Alev Alatlı – Or’da Kimse Var mi 2

İkinci kuşak New England*{ } Püritenlerinin ünlü lideri Increase Mather ahfadından, “Amerikan İhtilalinin Kız Evlâtları”**{ } Derneği üyesi, Bayan Anne Austin-Auchincloss ile, İkinci Dünya Harbi, Pasifik filosunun “Mor Kalp” madalyalı emekli binbaşılarından, Auchincloss Sanayi Boyaları fabrikalarının Yönetim Kurulu Başkanı Robert Steven Auchincloss’un ilk evlâtları Ellen Catherine Austin-Auchincloss, (namı diğer Diana Pavloviç!) 1947 yılının Mart ayında, Massachusetts Devleti’nin başkenti Boston’da doğdu. Austin-Auchincloss servetinin yegâne vârisinin -narin anne doğumda başka çocuğu olamayacak kadar hırpalanmıştı- vaftiz duyurusu, Nisan’da, Paskalya Yortusu’nun üçüncü gününde yayımlandı. Tören, Birinci Cemaatçiler Kilisesi’nde, aralarında Massachusetts’in Cumhuriyetçi senatörleri ve Boston Belediye Başkanı’nın da olduğu seçkin bir kalabalık huzurunda, bizzat Papaz Cotton tarafından yönetildi. Boston Globe Gazetesi habere bir de fotoğraf ekledi: Austin ailesinin iki yüz yıllık vaftiz giysisi olduğu söylenen beyaz danteller içinde uyuyan sapsarı bir bebek. Dip notta, fotoğrafın, “yapıtlarına soylu bir ışık katmakla ünlü” sanatçı, Adam Smith tarafından “yaratıldığı” belirtilmişti. Diana Pavloviç’in kimlik eğitimi, isimlerini doğru telâffuz edebildiği günden başladı. Anne tarafı, Austinler, atalarının izini 1620’de Amerika kıtasına ilk göçmenleri getiren efsanevi Mayflower gemisine kadar süren Püritenlerdi. İngiltere’den, Tanrı’nın isteği doğrultusunda “Yeni İngiltere”ler kurmak için ayrılmışlar, Atlantik’in ve ünlü Kızılderili kabilesi Massachusettslerin “gaddarlıklarına ve hıyanetine, iman bayraklarını bu bakir topraklarda dalgalandırabilmek için” katlanmışlardı. Amerika Birleşik Devletleri’nin tescilli sahiplerindendiler. Diana’nın baba tarafı, Auchinclosslar, Amerika’ya Austinlerden on yıl sonra, Cemaat Reisleri Papaz Leifghton’ın katledilmesini izleyen yılda geldiler. Püriten papaz, salt Hazreti İsa’nın buyruklarını yerine getirdiği için İngiliz Kralı I. Charles’ın Katolik eğilimli Canterbury Başpiskoposu William Laud tarafından prangaya vurdurulmuş, içine karlar yağan taş bir hücrede tam on beş hafta süreyle bir başına, aç bırakılmıştı. Diana’nın mürebbiyesi, Bayan White, her gece uykudan önce, kuzen Jonathan’ın “Auchinclosslar: Kısa Bir Aile Tarihi ” isimli kitabından (aile için özel olarak az sayıda basılmış, maroken kaplı, altın yaldızlıydı) “kökleri”ni okuyordu: “Hücre, etobur lağım sıçanları ve fare doluydu. Papaz Lefghton’ın vücudunun bütün kılları döküldü, derisi soyuldu. On beş hafta sonra hücreden çıkardılar ve bir kazığa bağladılar.


Yaralarla kaplı sırtında otuz altı kırbaç şaklattılar. Kasım ayının soğuğunda tahta boyunduruğa vurdular. Orada, kolları ve boynu kıstırılmışken kızgın demirlerle yüzünü dağladılar. Burnunu ve kulaklarını kestiler. Bir daha hiç çıkmamak üzere yeniden zindana attılar.” Küçük Diana, sıçan ve fareleri Walt Disney soyutlamalarından arındırabilecek yaşlara geldiğinde, “Peki, ama neden?” diye sormaya başladı. Püriten eğitimi bu soruların sorulacağı günü bekliyordu. Diana Pavloviç’in ilk öğrendiği, Tanrı’nın Amerika’ya göç eden Püritenleri – bu meyanda İngiliz kullarının arasından “seçip ayırmış” olduğuydu. Çünkü artık, “İngiltere’yi sevmez olmuştu Tanrı!” Kraliçe Elizabeth’le başlayan dönemde Hıristiyanlar onlarca mezhebe bölünmüşlerdi. Londra’nın “Babil”den kalır yanı yoktu! Dans, tiyatro gibi maskelerin altında iblisin peşinden gidiyorlardı şehvet düşkünleri! Sefahat tırmanır, iffetsizlik erdem olurken, başta Katolikler olmak üzere, Püritenlerin dışındaki tüm diğer mezhepler rüküş vitrayları, oymalı mihrapları, ikonaları, parfümlü, takılı, kırmızı kadifeli papazlarıyla Tanrı ile kulu arasındaki gerçek iletişimi önleyen günah kuyularıydılar. Öyle yozlaşmışlardı ki İngilizler, “oruç tutup ibadet edecekleri Noel’i bile eğlence ile kutluyorlardı”! Oysa Yahova “Püritenlerden başka kimsenin açmadığı sayfalarında”, “Ziyafetlerinizden iğreniyorum!” diye haykırıyordu. “Bana sunduğunuz kurbanları ve etleri kabul etmeyeceğim! Ruhum şölenlerinizden nefret ediyor! Bunlar beni rahatsız ediyor! Bunlar hakkında konuşulanları dinlemekten usandım. Bana ellerinizi uzattığınızda gözlerimi başka yerlere çevireceğim. Dua ettiğinizde dinlemeyeceğim!” Tanrı’nın gazabı an meselesi, kıyamet kapının ardındaydı! “Heyhat”, bir tek Püritenler kulak verdiler Tanrı’nın sesine! “Yeni İsrailoğulları” olarak seçildiklerini anladılar, Tanrı’nın emirlerine itaat etmezlerse, “tıpkı bir aslanın ağzından iki bacak ya da tek bir kulak olarak kurtulabilen kuzucuk gibi” cezalandırılacaklarını bildiler. Tek kurtuluş umutları, kendi cemaatlerini münafıklardan uzak tutmak, idari ya da dini hiçbir hiyerarşinin parçası olmadan, eşitlikçi bir düzen içinde ibadet etmeye çalışmaktı.

Öyle yaptılar. Ne Kral ne Papa ne Piskopos ne de dinsel sanatın kandırmacaları! Bedensel hazlardan arındılar, ruhlarını pirüpak ettiler. İşkencelere duçar oldular, Tanrı’nın adını ağızlarından düşürmediler. Sonunda mükafatını gördüler! Yahova, onları “seçti” ve “toprak vaat etti”! Cemaat reisleri, John Winthrop, Yahova’ya inandı. Müritlerini topladı, Yeni Dünya’yı “İsa adına fethetmek” üzere yola çıktı. Yahova, sözünü tuttu, İsrailoğullarını Kızıl Deniz’den geçirdiği gibi geçirdi Püritenleri Okyanus’tan. Sözünü tuttu, Yeni Filistin’e, Massachusetts’e getirdi. Karaya ayak basar basmaz, İsa’nın “ilk öncü karakolu”nu, Diana Pavloviç’in içinde yaşadığı malikâneyi inşa etti; Mesih, yeryüzüne geri dönüp kendi krallığını ilân edeceği zaman hazır bulsun diye de “bir tepe üzerinde bir şehir” başlattı. Yahova sözünü tuttu, Yeni Kudüs’ü, Boston’u kutsadı. Sözünü tuttu, göçmenlerin tohumlarını gökyüzündeki yıldızlar kadar çoğalttı, “Amerika Birleşik Devletleri’ni dünyanın en güçlü ulusu” yaptı. Bundan böyle, Tanrı’nın sözünden çıkmadıkları sürece, “kendilerinin inşa etmedikleri büyük ve zengin şehirler, içlerini kendilerinin doldurmadıkları iyi şeylerle dolu evler, kendilerinin biriktirmedikleri sularla dolu sarnıçlar, ekmedikleri bağlar ve zeytinlikler ” onların olacak, “yiyecek ve doyacaklardı”. Günay Rodoplu, “Bu bizim hiç bilmediğimiz, gündemimize asla girmemiş bir tarihtir,” diyordu, “oysa bu tarihi bilmeden Batı’yı anlayamayız!” Diana Pavloviç, Tanrı’nın atalarına tanıdığı tüm ayrıcalıklara karşın, kendi durumunun ne denli “umutsuz!” olduğunu, beş yaşını bitirdiği haftanın pazar günü, Birinci Cemaatçiler Kilisesi’nin “Sebt Okulu”nda*{ }öğrendi. “Evet, sizler gazap çocuklarısınız!” diye gürledi Papaz Cotton, “Cehennem azabına mahkûmsunuz! Tanrı’ya karşı işlediğiniz suçu, hiç ama hiçbir şey affettiremez! Ne dualarınız ne iyilikleriniz önler Cehennem ateşinde kavrulmanızı! Âdem’in çocukları olarak doğduğunuz anda sonsuza dek lanetlendiniz!” Diana’nın bütün bir yaşamını biçimlendirecek günahı, Âdem’in Cennet’ten atılmasına neden olan günah, “insanlığın ‘asli’ günahı”ydı. Yahova, tek bir şey istemişti Âdem’den, “bir tek şey”! O da yasak meyveyi yememesi, “iyilik ile kötülük” arasındaki farkın ne olduğunu öğrenmemesiydi! Oysa ne yaptı, Âdem? Nefsine hâkim olamadı! Evet, nefsine hâkim olamadı! Tanrı onu Cennet’inden kovmasaydı, öteki meyveyi de, “ölümsüzlük” meyvesini de yiyecekti! Az kalsın yiyecekti! Ve iyiliği kötülükten ayırt etmesi yetmiyormuş gibi bir de ölümsüz olacaktı! Ama Yahova, güçlüdür! Güçlüdür! Çok güçlüdür! Âdem’i ve kadınını kovdu Eden Bahçesi’nden! Cennet’inden attı! İnsanoğlunun bu “akıl almaz” suçuna karşın, yine de bağışlayıcıydı Tanrı. Yine’de merhametliydi.

Bazen merhametine dizgin vurmaz, günahlarını unutur, bazı kullarını bağışlayıverirdi. Ama hiç kimse, “Hiçbiriniz!” diye vurguluyordu Papaz Cotton, böylesi bir umuda kapılmamalıydı, çünkü, “Tanrı’nın affı, insana günahsızlığından dolayı verilen bir ödül değil, O’nun merhametli yüreğinden kaynaklanan bir armağandır! Bu armağanı kimlere vereceğine kendisi karar verir! Bir tek o bilir hangi kullarını Cehennem’inin ateşinden koruyacağını!” Tanrı’nın bağışladığı “Seçkin Kullar”, Püriten Cemaati’nin “Yaşayan Azizleri’ydiler. Birlikte yaşadıkları bu “Evliyalar”, Tanrı tarafından seçilen ve “seçilmiş oldukları içlerine doğan” insanlardı. Bir ayin sırasında, bir ilahi okunurken ya da derin ibadet esnasında, Tanrı’nın onları bağışladığını, “yüreklerini çevreleyen günah zincirlerinin” kırıldığını “hissediverirlerdi”. O anda, “erdiklerini” herkes görürdü! Yüzlerine bir ışık gelir, gözleri ahirete dikilir, dudaklarında hafif bir gülümseme, “Evet, aynen! Aynen böyle!” diye haykırmaya başlarlardı. Bu sözler, Kutsal Kitap’ta yazılanları anladıklarını, anlamların “içlerine doğduğunu” belirten sözlerdi. Diana Pavloviç, bu ve öbür dünyada olabilecek her şeyden sorumlu olduğu bilinciyle büyüdü. Örneğin, itaatsizlik, “Tanrı istediği için güçlü olan” Amerika Birleşik Devletleri’nin geleceğini bile tehlikeye düşüreceğinden mutlak surette kaçınması gereken bir davranıştı. Öte yandan, Cehennem’den kurtulmanın çok uzak bir ihtimal de olsa tek yolu, “Tanrı’nın dikkatini çekmeye çabalamak” gerekiyordu. Küçük kız, cehennem azabından kurtulma umudunun “çölde topluiğne aramak kadar az” olduğunu bilerek sarıldı, “bir gün Tanrı’nın onu da Yaşayan Azizler’in arasına katabileceği ihtimaline”. Püriten olmayanın hiçbir şansı olmadığını biliyordu. İsa’nın “ışığını” yakalayabilmenin tek yolunun O’na kayıtsız şartsız itaat etmek, her türlü aşırılıktan kaçınmak olduğunu biliyordu. Yemede, içmede, sevmede, uykuda ılımlılık; cesaret, kendine güven, ihtiyat, tutumluluk ve çalışkanlık Püriten ahlâkının temel taşlarıydı. İnsanoğlu, “ermişliğin asgari koşullarını” ancak bedenden “kurtulduğu”, hazlara gem vurduğu zaman sağlayabilirdi. Diana, Mürebbiye White’ın yardımıyla altmış sorulu bir günah listesi derlediğinde, yedi yaşındaydı.

On beş yaşına kadar her gece, bu listedeki soruların üstünde tek tek düşünür, o gün İsa’nın yolundan sapacak bir şey yapıp yapmadığını, düşünüp düşünmediğini sorgulardı. “Suçlu” olduğundan kuşkulandığı zamanlarda, “kendisini yoldan çıkaran” bedenini cezalandırmaktan başka çıkar yolu yoktu. Boston soğuğunda, ısıtılmamış bir odada, pamuklu bir gecelikle sabahlara kadar dua etmek, korkunç karanlıkta uğuldayan koruda tek başına yürümek, birkaç hafta süreyle içinde şeker bulunan bir yiyeceğe el sürmemek, iki hafta sessizlik perhizi yapmak, altı dönümlük ön bahçenin çimlerini biçmek, kendisini mahkûm ettiği ceza türlerinden bazılarıydı. Ellili yıllarda, Bili Halley’in rock’n roll’cuları, Elvis Presley’in bacaklarının arasından edepsizce salladığı gitarına karşın, inatla İsa’nın ışığının kalbine doğacağı günü bekledi. Ama Tanrı’nın dikkatini çekmiyor gibiydi, “kurtuluş” müjdesi inatla esirgendi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir