SEZGi Muhakeme, bilinmeyeni bilme çabasıdır, sezgi ise bilinemeyecek olanın yarattığı histir. Bilinemeyene ulaşmak mümkündür, ama açıklamak mümkün değildir. Hissetmek mümkündür, açıklaması ise imkansız… Sezgi bilimsel olarak açıklanamaz, çünkü bu olgunun kendisi bilimdışı ve mantıksızdır. Sezgi adı verilen olgunun kendisi mantık dışıdır. Konuşurken sezgi açıklanabilir mi diye sormak normal gelebilir, ancak bu aslında sezgi akla indirgenebilir mi anlamına gelmektedir ve sezgi aklın ötesinde bir şeydir. Aklın bir unsuru değil, aklın ulaşmamış olduğu bir noktadan gelmektedir. O yüzden akıl onu hissedebilir, ancak açıklayamaz. Sezgi sıçraması aradaki boşluk yüzünden hissedilebilir. Sezgi akıl tarafından hissedilebilir ve bir şeyin olduğu kayda geçirilebilir, ancak bu açıklanamaz çünkü açıklamak için nedensellik gerekir. Bu açıklama, nereden geldiği, neden geldiği ve nedeninin ne olduğu gibi sorulara yanıt vermek durumundadır ve aklın ötesindeki bir noktadan geldiği için akılsal bir nedensellik bulunmaz. Akılla hiçbir bağı ya da sürekliliği yoktur. Sezgi akılla hiçbir bağlantısı olmayan farklı bir oluş boyutu olsa da aklı etkileyebilir. Daha yüksek bir gerçeklik halinin daha düşük bir gerçekliği etkileyebileceğini anlamalıyız. Ancak düşük gerçeklik, daha üst bir gerçekliği etkileyemez. O yüzden sezgi daha üstün olduğu aklı etkileyebilir, ancak akıl daha düşük seviyede olduğu için sezgiyi etkileyemez. Tıpkı zihninin bedenini etkileyebilmesine rağmen bedeninin zihnini etkileyememesi gibi, varlığın zihnini etkileyebilir ama zihnin varlığını etkileyemez. O yüzden eğer varlığına ulaşmak istiyorsan, kendini bedeninden ve zihninden ayırman gerekiyor. Onlar daha yüksek bir olguya ulaşamaz. Daha yüksek gerçekliğe ulaştıkça, daha düşük dünyanın oluşları geride bırakılmalıdır. Düşük noktada daha yükseğin açıklaması yoktur. Çünkü açıklamadaki terimlerin özü o seviyede bulunmaz, anlamsız kalır. Ancak akıl bu boşluğu hisseder ve onu bilir; ötesinde bir şey olduğunu hisseder. Bu kadarı bile akıl için çok büyük bir gelişmedir. Ancak akıl aynı zamanda olanları reddedebilir. İnanç ya da inançsızlık denilen şey, aslında budur. Eğer akıl tarafından açıklanamayan bir şeyin yok olduğunu hissediyorsan, o zaman “inançsızsın.” O zaman bu düşük varlık seviyesindeki akla bağımlı olan bir hayat sürersin. O zaman gizemi dışlar, sezginin sana hitap etmesine set çekersin. Rasyonel dediğimiz insanlar bunlardır. Rasyoneller daha baştan bir şeyin geldiğini göremez. Eğer rasyonellik eğitimi aldıysan, daha üste izin vermezsin. Onu inkâr eder, “bu mümkün değil, hayal gücüm olmalı. Rüya görüyor olmalıyım, mantıklı bir açıklama getiremezsem bunu kabul etmeyeceğim,” dersin. Rasyonel bir zihin etrafına duvar örer. Sezgi, bu muhakeme duvarının içine hapsedilen zihne ulaşamaz. Ancak aklını bu sınırlar olmadan kullanabilirsin. O zaman muhakemeni bir araç olarak kullanıp, kendini açık tutabilirsin. Üstten gelecek olana karşı açık olursun. Eğer bir şey gelirse onu algılarsın. İşte o zaman aklını destek olarak kullanabilirsin. Aklın, “benim ötemde bir şeyler oldu” kaydını yapar. Bu boşluğu anlamana yardımcı olur. Bunun dışında akıl, ifade için kullanılabilir. Açıklama için değil, ifade etmek için. Bir Buddha herhangi bir şey “açıklamaz.” İfade eder ama açıklamada bulunmaz. Bütün ‘upanişadlar’ açıklamada bulunmadan ifade eder. “Bu böyledir, bu şöyledir, şimdi bu oluyor. Eğer isterseniz girin, dışarıda durmayın. İçeriden dışarıya bir açıklama yapmak mümkün değil. O yüzden içeri girin, içerden biri olun” derler. İçeri girsen bile sana hiçbir şey açıklanmayacak. Onları idrak edecek ve hissedeceksin. Akıl anlamaya çalışır, ancak başarısız olması kaçınılmazdır. Daha üst olan, daha alta indirgenemez. SEZGİ HERHANGİ BİR ARACA İHTİYAÇ DUYMADAN DOLAŞIR.— O yüzden bir sıçramadır; o yüzden bir zıplamadır. Bir noktadan bir başka noktaya arada herhangi bir bağlantı olmaksızın sıçrar. Eğer ben sana adım adım gelirsem bu bir sıçrama değildir. Ancak sana herhangi bir adım atmadan gelirsem sıçramış olurum. Gerçek bir sıçrama ise daha derindir. Bu A noktasında varolan bir şeyin, sonra B noktasında varolması ve ikisinin arasında varlığının bulunmaması demektir. Gerçek sıçrayış budur. Sezgi bir sıçramadır. Sana adım adım gelen bir şey değildir. Sana gelen değil, sana olan bir şeydir. Herhangi bir kaynağı olmayan ve etrafında herhangi bir delil yaratmayan bir oluş. Bu ani oluş sezgidir. Eğer ani olmasa, daha önce yaşananlarla bağlantılı olsa, o zaman muhakemenle bir yol keşfedebilirsin. Bu zaman alır ancak yapılabilir. Muhakemen, onu idrak etme, anlama ve kontrol etme kapasitesine sahiptir. O zaman bir gün, tıpkı radyo ya da televizyon gibi sezgi alıcısı bir cihaz geliştirilebilir. Eğer sezgi ışın ya da dalgalarla gelseydi onları tespit edecek bir cihaz yapabilirdik. Ancak hiçbir cihaz sezgiyi algılayamaz, Çünkü bir dalga olgusuna sahip değildir. Zaten bir olgu da değildir. Sadece yokluktan varlığa çıkan bir sıçramadır. Sezgi tamamen budur. O yüzden de muhakeme onu inkâr eder. Muhakeme onunla karşılaşma kapasitesine sahip olmadığı için onu yok sayar. Muhakeme sadece nedensellik ve etkinliğe bölünebilen olgularla karşılaşabilir. Muhakemeye göre sadece iki varlık boyutu bulunur, bilinen ve bilinmeyen. Bilinmeyen, şu anda bilinmemesine rağmen bir gün bilinecek şeyleri kapsar. Ancak mistisizm üç boyut olduğunu söyler: Bilinen, bilinmeyen ve bilinemeyecek olan. Bilinemeyecek olanla mistik, bilinmesi mümkün olmayan şeyleri ifade eder. Aklımız bilinen ve bilinmeyenle ilgilidir, bilinemeyenle değil. Sezgi ise bilinemeyenle, yani bilinmesi mümkün olmayanla çalışır. Belli bir zamandan sonra bilinecek bir şey değildir. Bilinemezlik onun temel niteliğidir. Burada söz konusu olan cihazlarının yeterince hassas olmaması, mantığının yetmemesi ya da matematiğinin yeterince gelişmiş olmaması değildir. Bilinemeyenin temel niteliği, bilinemezliktir. Her zaman bilinmeyen olarak varolacaktır. Sezginin boyutu işte budur. Bilinemeyenden bir şeyi hissettiğin zaman bu bir sıçramadır, herhangi bir bağ ya da yol yoktur. Bir noktadan diğerine geçiş yoktur. Bunu kavramak imkansız görünür. O yüzden sana, bunu hissedebilir ama anlayamazsın dediğim zaman, bu tip şeyler söylediğim zaman, aslında saçmaladığımı çok iyi biliyorum. “Saçmalık” duyularımız tarafından anlayamadığımız şeylerdir ve zihnimiz de bir duyudur. En arka planda kalan duyumuz. Sezgi mümkündür çünkü bilinemeyen vardır. Bilim bunun varlığını reddeder çünkü onun için “sadece tek bir ayrım vardır, bilinen ve bilinmeyen. Eğer bir Tanrı varsa, onu laboratuvar çalışmalarıyla keşfederiz. Eğer varsa, bilim onu keşfeder” der. Diğer taraftan bir mistik ise “ne yaparsanız yapın, varlığın temelinde bulunan bir şey bilinemeyen, bir gizem olarak kalacaktır” der. Eğer mistikler haklı değilse, bilim hayatın tüm anlamını yok edecektir. Eğer bir gizem yoksa, hayatın bütün anlamı ve bütün güzelliği yok olur. Bilinemeyen bir güzelliktir; bir anlam, bir ilham, bir amaç. Bilinemeyen sayesinde hayatın bir anlamı vardır. Her şey bilindiği zaman hiçbir heyecan kalmaz, bıkar ve sıkılırsın. Bunun sırrı bilinemeyendir; hayatın kendisidir. Şunu söyleyeceğim: Muhakeme yürütme olgusu, bilinmeyeni öğrenme çabasıdır. Sezgi ise bilinemeyenin bir olgusudur. Bilinemeyene ulaşmak mümkün, ancak açıklamak mümkün değildir. Hissetmek mümkündür, açıklamak değildir. Sen açıklamaya çalıştıkça muhakeme duvarı daha da yükselir, o yüzden çalışma. Bırak muhakeme kendi sahasında çalışsın. Bu arada daha derin boyutlar olduğunu sakın unutma. Muhakemenin anlayamayacağı daha derin nedenler var. Muhakemenin kavrayamayacağı daha yüksek nedenler.
Osho – Sezgi – Mantığın Ötesini Bilmek
PDF Kitap İndir |