Max Horkheimer, Theodor Adorno – Aydınlanmanın Diyalektiği

İlk provalarını Friedrich Pollock’a adadığımız kitap üzerinde çalışmaya başladığımız zaman onu Pollock’un ellinci doğum gününe kadar bitirip yayımlayacağımızı umuyorduk. Ancak konuya girdikçe sorunlarla gücümüz arasındaki oransızlığı açıkça farkettik. Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir düzeye çıkmak yerine niçin yeni türden bir barbarlığa düştüğünü anlamaktan fazlası değildi. Mevcut bilince çok güvendiğimiz için betimlemenin güçlüklerini azımsadık. Modern bilimsel çalışmalarda büyük buluşların, kuramsal yapıda artan bir yozlaşmaya mal olduğunu yıllarca önce de görmüştük. Biz yine de, yazılarımızı özellikle uzmanlık alanına giren öğretilerin eleştirisi ya da sürdürülmesiyle sınırlayarak, bilimsel çalışmaları izleyebileceğimizi sanmıştık. Yazılarımız hiç olmazsa konu yönünden geleneksel disiplinleri, sosyolojiyi, psikolojiyi ve bilgi kuramını izlemeliydi. Ne ki, burada bir araya getirdiğimiz fragmanlar bu inancımızdan vazgeçmek zorunda kaldığımızı kanıtlamaktadır. Bilimsel geleneğin özenle gözetilişi ve denetlenişi, pozitivist sadeleştiricilerce yararsız bir yük diye özellikle unutulmaya bırakıldığı noktada bilginin momentlerinden birini oluşturuyorsa, o zaman günümüz burjuva uygarlığının çöküş sürecinde yalnız bilimsel çalışmalardan değil, üstelik bilimin anlamından da kuşku duyulması doğaldır. Taş kafalı faşistlerin ikiyüzlülükle göklere çıkardığı ve her kılığa girme yeteneğindeki in- 12 sanlık uzmanlarının safdilce gerçekleştirdiği şey, yani Aydınlanmanın hiç durmadan kendi kendini tahrip edişi, düşünmeyi, çağın zihniyetinin alışkanlıklan ve eğilimleri karşısında iyi niyetliliğin son kalıntılarını da yasaklamaya zorlamaktadır. İnsanlık kaçınılmaz olarak düşüncelerin birer meta ve dilin de onların övgüsü olduğu bir konuma geldiyse, o zaman böyle bir yozlaşmanın nedenini anlamak için girişilen deneme geçerli dilsel ve düşünsel taleplerin ardına takılmayı reddetmelidir, hem de bu taleplerin tarihsel sonuçları denemeyi tamamen boşa çıkarmadan önce. Söz konusu yalnızca bilimin dalgınlıkla alet edilişinden doğan engeller olsaydı, o zaman düşünme, toplumsal soranlar konusunda en azından resmi bilime muhalefet eden akımlarla bağlantı kurabilirdi. Ama bu da toplam üretim sürecinin mülkiyetine girmiştir. Bu akımların uğradıkları değişiklikler ait oldukları ideolojilerdeki değişmelerden hiç de az değildir. Muzaffer düşüncelerin bugüne kadar karşı karşıya kaldıkları şeyler şimdi onların başından geçmektedir.


Bu deneme kendi isteğiyle eleştirel bir öğe olmaktan çıkıp sırf bir araç olarak mevcudun hizmetine girerse, beğenip seçtiği olumluyu istemeyerek bir olumsuza, bir yıkıcı-olana dönüştürür. Onsekizinci yüzyılda kitaplarla insanların yakılmasına karşı durarak alçaklığa ölüm korkusu aşılayan felsefe daha Bonapaıt: döneminde saf değiştirmişti. Sonuçta Comte’un apologetik (sakıncalı) ekolü uzlaşmaz Ansiklopedicilerden boşalan yeri gaspetmiş ve elini, bir zamanlar bu eli geri çevirenlerin hepsine uzatmıştır. Eleştiriden olumlamaya dönen başkalaşmalar kuramsal içerik üzerinde de etkisini göstermekte, bu içeriğin hakikati silinip kaybolmaktadır. Motorize edilmiş tarih bugün hiç kuşkusuz bu tür düşüncel gelişmelerin hâlâ önünde gitmektedir. Başka kaygılar taşıyan resmi sözcüler, kendilerine birer mevki sağlamış olan kuramı henüz tam anlamıyla yozlaşmadan önce ortadan kaldırıyorlar. Düşünme, işlediği suçları ölçüp biçerken yalnız bilimsel ve gündelik değil, üstelik karşıt kavram dilinin onaylayıcı kullanılışından da yoksun bırakıldığını anlamaktadır. Egemen düşünme doğrultusunun onayını almaya uğraşmayan bir ifadeye rastlamak artık mümkün değil ve beylik, klişe dilin kendi başına yerine getiremediği şeyler, toplumsal mekanizmalar tarafından titizlikle telafi edilmektedir. Aşın masraflardan duydukları endişe yüzünden sinema fabrikalarının kendi istekleriyle bakıp besledikleri sansürcüler, çalışma yaşamının her alanında karşılaşılan resmi mercilere benzemektedir. Bir edebiyat metninin, yaratıcısının kendi öngörüsüyle olmasa dahi, yayınevinin içinde ve dışında redaktörün, yayıncının, düzelticinin, ghost writer’in (bir başkası adına kitap vb. kaleme alan yazar —ç) kalemiyle bağımlı kılındığı süreç titizlik bakımından sansürün her çeşidini hâlâ gölgede bırakmaktadır. Bunların işlevlerini tamamen gereksiz hale getirmek, tüm hayırsever reformlara karşın, eğitim sisteminin tutkuyla ulaşmaya çalıştığı bir hedef gibi görünüyor. Olguların saptanmasına ve olasılıkların hesaplanmasına kesin bir sınır konmaması durumunda idrak eden aklın şarlatanlıklara ve boşinançlara fazlasıyla duyarlı kalacağı kanısı, şarlatanlıkların ve boşinançların aşırı derecede rağbet görmesine yol açan verimsiz bir zemin hazırlamaktadır. İçki yasağı nasıl ki o günden bu yana çok daha zehirli ürünlerin yaygınlaşmasına ortam yarattıysa, kuramsal imgelemin engellenişi de politik hezeyanlara yol açtı: İnsanlar her ne kadar bu hezeyanlara henüz kapılmadılarsa da, dıştaki ve kendi kendilerince telkin ettikleri sansür mekanizmaları nedeniyle direnme araçlarından yoksun bırakıldılar. Çalışmalarımızda karşılaştığımız çıkmaz (aporie) böylece araştırmaya kalktığımız ilk konu olarak beliriyordu: Aydınlanmanın kendi kendini tahrip edişi.

Toplumda özgürlükle aydınlatan düşünme’nin birbirinden ayrılamayacağını biliyoruz ve bizim petitio principii’miz (kanıtlanması gereken önermeyi 14 kanıtlamak için kullanma yanlışlığı —ç) de buradan kaynaklanıyor. Ne var ki, bu düşünme kavramının, somut tarihsel biçimlerden, iç içe geçtiği toplumsal kurumlardan daha az olmamak üzere, bugün her yerde meydana gelen gerilemenin nüvesini kendinde barındırdığını açık seçik görmüş olduğumuza inanıyoruz. Aydınlanma bu gerileme momenti üzerinde düşünüp taşınmazsa o zaman kendi kaderini tayin eder. İlerlemenin yıkıcı öğelerini tartıp biçmeyi düşmanına bıraktığında gözü kapalı pragmatikleştirilmiş düşünme muhafaza edici karakterini ve bu nedenle hakikatle olan ilişkisini kaybeder. Teknolojik yönden eğitilmiş kitlelerin akıl sır ermez şekilde her çeşit despotluğun çekiciliğine kapılma eğilimi göstermesinde, ırkçı paranoyaya kendini tahrip edercesine ilgi duymasında ve kavranılmayan tüm anlamsızlıklarda bugünkü kuramsal anlayışın zayıflığı gün ışığına çıkmaktadır. Aydınlanmadan mitolojiye gerileyişin nedenini, özellikle gerileme amacıyla icat edilmiş milliyetçi, pagan ve diğer modern mitolojilerden çok, hakikat karşısında donup kalmış Aydınlanmanın kendisinde aramak gerektiğini göstererek bu fragmanlarda böyle bir anlayışa katkıda bulunacağımızı sanıyoruz. Her iki kavram da yalnız aklın tarihi açısından değil, reel açıdan anlaşılmalıdır. Nasıl ki Aydınlanma burjuva toplumunun gerçek hareketini bütün olarak, bu harekete ilişkin kişilerde ve kurulularda cisimleşmiş düşünce açısından ifade ediyorsa, o zaman hakikat salt rasyonel bilinç demek değildir, üstelik onun gerçeklikte aldığı biçim anlamına da gelmektedir. Modern uygarlığın yasal çocuğunun, daha farkına varma sırasında bilim, ticaret ve politikada egemen göreneklerce klişe halinde hazırlanmış olgulardan ayrılıp, uzaklaşma korkusu, toplumsal sapmalar karşısında duyulan korkuyla doğrudan özdeştir. Aynı görenekler bugün dilde ve düşünme’de sanatın, edebiyatın ve felsefenin yetinmesi gerektiği açıklık kavramım da tanımlıyor. Bu kavram, olguları ve egemen düşünme biçimlerini olumsuz değerlendiren düşünme’yi kuşkulu bir muğlaklık diye, ülkeye yabancı diye tabulaştırarak aklı gitgide daha koyu bir karanlığa itmektedir. Bu öylesine korkunç bir durum ki, beylik, klişe bir dilde yenilik öneren en namuslu reformcular bile duruma uydurulmuş kategoriler aygıtım ve ardındaki değersiz felsefeyi benimseyerek yıkmak istedikleri mevcudun sultasına güç katmaktadırlar. Bu sahte açıklık şimdi mitin bir başka ifadesi olmaktadır. Mit her zaman hem karanlık hem de aydınlatıcıydı. Her defasında kavramın işleviyle içli dışlı olarak ve kendini ondan bağışık tutarak kimliğini kanıtlamıştır.

İnsanın doğal çöküşünü bugün toplumsal ilerlemeden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ekonomik üretkenliğin artışı bir yandan adil bir dünya için gereken koşulları yaratırken öte yandan teknik aygıta ve bunu elinde tutan sosyal gruplara halkın geri kalan kısmı üzerinde hadsiz hesapsız bir üstünlük kurmalarını sağlıyor. Ekonomik güçler karşısında birey tamamen hükümsüz bırakılıyor ve bu güçler toplumun doğa üzerindeki egemenliğini akla hayale gelmez bir düzeye çıkarıyor. Birey kullandığı aygıtın önünde görünmez hale gelirken geçimi yine bu aygıt tarafından çok daha iyi bir şekilde sağlanıyor. Kendilerine dağıtılan metaların niceliğiyle birlikte kitlenin acizliği ve güdülme olasılığı adil olmayan bir şekilde artıyor. Alt katmanların yaşam düzeyinin maddi yönden büyük ölçüde, sosyal yöndense hayal kırıklığı yaratacak şekilde yükseltilişi, aklın ikiyüzlülüğe yakışan yaygınlaşmasında yansıyor. Aklın gerçek isteği şeyleşmenin yadsınmasıdır. Akıl, kültür metası haline getirildiği ve tüketim amacıyla insanlara teslim edildiği noktada çözülüp dağılmak zorundadır. Açık ve tam bir enformasyon seli ile şatafatlı, düzenli eğlenceler insanları bir yandan akıllandırırken öte yandan aptallaştırıyor

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir