Abdullah Uçman – Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi

Edirne yakınlarında dünyaya gelen Çelebi Mehmet Efendi’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yeniçeriler arasından yetişmiş Seksuncubaşı Süleyman Ağa adlı birinin oğludur. Gençliğinde Yeniçeri ocağına girmiş, orada yirmi sekizinci ortaya mensup olduğu için Yirmisekiz Çelebi adıyla ün yapmıştır. Zamanla Yeniçerilikte ilerlemiş ve sırasıyla çorbacı, muhzir başı, okur yazar olduğu için Yeniçeri efendisi, darphane nazırı, Pasarofça anlaşmasında Osmanlı heyeti ikinci murahhası üçüncü defterdar ve baş muhasebeci olmuştur. Çelebi’nin önemli devlet işlerinde kendini göstermeğe başladığı sıralarda Osmanlı tahtında Sultan Ahmet III bulunuyordu. Sadrazamlığı ise, önceleri, otoriter bir devlet adamı olan Şehid Ali Paşa, onun ölümünden sonra da Damat İbrahim Paşa yapıyorlardı. Bu devir, tarihlerde «Lâle Devri» diye anılır; özellik olarak da saray ve çevresindekilerin zevk ve safadan başka bir şeyle uğraşmadıkları anılır. Genel çizgileriyle bu hüküm, dönemin bir yüzünü aydınlatır, fakat bütününü göstermekten uzaktır. Çünkü 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça andlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu büyük toprak kayıplarına uğramakla kalmamış, Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki prestijini de yitirmiştir. Bu savaşlarda batının üstün güçteki ateşli silâhlarıyla karşılaşan Osmanlı ordusu yenilginin sebeplerini anlamış, daha bu tarihlerden itibaren Avrupalı uzmanlarla temasa başlamıştır. Bu mağlubiyetler bir yerde Osmanlının rönesans Avrupasıyla ciddî ilk temasıdır da. İşte bu sıralarda Marquis de Bonnac adlı bir Fransız büyükelçisi Fransa’yı temsilen İstanbul’da bulunmaktadır. Elçi, İstanbul’da bulunduğu süre içinde Osmanlı-Fransız ilişkilerinin gelişmesinde çok önemli roller oynayan becerikli bir kişi durumundaydı. Devrin ünlü sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en büyük düşmanı Avusturya ile 25 yıl süreli karşılıklı bir saldırmazlık anlaşması imzalandıktan sonra, İstanbul’un imar işleriyle yakından ilgilenirken Avrupalı sefirlerle ilişkiler kurmaktan da geri kalmaz. Bizzat dostluğunu kazandığı sefirlerden biri de bu Fransız elçisi Marquis de Bonnac’dır.


Bu dostluktan çok iyi yararlanan Bonnac, önce daha Şehid Ali Paşa zamanında, Osmanlıların Fransızlara verdikleri kapitülâsyonları kaldırma teşebbüslerini önlemiş, daha sonra da Kudüs’teki Kumame kilisesinin tamiri işini kendileri lehine halletmeyi becermişti. Bütün bunlar olup biterken Sultan Ahmet III de ilişkilerinin olumlu yönde geliştiği Fransa’ya bir elçi göndermeğe karar verir. Bu elçi gönderilmesi meselesinde ilerde kendi devleti lehine birtakım çıkarlar sağlamayı hesaplayan Bonnac kadar, Avrupa’daki en büyük düşman olan Avusturya’ya karşı Fransa ile birleşik bir cephe kurmak isteyen Sultan Ahmet III’ün de payı vardır. Fakat sarayın seçtiği kapıcıbaşılardan Kara İnci Fransız elçisi tarafından beğenilmez. Bu durum karşısında daha liyakatli biri aranır ve devrin ileri gelenleri arasında otorite ve bilgisiyle tanınan, ayrıca Osmanlılığı Avrupada gereği gibi temsil edeceğine güvenilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi bulunur. Mehmet Çelebi, beraberinde Divan Kâtibi oğlu Mehmet Sait Efendi ve kalabalık bir maiyetle (1) 1720 yılı ekiminde Fransız elçisinin sağladığı bir kalyonla İstanbul’dan yola çıkar. Hareket tarihinden ancak kırk altı gün sonra da Fransa’nın Akdenizdeki önemli limanlarından biri olan Tulon’a ulaşırlar. Yirmisekiz Çelebi, İstanbul’dan ayrıldığı günden dönüşüne kadar olan hâtıra ve intibâlarını kendine has zarif ve orijinal üslubuyla kaleme alır; daha sonra Padişah III. Ahmed’e, takdim ettiği bu eserine «Paris Sefâretnâmesi» adını verir. Eserde anlatıldığı gibi, Mehmet Çelebi ve beraberindeki Osmanlı heyeti Tulon’da Fransız devlet adamları ve halk tarafından büyük bir törenle karşılanmış, kendilerine olağanüstü bir ilgi gösterilmiştir. Ne var ki, o günlerde Fransa’nın güney sahillerinden Marsilya’da kendini gösteren veba salgını yüzünden, Osmanlı heyetine, Osmanlı ülkesinde henüz bilinmeyen bir karantina uygulanır. Kırk günlük karantinadan sonra Fransa başşehri Paris’e Toulouse-Bordo-Orlean yoluyla, güney batı Fransa’daki kanallardan geçerek gelirler. Yirmisekiz Çelebi daha yolda, Fransızların ülke içinde kanal açma, bunlara çevreden su toplama, kanallar için de gemi yüzdürme vb. fennî işlerdeki başarılarını hayranlık ve şaşkınlıkla seyreder. Osmanlı heyeti, girdiği şehir ve kasabalarda, bir Osmanlı görme arzusuyla, Fransız halkının meydana getirdiği büyük kalabalıklarla karşılaşırlar.

Paris’e büyük ihtişamlı bir alayla giren Mehmet Efendi, eserinde, deniz yoluyla geldikleri için alayı mükemmel olarak hazırlayamadıklarını belirterek, böyle olduğu halde, Paris’te oturan Fransız devlet ileri gelenlerinin Paris’ın o güne kadar böyle parlak bir alay görmediğini kendisine söylediklerini yazar. Paris’de, on iki yaşındaki Kral XV. Lui’nin mürebbisi, devletin yöneticisi ve diğer yüksek rütbeli devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan Mehmet Çelebi beraberinden getirdiği hediyeleri Padişahın ve Sadrazamın mektuplarını gereken yerlere törenlerle sunar. Böylece 1721 yılı mart başında Paris’e yerleşen Çelebi, saraydan ve diğer devlet ileri .gelenlerinden çeşitli davetler almakta, ev sahiplerinin hatırlarını kırmamak için, bu davetlere genellikle at sırtında girmektedir. Bir ara Kral’la birlikte Paris dolaylarında ava çıkarlar; bu sırada bazı önemli kale, saray, bahçe, kilise vb. yerleri dolaşırlar. Çelebi, dolaşırken gördüğü güzel yapıları anlatırken sürekli olarak hayretler içindedir. Özellikle, hemen her gördüğü mimarî yapı karşısında «eşini ve benzerini şimdiye kadar görmediğimiz» diyerek, istemeyerek de olsa, hayranlığını belirtmekten kendini alamaz, öyle ki, bazı yapılar karşısında kendini büsbütün tutamaz ve teselli olarak «Dünya kâfirlerin cenneti, müslümanların cehennemidir.» hadisini andığı bile olur. Bu gezintiler sırasında birçok sarayla birlikte, hayvanat ve nebatat bahçelerini, askerî hastahâne, eczane, rasathane, Goblin halı imalâthanesi, ayna atelyesi, krallık kalelerinin maketlerinin bulunduğu divanhane ve buna benzer yerleri dolaşırlar. Paris yakınlarında bulunan bazı kasabalara davet edilir, sırasıyla oralara da giderler. Çelebi, hayatında ilk olarak gördüğü şeyleri dikkatle izlemektedir; oldukça hayrandır, fakat ayakları havada değildir. Tanpınar’ın ifadesiyle: «Efendi Paris’i Evliya Çelebi’nin Viyana’yi seyrettiği gibi Kanunî devrinin şanlı hâtıraları arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözü ile görmez. O, XVIII.

asır Paris’ine Karlofça’nın ve Pasarofça’nın millî şuurda açtığı hazin gediklerden ve devlet işlerinde pişmiş zekî bir memurun tecrübesiyle bakar.» (2) Osmanlı heyetinin Paris’de bulunduğu sırada Ramazan olur; oruç tutar, teravih namazı kılarlar. Osmanlı heyetinin iftar yemeği yemeleri, cemaatle tesbih çekip namaz kılmaları Parisli kadınların ilgisini çeker; ısrarla izin alır, gelir saatlerce seyrederler. Bu arada Çelebi ve mâhiyetindekilerden bazıları, biri saray diğeri şehir olmak üzere iki defa operaya giderler. Çelebi, birçok durumlarda ev sahiplerinin tuhaf teklifleri, anormal, hatta hazmedilemeyecek davranışlarıyla karşılaş-masına rağmen onlara sempatik görünmesini bilir. Böylece Fransa’da Osmanlı hakkındaki yanlış kanaatlerin silinip iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin kurulmasını sağlar. F.Reşit Unat’ın dediklerine bakılırsa, Mehmet Çelebi’nin Fransa’ya gönderilmesinde, iki devlet arasında dostluk ilişkileri kurmak kadar, ayrıca siyâsî bir amaç daha vardır. Çelebi’nin siyâsî görevi, Fransa ve İspanya ile bir saldırmazlık anlaşması imzalayarak, Avusturya’ya karşı bir birlik sağlamaktır. Fakat Fransızlar, öne sürdükleri doğuda ticarî haklar istemek gibi bazı garip tekliflerle böyle bir antlaşmaya yanaşmazlar. Efendi de bu işi başaramayacağını anlayınca süratle geri dönmekten başka çare bulamaz. (3) Çelebi Mehmet Efendi İstanbul’a geri döndükten sonra sefaret takririni hem Padişah III. Ahmed’e, hem de Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya sunar. XVIII. asrın başlarındaki bu seyahatin Lâle Devrinden başlayarak, ülkemizin bugüne kadarki medeniyet tarihinde olumlu ve olumsuz birçok etkisi olmuştur.

————– (1) Râşid, maiyet halkının seksen kişi kadar olduğunu söyler. Bak: Târihi Râşid, C.V,s.330. (2) XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, A.H. Tanpınar, «Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış» bölümü, s. 910. A.H.Tanpınar, adı geçen yerde Sefaretname için «Hiç bir kitap garplılaşma tarihimizde bu küçük sefaretnâme kadar mühim bir yer tutmaz. Okuyucu üzerinde Binbir Gece’ye iklim ve mahiyet değiştirmiş hissini bırakan bu kitabın hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür. Hakikaten bu sefâretnâmede bütün bir program gizlidir.» derken, oldukça doğru bir tespit yapar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir