Ahmet Yesevi – Divanı Hikmet

Ahmet Yesevî’nin şiirlerine “hikmet”, şiirlerinin toplandığı kitaba da Dîvân-ı Hikmet adı verilir. Ahmed Yesevî’nin şiirlerini Karahanlı Türkçesiyle yazdığı muhakkaktır. Fakat Yesevî’nin hikmetlerini toplayan yazmaların hepsi de çok sonraki asırlarda istinsah edildiği için dil bakımından Karahanlı devri Türkçesine tam olarak uymazlar. Bu şiirlerde değişik saha ve devirlere ait dil hususiyetleri hep birlikte görülür. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet’te şiirlerin hepsi de Ahmed Yesevî’ye ait değildir. Halifeleri tarafmdan yazılmış pek çok şiir ona mal edilmiştir. Ruh, edâ ve şekil bakımından bu şiirlerin hepsi birbirine benzediğinden hagilerinin Ahmed Yesevî’ye ait olduğunu ayırabilmek de çok güçtür. Bütün bu sonraki tesir ve karışmalara rağmen hikmetleri dil bakımından değilse bile edebî bakımdan Karahanlı devrine ve 12. yüzyıla ait kabul etmek gerekir. Ahmed Yesevî, 11. yüzyılın sonlarında Batı Türkistan’ın Sayram (İsfîcab) kasabasında doğdu. Babası kerâmetleriyle tanınmış Şeyh İbrahim, annesi Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Mûsâ Şeyh, İbrahim’in halifelerindendi. Ahmed Yesevî, önce annesini, 7 yaşında iken de babasını kaybeder. Ablası Gevher Şehnazla birlikte Yesi’ye göçerler ve Ahmed Yesevî Arslan Baba’ya intisap eder.


Bir yıl içinde Arslan Baba da vefat edince Ahmed Yesevî Buhara’ya giderek Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî’ye intisap eder. Hoca Ahmed Yesevî uzun süre şeyhinin irşatlarından faydalanmış ve onun üçüncü halifesi olmuştur. Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî 1140’ta ölünce sırasıyla birinci ve ikinci halife onun yerini almış, nihayet 1160’ta Ahmed Yesevî irşat postuna oturmuştur. Bir müddet sonra bu makamı dördüncü halifeye terkeden Hoca Ahmed Yesevî, Yesi’ye dönerek irşatlarına orada devam etmiş ve 1160 yılında ölmüştür. Vefatından sonra halifeleri tarafmdan irşatları devam ettirilmiştir. Bilhassa üçüncü halifesi Süleyman Hakîm Ata, Ahmed Yesevî gibi hikmetler söylemesiyle tanınmış ve kerâmetleriyle Türkistan halkı tarafından çok benimsenmiştir. Ahmed Yesevî’nin nesli, kızı Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiş, birçok kimse, meselâ Evliya Çelebi, soyunu Ahmed Yesevî’ye bağlamıştır. Daha çok küçük yaşta Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatı etrafında menkıbeler teşekkül etmeye başlamıştır. Arslan Baba’ya intisabı ile ilgili menkıbe şöyledir: Hazreti Muhammed’in savaşlarından birinin sonunda eshâb aç kalır ve peygamberden yiyecek ister. Hazreti Peygamber duâ eder, Cebrail aleyhisselâm cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan biri yere düşer. Cebrail “Bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir” der. Peygamber eshâba, emaneti kimin sahibine teslim edeceğini sorar. Arslan Baba talip olur, Hazreti Muhammed hurmayı onun damağına koyar ve Türkistan’a yollar. Arslan Baba 500 yıl emanetin sahibini bekler.

Sayram’dan Yesi’ye gelen 7 yaşındaki yetim ve öksüz Ahmed Yesevî, Arslan Baba’yı görür görmez hurmayı sorar. Kelâm kıldım hurmadan manga vahşet kıldılar Ey bî-edeb kûdek dip asâ alıp sürdiler Vahşetidin korkmadım manga bakıp hırdılar Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük Söz edince hurmadan bana korku verdiler; “Edebsiz çocuk” deyip sopa alıp sürdüler; Hiddetinden korkmadım, bana bakıp güldüler; Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük. Arslan Baba 500 yıldır damağında sakladığı ve lezzetinden hiç bir şey kaybetmeyen hurmayı Ahmed Yesevî’ye verir. Agzmg açgıl ey kûdek emânetin bireyin Mezesini yutmadım aç agzınga salayın Hak resûlnı buyrugm ümmet bolsam kılayın Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük “Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim; Lezzetini tatmadım, aç ağzına salayım; . Hak Resulün emrini, ümmet olsam, kılayım.” Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük. Rivayete göre Ahmed Yesevî 63 yaşma gelince Hazreti Peygamber’e olan bağlılığından dolayı bir kuyu kazdırmış ve geri kalan ömrünü bu kuyunun dibindeki tek kişilik hücrede geçirmiştir. Ahmed Yesevî’nin iyi bir tahsil gördüğü, Arapça’yı, Farsça’yı ve İslâmî ilimleri de öğrendiği muhakkaktır. Hanefî mezhebindendi ve ehl-i sünnete bağlı idi. Küçük yaşta iken kerametleri yayılmış, sade bir dille yazılan ve halkın ruhunu okşayan hikmetleriyle kısa zamanda Türkistar halkının, bilhassa göçebe Türklerin gönlünde taht kurmuştur. Onun irşatları etrâfmda teşekkül eden Yeseviyye tarikatı Türkistan’da geniş sahalara yayılmış, Yesevîlikten doğan birçok tarikat Orta Asya ve Anadolu’da asırlarca Türk halkının mânevi cephesini beslemiştir. Tahta kaşık ve kepçe yontup bunları satarak geçimini sağlayan Ahmed Yesevî’nin rivayete göfe 99.000 müridi vardı ve bunlar dört bir yana dağılarak onun irşatlarını ve hikmetlerini her tarafa yayıyorlardı. Onun şöhret ve tesiri, ölümünden sonra daha da kuvvetlenerek devam etmiştir. Yesevî’yi rüyasında gören Temür, kazandığı bir zaferden sonra Yesi’ye gelerek onun kabrini ziyaret eder ve 1396-1397 yıllarında Yesevî için büyük bir türbe inşa ettirir.

Daha sonra Şibânî Han tarafından tamir ettirilen türbe Türkistan halkı için mukaddes bir ziyaretgâhtır. On binlerce Türkistanlı yılın belli bir ayında türbeyi ziyaret ederek bir hafta müddetle onun etrâfmda ibadette bulunur, hikmetlerini belli makamlarla söyleyerek zikrederlerdi. Türbenin civarına gömülmek Türkistan Türkleri için büyük bir bahtiyarlık olduğundan sağlıklarında oradan toprak alırlardı. Yesevî’nin türbesi hâlâ ziyaretgâh olarak kullanılmakta ve Türkistan Türklerinin manevî bağlarından birini teşkil etmektedir. Hikmetler, dînî-tasavvufî şiirlerdir. Çoğu dörtlükler halindedir, koşma tarzında kafiyelenmiş ve hece vezniyle yazılmıştır. Hikmetlerin bir kısmı ise gazel tarzındadır ve aruz vezniyle kaleme alınmıştır. Heceyle yazılmış hikmetlerin vezni 4+4+4=12’dir. Aruzla yazılan hikmetlerde “fâilâtün fâilâtün fâilün, mefâîlün mefâîlün feûlün, 4 mefâîlün ve mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” vezinleri kullanılmıştır. Gazel tarzında kafiyelenmiş bazı hikmetlerde ise 7+7 veya 8+8’lik hece vezni kullanılmıştır. Mesnevî tarzında yazılan münâcât ve nâtm vezni “mefâîlün mefâîlün feûlün” dür. Dörtlüklerle yazılmış hikmetlerde kıt’a sayısı 5 ilâ 28 arasında değişmekte, çoğunlukla 10-12 kıt’alık hikmetler tercih edilmektedir. Gazellerdeki beyit sayısı 5-15 arasındadır. 7 beyitlik gazeller çoğunluktadır. Kafiye olarak Arapça, Farsça kelimeler kullanıldığı zaman çoğunlukla tam kafiyeye başvurulur.

Fakat kafiyelerin çoğu Türkçe asıllı kelimerle yapılmıştır ve bunlarda da yarım kafiye kullanılmıştır. Hatta bazan yarım kafiyenin bile kullanılmadığı, yakm seslerin benzerliği ile veya sâdece redifle yetinildiği olur. Esasen redif, hikmetlerde mühim bir ahenk unsuru olarak yer alır. Beyitlerle yazılmış hikmetlerin birçoğu musammat gazel tarzındadır. Bu tarz hikmetlerde görülen iç kafiye şiire fevkalâde bir ahenk vermektedir. Canım cüda bolganda tenim munda kalganda Tahta üzre alganda ne kılgay min Hudâya Canım ayrı olanda, tenim burda kalanda, Tahta üzre alanda ne yaparım Allah’ım? Öyle anlaşılıyor ki millî nazım şekli olan koşmadan gazel tarzma geçişte musammat şekiller fevkalâde elverişli olmuştur. Edebiyatımızın gazel tarzındaki bu ilk şiirlerinde koşma ahengi hemen kulağa çarpar. Beyitler ortadan ikiye bölünüp dört mısra haline getirildiği zaman 4+3’lük bir koşma ile karşılaşırız. Halk şiirinin ahengi ile kulakları dolmuş bulunan ilk Türk şâirleri, koşmanın dört mısraını beyit haline sokarak gazel tarzma geçivermişlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir