ulaşmak”tır 2 . İkinci bir seminer yapılmaz. Ama Weil, babasını ve Frankfurt Üniversitesi yönetimini, üniversite bünyesi içinde yarı özerk bir araştırma kurumu düşüncesine ikna eder. Araştırma konuları arasında işçi hareketinin ve o yıllarda güçlenmekte olan anti-semitizmin tarihi olacaktır. Kurumun müdürlüğüne Viyana Üniversitesi’nden hukuk ve iktisat hocası Carl Grünberg getirilir ve böylece bir Alman Üniversitesi’ne tarihte ilk kez bir Marksist girmiş olur. Grünberg, partisiz ama ortodoks Marksizm’e bağlı bir teorisyendir ve uzunca bir süredir, “Grünberg Arşivleri” diye anılan bir dergi çıkarmaktadır. Toplumsal Araştırma Enstitüsü’nün 1923’te kurulmasıyla birlikte, “Arşiv” Enstitü’nün dergisi olarak yayımlanmaya başlar. Enstitü’nün maaşlı üyeleri arasında Sorge, Wittfogel, Franz Borkenau gibi isimlerin yanında, Marksist iktisatçı Henryk Grossmann, Pollock ve yeni felsefe doçenti olmuş Max Horkheimer de bulunmaktadır. Enstitü dergisinde bu yıllarda Korsch’un Marksizm ve Felsefe”si ile Lukâcs’ın “Moses Hess ve İdealist Diyalektiğin Sorunları” yazısı gibi felsefi metinlere yer verilmekle birlikte, asıl çalışma alanı ekonomi politik, güncel iktisat ve işçi hareketi tarihidir. Grünberg, Enstitü’yü o yıllarda sertleşmeye başlayan sol-içi tartışmaların uzağında tutmaya çalışmaktadır. Bu süre içinde Moskova’da henüz temizliğe hedef olmamış Riazanov’un yönetimindeki MarxEngels Enstitüsü’yle bağlantı kurulur. Pollock 1927’de sosyalist ekonominin işleyişini “yerinde incelemek” için Riazanov’un davetiyle Moskova’ya gider. Burada, Riazanov’un aracılığıyla, Bolşevik Partisi içindeki çeşitli muhalefet temsilcileriyle görüşür. Döndüğünde yazdığı 2. Martin Jay, The Dialectical Imagination, Boston 1973, s. 5. metinde, Sovyet toplumu üzerine yargılardan sanki kasıtlı olarak kaçınmış ve kendini Sovyet planlamasının teknik sorunlarıyla sınırlamıştır. Grünberg, bir hoşnutsuzluğu gizleyen bu abartılmış nesnellikten hoşlanmaz. Horkheimer’in o yıllarda yazdığı Nietzsche tarzı özdeyiş ve notlardan oluşan Alacakaranlık adlı kitabındaki şu pasaj, Pollock’un duygularını da dile getiriyor olmalıdır: “Emperyalist dünyanın anlamsız adaletsizlik ve zalimliğini görebilen kişi, Rusya’da olup bitenleri, bu adaletsizliğin üstesinden gelmek için girişilmiş acılı ama ilerici bir çaba olarak görecek ya da en azından, yüreği çarparak, bu çabanın hâlâ sürüp sürmediğini soracaktır. Eğer görüntüler bu soruya olumsuz bir cevap veriyorsa, o zaman da umudunu kesmeyecektir: tıpkı bir kanser kurbanının kanser tedavisiyle ilgili her türlü habere sarılması gibi…” 3 Grünberg 1929’da emekliye ayrılır. Ertesi yıl, akademik açıdan en kıdemli üye olan Horkheimer onun yerine atanır, Pollock da idari müdür olur. Horkheimer, Enstitü’nün çalışmalarına farklı bir yön vermeye kararlı olduğunu “Toplumsal Felsefenin Bugünkü Durumu ve Bir Toplumsal Araştırma Enstitüsü’nün Görevleri” başlıklı açılış konuşmasında ortaya koyar. Toplumsal felsefe, Horkheimer’e göre, insanların durumunu “tekil bireyler olarak değil, bir topluluğun parçaları olarak yorumlama” çabasıdır. Konusu da, “herşeyden önce, ancak insanların toplumsal hayatıyla bağıntılı olarak anlaşılabilecek olgulardır: devlet, hukuk, ekonomi, din, kısaca insanlığın bütün maddi ve tinsel kültürü” 4 . Horkheimer, Alman idealizminin gelişimi içinde toplumsal felsefenin kısa tarihçesini verirken, Enstitü’nün gündemini de tanımlar. Toplumsal felsefe, bir proje olarak Kant’la başlamıştır. Kant, devlet, ekonomi ve din gibi toplumsal varlık biçimlerini bireysel özne üzerinde temellendirmeye çalışmıştır. Daha sonra Fichte bireyle toplum arasındaki uzaklığa dikkati çekmiş ama sorunun çözülme imkânı ancak Hegel’in tarihsel diyalektiğiyle belirmiştir. Hegel, tikel ile genel, ya da parça ile bütün arasında bir dolayım kurmaya çalışmış ama o da sonunda parçayı bütün içinde, maddeyi tin içinde eritmekten kaçınamamıştır. Bununla birlikte, geriye miras olarak, bu diyalektik dolayım düşünce 3. Aktaran Jay, a.g.y., s. 19-20. 4. Akt., David Held, Introduclion to Critical Theory: Horkheimer to Habermas, Londra 1980, s. 412. sini bırakmıştır: bu, parça ile bütünün, birbirlerinin yerine geçmeden, birbirleriyle barışma, uzlaşma umududur. Ama Hegelci uzlaşma umudu, tarihsel gelişimle birlikte çökmüştür. Bilimin, teknolojinin ve sanayinin gelişmesiyle birlikte, Hegel’in önerdiği türden bir felsefi dolayıma duyulan ihtiyaç ortadan kalkmıştır; teknik, herhangi bir kavramsal aracılığa gerek duymadan, istenen sonuçlan vermektedir. Ne var ki tarih, bu liberal yanılsama noktasında da durmamış, sanayinin ve insanlığın başarısının gerçekte sömürünün azgınlaşması anlamına geldiği görülmüştür. Bu durumda, bir Schopenhauer, kötümserliğin zaferini, insani açıdan anlamsız bir toplum düzeninin zorunlu sonucu olarak kutlayabilmiştir. Ve bireyle toplum arasındaki çelişkinin aşılmamış olduğunun görülmesiyle, toplumsal felsefe ihtiyacı yeniden gündeme gelmiştir. Horkheimer’e göre, Max Scheler, Nikolai Hartman ve Heidegger gibi varlık ve varoluş filozofları, bu ihtiyacın semptomlarıdır: “Bugün toplumsal felsefe, bireysel mutluluk arayışları içinde kısılıp kalmış hayata yeni bir anlam verilmesi özlemiyle karşı karşıyadır. Toplumsal felsefe, umutsuz bireyi anlamlı bütünlükler içine yerleştirme yönünde gösterilen felsefi ve dinsel çabaların bir parçası olarak görünmektedir.” 5 Ama ampirik varoluşu bütün bütüne terkederek Ruh ya da Kavim gibi hayali tasarımlara kaçan akıl-dışıcı eğilimler bu “yeni anlam”ı vermekten ya da söz konusu özlemin ortaya çıkma nedenlerini kavramaktan acizdirler. Kantçı bireyciliğin yeniden canlandırılması da mümkün değildir.
Max Horkheimer – Akıl Tutulması
PDF Kitap İndir |