Alfred Hitchcock – Zehirin Kalorisi Yoktur

Küçük mikrofon teras duvarındaki deliğe tam uyuyordu. Harry, görünmediğinden emin olmak için bir adım geriledi. İçi rahat değildi ama dinlenmekten korkan biri herhalde denize en az on metre dikey inen duvara değil de eve doğru bakardı. Duvarın üzerinden sarktı ve gözlerini denizin köpüren derin dipsizliğine dikti. Deniz kayaları yıkayıp yamuk duvarları cilalanmış gibi parlatmıştı. Sudan korkardıayrıca durum Greta için de farksızdı ama dalgaların gürültüsü bugünkü duygularına uyuyordu. Yüzeyin altında aynı sıkıntılı yürek kabarması, aniden patlayıp tekrar yokolan aynı vahşi basınç. Yüzünde henüz hiç kimsenin görmediği bir ifade belirdi belki de Greta dışında kimsenin. Greta ve sırrı aklına gelince gülümsedi. Suya karşı duyduğu korkuyu, denizin üzerinde yükselen bir ev yaparak bastırmıştı. Yalnız kalma korkusunu ise, diğer erkeklerin etrafında pervane oldukları bir kadınla evlenerek yenmişti. Bu ilginç bir hile diye düşündü, en iyilerinden. Ve eğer Greta gelişmiş içgüdüsüyle bu kısıtlı rolünün farkına varıp alınsaydı, yapabileceği hiçbir şey kalmazdı. Güven, sadakat ve dürüstlük üstün insanlar için pahalı oyuncaklardı. Bunlar olmadan yaşamayı öğrenmişti.


Titriyordu ve kendini bu kadar heyecanlı olduğu için aptal gibi hissediyordu. Sonuçta kimse onu teybi terasa saklamak gibi bir fesatlıkla suçlayamazdı. Şakaları hiç bir zaman kötü niyetli olmamıştı. Bu sefer de sanki kendi kazdığı kuyuya kendi düşmüş gibi görünecekti. Çevresindekiler bu olay hakkında uzun süre konuşup ona acıyacaklardı. Bunun tadını çıkaracaktı. Gretayı öldürmenin muhakkak başka yollan da vardır eğer bu akşam başarısız olursa, bunlardan birini seçebilirdi ama başka türlü kimse Gretanın gerçekte nasıl biri olduğunu göremezdi; oysa amaçladığı buydu. Şimdi ondan, onu beş yıl önce arzuladığı kuvvetle nefret ediyordu. Kapı çaldı. “Ben bakarım!” Harry yüksek teras kapılarının yanında durup Greta’nın merdivenlerden aşağıya inip koridordan geçmesini seyretti. Zayıf, ufak tefekti ve kestane rengi saçları vardı. Bu akşam partideki bütün şık kadınlarda çilli ve kızıl kahve saçlı olarak dünyaya gelmiş olma isteğini uyandıracaktı. Artık onu tamamen objektif olarak değeriendirebiliyordu, onun olmayan bu kadına karşı hayranlık duyuyordu aslında hiç bir zaman ona ait olmamıştı. Çok kötüydü, yarası iyileşmek bilmiyordu. Evlenmeden önce o, Peter Buckley’in kız arkadaşıydı.

Son altı aydır onunla düzenli olarak buluşuyordu. Bu, iki gerçek, arada olan her şeyi silip atıyordu. Tabii ki ilk konuk Peter Buckley’di. Harry başka türlüsünü beklemiyordu zaten. Onu selamladı, içkisini hazırladı ve kapıya, diğer konuklan karşılamaya gitti. İlk bir saat içinde en az yirmi kişiyi ağırladı, onlara işlerinin nasıl olduğunu, tatillerinin nasıl geçtiğini, yeni evleri, arabalan, ve eşlerinden memnun olup olmadıklarını sordu. İlk defa davet edilen konuklara ise evi gezdirdi, süs şöminesini, üzerindeki ışığı yakınca fotoğrafını çeken aynayı ve gururla, kıyıya ne kadar zor çıkardığını anlattığı misk faresini gösterdi. Sayısız içki hazırladı ve sayısız hikâye anlattı. Bütün bunları Greta ve Peter’i bir an bile gözden kaybetmeden yapıyordu. Konuştukları her kelime, her hareket, her gülümseme onu, için için yiyen hastalığını körüklüyordu. Kendini çok iyi vakit geçiren ama aynı anda da nabzını yoklayıp çok hızlı bulan bir hasta gibi hissediyordu. Sonunda Greta ve Peter terasa çıkıp kapıları da arkalanndan kapayınca rahatladı. Demek ki yalnız kalmak istiyorlardı. Harry onun Peter’la randevulaşmasına tanık olduğu fısıltı telefon konuşmalannı düşündü. Onlan birlikte arabada görüşünü, o tatsız akşamüstünde, her zamankinden erken eve dönerken onlan Peter Buckley’in sahil evinden çıkışlannı düşündü.

Güya, Greta o akşam şehirdeymiş. Ona bunu sorduğunda o en küçük ayrıntısına kadar nerede yemek yediğini, kimlerle karşılaştığını ve antikacıda hiç birşeyi beğenmeden etrafa bakındığını anlattı. “Şahane!” diye bir ses kulağının dibinde haykırdı. “Sanki bir kartal yuvasında yaşıyormuş gibi. İkiniz de suyu seviyor olmalısınız!” “Seyretmesini severiz,” diye gülümseyerek düzeltti Harry. Ses Joe Herman’ın karısına aitti, bu cırtlak, dengesiz dişi yaratık Greta’nm olmadığı her şeyi temsil ediyordu. Çirkin, diye düşündü ve gülümsemeye devam etti. Çirkin, kötü ve hırslı. Zavallı yaşlı Joe’ya pislikmiş gibi davranıyordu ve bunu da kusursuz bir şekilde yapıyordu. June Herman’ın yüzü sanki bilinmeyen bir güç sayesinde onun gülümsemesinin ardındaki düşüncelerini okumuşcasına kızardı. “Greta gibi fiziği olan bir kadınla beraber olan adam, onu bir kartal yuvasında tutmalı,” dedi küstahça. Harry neden bu kadar kızdığını anlamak için arkasını döndü ve Joe’nun büyük bir hararetle Greta ile sohbet ettiğini gördü. Parti daha önceki yüz diğer örneği gibi geçip gidiyordu. Konuklarına yemeye alışık oldukları şeylerin sunulmasını sağlamıştı. Tabii ki büfedeki piliçlerden biri kauçuktu.

Şöminenin üstünde duran resimdeki kadın ona hayranlıkla bakıldığında gülümsüyordu. Ve Joe Herman yeni ayı postunu okşadığmda bir homurtu yükseldi. Herkes, sonunda giderken: “Büyüleyici”, dedi, ama o aslında ne düşündüklerini biliyordu. Zavallı yaşlı Harry, şu eskimiş şakalarıyla hiç değişmeyecek. Fakat içlerinden hiçbiri şakalarından anlaşılabildiğinden de çok farklı biri olduğunu tahmin edemiyordu. Peter Buckley ve Hermanlar en sön gittiler. “Tanrıya şükür”, dedi Greta kapı arkalarından kapandığında. Harry ona sert bir bakış fırlattı, fakat yüz ifadesi sesi kadar normaldi. Greta esnedi ve sanki bir işaret almış gibi teras kapısından gümüş renkli ay ışığına çıktı. Harry onu izledi. Odadan geçerken, ateşli dikkatinin yerini boğucu bir sıkıntı aldı. Artık ne olacağını düşünmeye ihtiyacı kalmamıştı. Karar kesindi, değiştirilemez ve kaçınılmazdı. Sarı elbisesi bir alev gibi denizin karanlığına doğru uçuşuyordu. Çok aşağıda dalgalar kayaları tokatlıyordu.

Yanına geldiği zaman “Kendini bugün iyi hissetmiyordun galiba, Harry” diye sordu. “Neden keyifsizken espri yapacağım diye kendini .parçalıyorsun? Niçin bana seni sıkan şeyleri anlatmıyorsun?” Baklayı ağzından çıkarıyor diye düşündü Harry. Sahneye çıkmalıymış, ne kadar da rahat söyleyebiliyor. Şuna herşeyi anlatmalı diye öfkeyle düşündü. Duvarın kenarında bir kaç adım attı, mikrofonu çıkardı ve yüzüne bakmasını bekledi. “Bu da ne?” “Şakalarımdan biri daha,” diye cevap verdi ve tekrar bekledi, ^fakat o elindekinin ne olduğunu anlayamamıştı. “Bu…, teybin mikrofonu” dedi dikkatle. “Bir kaç özel konuşmaya tanık olabilmek için bunu dışarıya monte ettim. Çok eğleneceğiz.” Harry’nin de uzun, bitmeyen gecelerde hayal etmiş olduğu gibi, yavaş yavaş anlamaya başlıyordu. Sesi hala kontrollüydü: “Bunu burada… dışarıda?” Harry başını salladı. Greta aniden karşı karşıya kaldığı tehlikeyi sakin karşılıyordu. “Utanmalısın,” dedi. “Komik şakalar başka, ama bu… bu çok ucuz ve çok çirkin.

” Şaşırmış gibi yaptı. “Arkadaşlarımız hakkında ne kadar kötü şeyler düşünüyorsun böyle. Tanrı aşkına, ne duymayı bekliyorsun ki?” “Okyanusun ayışığında ne kadar güzel durduğu hakkında bir kaç kelime, ve bu partinin ne kadar sıkıcı olduğu, ve artık şu şakacı saçma oyunlarımla fazla olmaya başladığım hepsi bu olmalı. Eğer araya başka birşey girmezse kasedi gelecek partide konuklarımıza da çalarız.” Gretaya hiç bakmadan kasedi köşedeki büyük saksının arkasından çıkardı ve duvarın üzerine koydu. “Otur” dedi “hemen de dinleyebiliriz.” Greta kıpırdandı. O kadar çabuk üzerine atıldı ki Harry’nin hazırlanmak için sadece birkaç saniyesi kalmıştı. Greta’nm elleri kasete uzandı. Harry kalçalarından kavrayıp duvarın üzerine kaldırdı—elleri boş kalmıştı. Greta’nm çığlığı suya düştüğü anda kesiliverdi. Bundan sonrası için kendini hazırladığını sanıruştı. Dehşet ve korku beklemişti. Beklediğini de buldu. Gözlerini aşağıya suya diktiğinde müthiş bir titreme ve şiddetli bir bulantı başladı.

Şaşkınlık, korku ve vicdan azabı —çünkü artık bir katildi ve sonsuza dek de katil kalacaktı. Ama bu acımasız boşluğu, bu yalnızlığı beklememişti. Kendi elleriyle yapmıştı. Artık onu gerçekten komik biri zanneden bu dünyada yapayalnızdı. Greta ona gülmemiş olan tek kişiydi. Daha sonraları sık sık belki de o an kapı çalmasaydı onun peşinden gitmiş ve her şeyi bir sona ulaştırmış olabileceğini düşündü. Üçüncü veya dördüncü çalıştan sonra nerede olduğunu kavrayabilmişti. Planının devamını uygulaması gerektiğini biliyordu. Kapıyı açtığında Joe Herman ayaklarını sürüye sürüye, karısını da arkasından sürükleyerek içeri girdi. “Kahrolası tekerlek,” diye söylendi ve girişin yanındaki telefonu aldı “Bu hafta bu ikinci, ve benim de yedek tekerleğim yok…” Joe Harry’e bakakaldı. “Ne oldu? Çok mu içtin? Biraz azaltmalısın.” “Polis çağır,” dedi Harry. “Herhangi birini ara. Greta biraz önce terastan atladı, intihar etti.” Ağlıyor numarası yapmasına hiç gerek kalmamıştı.

Konuşmaya çalışırken hıçkırıklara boğuluyordu. Hermanlar donmuş kalmışlardı. “Seni gidi şakacı seni,” diye başladı Joe, ama bu sefer şaka olmadığını anlamıştı. Terasa doğru koştu, karısı da arkasından gitti. “Kayalar bu deliğin çevresinde mermer kadar düz ve bir o kadar da kaygan,” dedi Harry kısık bir sesle. Harry teras kapısında oturup ikisinin duvardan aşağı bakmalarını izliyordu. Bol ışıklı salondan çıkmamış olmasına rağmen derin karanlığı görebiliyordu. “Evi buraya yapmamızın sebeplerinden biri de buydu inziva, hiç plaj partisi yok, pencerelerden içerisini dikizleyen yok.” Tekrar telefona döndü ve polisi kendisi aradı. Telefonu kapadıktan sonra Hermanlar merak dolu, bembeyaz yüzleri ile Harry’nin tam arkasında duruyorlardı. Anlaşılan en kötü ihtimali düşürımemeye çalışıyorlardı. “Sen, sen herhalde böyle bir şaka yapmazsın,” dedi Joe kararsızca. “Hayır, buna inanamam. Ama Greta böylesi birşeyi neden yapsın? “Tam bana gerekli olan tipler, dedi Harry, polis geldiğinde bunlarda burada olmalı. İkisi de onu şakacı biri olarak tanıyordu.

Joe, hep onun en iyi esprilerinin kurbanı olmuştu. Onun “kötü bir sonla biten şaka” yalanma inanırlardı. Hepsine inandıkları gibi, bir de polisi inandırırlardı. Böyle bir şeyin olacağını kesin daha önce düşünmüş olurlardı. “Ben de anlayamıyorum” dedi Harry masum bir sesle. “Öylesine konuşuyorduk. Bilirsiniz partilerden sonra hep konuşulur. Ona teybi terasa saklayıp, kayıt yaptığımı söyledim. Suratı bir anda değişti, hasta gibiydi. Ona iyi olup olmadığını sordum. Bana iyi olduğunu söyledi. Ama aniden hıçkırmaya başladı. Kaseti başa almak istediğinde inleyip ağlamaya başladı ve sonra da terasa doğru koştu ve aşağıya atladı. Hermanlar inanamayarak bakıyorlardı. “Zavallı kız,” dedi Joe, “acaba neden…” “Kasete ne oldu?” dedi June heyecanla, “neden dinleyip içinde onu paniğe sokmuş olabilecek bir şey var mı yok mu diye bakmıyoruz?” Harry buna gerek bile olmadığını biliyordu.

June Herman muhakkak bütün hikayeyi çoktan biliyordu ya da hiç değilse tahmin ediyordu. Kasetten bahsettiği zaman gözlerinin nasıl büyüdüğünü görmüştü. Ayrıca yapabileceği dedikoduların heyecanından, dudaklarının nasıl titrediğini de görmüştü.”Greta’nm saklayacak hiç bir şeyi yoktu,” dedi Harry sert bir şekilde, “böyle bir şeyi düşünmek ona büyük bir haksızlık olur.” Joe başını salladı ve karısı itiraz etti. “Haklısınız,” dedi yumuşakça. “Ne olursa olsun Harry, polis gelmeden kaseti dinlemelisiniz. Bu göreviniz. “Harry biraz düşündü ve sanki tartışamayacak kadar çok yorgunmuş gibi omuzlarım silkti. Alet hala terastaydı, onu içeri getirdi. Riske girdiğinin farkındaydı, fakat risk o kadar da büyük değildi. Greta mutlaka onun kaseti dinlemesini istemezdi. Ve June Herman kesinlikle bütün hikayeyi dinlemek için en doğru kişiydi. Harry “geri alma” düğmesine bastı ve bekledi, bu sırada bant masum bir şekilde diğer tarafa toplanıyordu. Ve oda bir anda dalga sesleriyle doldu.

Joe Herman eğilip sesini açtı. Taş zeminde ayak sesleri, arkasından da bir kıkırdama sesi duyuldu. Bir ara oldu, artık sadece okyanusun sesi duyuluyordu ve sonra aniden Greta’nm sesi duyuldu. “Bu artık şaka olmaktan çıktı, Peter” dedi “bana başlangıçtan beri güvenmiyordu, sonra da iyice yabancılaştık birbirimize. Başında onu kızdırmak eğlenceli geliyordu eskiden. Şimdi artık çığnndan çıktı. Önceleri onu korkutmak istemiyordumşimdi artık böyle bir şokun onu bana geri getirebilecek tek şey olduğuna inanıyorum…” “Haklısın,” dedi Peter. “Ne zaman yapacaksın?” Hermanlar konuşmayı dikkatle dinliyorlardı. Bant döndükçe, yüzleri iyice uzaklaşıp, Harry’i Greta’nm sesiyle çevrelenmiş küçük bir adada yalnız bırakıyorlardı. “Yakında,” dedi ses “daha tam olarak nasıl yapacağımdan emin değilim. Ama sana şu kadannı söyleyeyim Peter, beni sonsuza dek kaybettiğini sanmasını sağlayacağım. Bu kısa süre içinde bana ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu anlayacak. Beni bu kayaların üzerine kurduğu sahnenin bir parçası değil de bir insan olarak değerlendirecek. Bu dünyadaki istediği tek şeyin evliliğimizi kurtarmak için bir şans olmasını istiyorum. Bir insanı benim onu sevdiğim kadar sevip, ona gene de erişememenin ne demek olduğunu anlamasını istiyorum.

Derin bir nefes aldı. “Bu imkanı bana verdiğin için de sana teşekkür etmek istiyorum Peter”. Giriş kapısı açıldı. İlk Joe farkına vardı. Gözlerini teypten ayırabilmek için güç sarfetmesi gerekti. Beceriksizce ayağa kalktı. “Polis geldi…,” dedi ve aniden sustu. Harry kıpırdamıyordu. Kanepenin üzerindeki aynada güzelce altınla çerçevelenmiş iki şekil görebiliyordu. Hayatı boyunca unutamayacağı bir tablo. Yüzünden anlayışsızlık fışkıran bir polis memuru ve orada, hemen yanında ufak tefek, çilli ve kahverengi saçlı sırılsıklam olmuş, san elbiseli kadın. Dışardaki karanlığın herhangi bir yerinde karşılaşmış olmalıydılar. Herhalde polis onu plajda koydaki dümdüz duvarların dibinde yavaş yavaş kumların üzerinde tam olayları kafasında toparlamaya başlayıp, yürürken görmüştü. Artık benden ne istediğini biliyorum diye düşündü Harry. Ve gülmeye başladı.

Şaka kendisi gibi bir şakacıya geri dönmüştü; ve eğer şimdi gülmeseydi, gözyaşlan akmaya başlayacaktı. Kendine, sahip olmuş olduğu eşine, ve altı aydır karısına yüzmeyi öğretmeye çalışmış olan Peter Buckley’e güldü. Polis ona kelepçeleri takıp, evden çıkarırken hala gülüyordu. Yazan: Betty Ren Wright MAVİ ESSEX Bert Palm ve Madelyn Hume on beş senedir çıkıyorlardı. Bert ona hep büyük bir sadakatle bağlı kalmış, bir dediğini iki etmemişti, ama Madelyn üç senenin sonunda bu müzmin bekarın evlenilecek bir erkek olmadığını anlamıştı. Bert’in tek beklediği dürüst bir dostluktu, yani kısacası içten, dolu fakat kesinlikle platonik bir ilişki istiyordu. Bu kural Madelyn için de kârlı sayılırdı, yoksa çoktan ayrılmış olurdu. Yıllar önce Libya şehrinin ticaret odası, Bert’i “yılın genç müteahiti” seçmişti. Şimdi elli beş yaşında, başarılı bir emlakçıydı. Ciddi, ağırbaşlı ve oturaklı bir adamdı, arkadaşları ona, “Regent sokağının aristokratı” derlerdi. Kilise heyetinin bir üyesiydi ve sadece bir tane gerçekten de kusur sayılmayacak bir hobisi vardı. Hiç durmadan, sıkılıp, usanmadan mavi Essex Sedanıyla, 1932 yılından kalma antika arabasıyla oynardı. Arabanın durumu ve yaşı Bert’in karakterini, bir psikoloğun anlatabileceğinden fazlasını söylüyordu. Acaba kaç erkek ilk arabasına bu kadar iyi bakardı. Bu külüstür gerçekten de eskiden vitrinde durduğu günlerdeki görüntüsünü korumuştu! Böyle bir başarı, 2030 yıllık sevgili arabalarını pas içinde dağılmasını seyretmek zorunda kalanlara hakaret gibi gelebilir.

Küçük bir şehir olan Libya’da herkes Bert ve Essex’i’ hakkında espiriler yapardı. Madelyn, kendinin de bu alaylara hedef oluşturduğunum! farkındaydı. Özellikle Bert’le küçük bir araba gezintisine çıktıklarında. Peki, bütün bunlara rağmen neden hala onunlaydı? Birincisi; genç erkekler pek de etrafında koşturmazlardı. Gerçi sivilcelerden kurtulduktan sonra çok güzelleşmişti, ama şu özel mizah anlayışı tüm adaylan kaçırtmıştı. Çok espirili olduğu kadar iğneleyiciydi de. Ve ikincisi: Madelyn çok zekiydi. Bert’in bunca yıl boyunca küçük bir servet sahibi olması gerektiğinin herkes gibi o da farkındaydı. Artık gençleşmiyordu, ve büyük bir ihtimalle de seneler boyunca süren tutumluluğunun meyvalarını akrabaları toplamayacaktı. îki çocuklu bir teyze tarafından yetiştirilen yetim Bert, mutlu bir çocukluk geçirememişti. Teyze üçüncü çocuğunu hiç sevmemişti. Her ne kadar, Madleyn ilişkisinin avantajlarını bilse de, genç bir kadındı. Biraz şefkat araması çok normaldi. Bert ile beraberken kendini soylu fakat yaşlı bir kadın gibi hissediyordu. Ve sonra Ralph Storrey hayatına girdi.

Çalıştığı büroda işe alınmıştı. Çalışkan, enerji dolu, yaramaz mavi gözleri olan genç bir adamdı. Madelyn’in espirileri çok hoşuna gitmişti ve ona yaklaşmaya çalıştı. Onu bir gün davet etti. Madelyn düşündü ve sonunda kabul etti. Gerçi o da Bert gibi evlenmeye niyetli değildi ama, erkeksiydi ve ona macera vaat ediyordu. Ralph, Madelyn’in özgür ve rahat tavırlarına rağmen kolay elde edilen kadınlardan olmadığını anlayınca, işi inada bindirdi ve her ne pahasına olursa olsun bu dövüşü kazanmaya karar verdi. T ,.ı senin şu şeker babalığı Baldwinlerin evinin önünde gördüm. Ucuz bir puro içiyordu. Ona, onun pozisyonunda birinin mavi takım elbisenin altına kahverengi ayakkabı giymemesi gerektiğini lütfen açıkla. Bu çok görgüsüzce, ayrıca da kötü bir etki bırakır.” “O bağımsızdır, kurallara körü körüne bağlı değildir. Bunu bir çoğumuz başaramaz,” diye cevap verdi. Ralp omuz silkti.

Madleyn’in sinirlendiğini farkettiğinden Bert’e “moruk mavi kahve” demeye başladı. Sonra bunu da kısaltıp, moruk M. K. demeyi uygun buldu. Ralph bu saldırgan tutumuna rağmen çok eğlenceliydi. Madelyn’de yıllardır, biraz neşe ve eğlencenin özlemini çekiyordu. Ralph’ın neşesi bulaşıcıydı, ve kendisi bile farkına varmadan, Bert Madelyn içinde moruk M. K. olmuştu. Tabii bunu kötü niyetle değil, ismin komik olduğundan söylüyordu. Madelyn artık öylesine, gün doldurucasına yaşamıyordu. Artık yaşadığını hissediyor, zevk alıyordu, aktif olarak hayat suyunda yüzüyordu. Bert’in rahat ve güvenli ayakkabılarını çıkarıp, Ralph’m ateşli dans figürlerine ayak uyduruyordu artık. Haziran ayı belalarla birlikte gelmişti. Bir akşam Bert, Madelyn’in evinden telefon açmak istediğinde tesadüfen masanın üstünde bir kağıt parçası buldu.

Olay çıkarmadı, sadece terslendi. Kağıt Madelyn’e büroda verilmişti. “Mad, sevgilim, yarın moruk M. K’ yi ekte ufak bir gezinti yapalım. Öptüm, Ralph.” Bert salonda volta atıyor, notu Madelyn’in burnunun dibinde sallıyordu. “Umarım bunu açıklayabilirsin?” “Bert Palm! Benim eşyalarımı karıştırma hakkını sana kim verdi?” Bert kağıdı sallamayı bırakıp rahat televizyon koltuğuna attı kendini. “Masanın üstünde duruyordu! Ama boşuna heyecanlanma. Uzun zamandır arkadaşını biliyorum. Aynı kuaföre gidiyoruz, ve Louie’nin çenesi çok düşüktür.” Dalgın dalgın televizyon ekranına bakıyordu. “Onu gördüm bile. Korkunç ince bacakları var.” Madelyn güldü. Tipik Bert.

“Gerçekten inanamıyorum,” diye yutkundu. “Sen ve kıskançlık!” “Benimle alay etmene izin veremem, Madelyn. Ve tabii aldatmana da. Yarın geldiğimde burada olursan, bu… ilişkiyi, ya da her neyse, bu… bu şahısla bitirmiş olduğunu kabul edeceğim. Eğer olmazsan… Eğer olmazsan.” Açık bir tehditti bu. Uykusuz bir gece boyunca, Madelyn bu meseleyi düşündü, ve sonunda çıkarlarının farkına vardı. Essex ertesi sabah evin önünde durduğunda, Madelyn onu bekliyordu. Akşam üstü, Bert’in yazlık evinin önünde bir bankta oturmuş, yelkenlileri seyrederken Bert’in tavırları Madelyn’de büyük pişmanlık yarattı. “Sevgilim, bana gerçek bir eş kadar çok şey ifade ediyorsun.” “Üzgün olduğumu söyledim sana Bert.” “İlişkimizden, hep memnundum, Madelyn. Mutluydum. Yazık, demek sen mutlu değilmişsin, sana bu ilişki yetmemiş.” “Ben böyle bir şey söylemedim, Bert.

Bunu hiç bir zaman söylemedim.” “Ama tavırların, şu… kişiyle ilgili buna işaret ediyor. Düşünüyorum da hayatım, bürodaki işini bıraksan.” Madelyn sinirini bastırmaya çalıştı. “Bana güvenmiyorsun demek.” Bir an için onun hiç yapmayacağı bir şey yapıp, kolunu omzuna atacağını sandı, ama o iç çekmekle yetindi. “Ben sana güveniyorum. Ama sen kendine güveniyor musun?” Bu suçlu ile hakim arasında geçen konuşma epeyce uzun sürdü. Madelyn özür dilemekten sıkılmıştı ki konuşmaları ilginç bir yön aldı. “Biliyorsun, Madelyn, ben hep çok mantıklı ve tutumlu bir insandım. Parayı hiç etrafa saçmadım. Abartmıyorum, tabii bu aramızda kalacak, anlıyor musun, servetim yaklaşık 250.000 dolar civarında.” Madelyn arka arkaya yutkundu. Her gün ucuz puro içen, delik kahverengi ayakkabı giyen, eski bir takım elbise ve eski moda bir kravat takan bir adamla berabersiniz, ve bir anda bu adamın bir serveti olduğunu öğreniyorsunuz.

“Gerçekten, Bert, bundan hiç haberim yoktu. Tabii hep tutumluydun, ama senin…” “Hep hoşuma gitmiştir,” dedi Bert merhametle, “Senin de bunu uygulaman, yani.” Bu tutumluluğun sebebinin düşük bir gelir olduğunu söylemek aptalca olurdu. “Ben böyle yetiştirildim,” diye açıkladı gururla. Sonra sohbetleri daha da ilginçleşti. “Biliyorsun sevgilim, sahip olduğum her şey bir gün senin olacak. Yalnız iki şartım var. Birincisi Essex’imi hiç bir zaman satmayacaksın ve onunla benim yaptığım gibi ilgileneceksin. Eski arabaların sana bir şey ifade etmediğini biliyorum, ama bu külüstür sana bir gün bir servet getirecek.” “Oh, Bert, böyle şeylerden bahsetmeyelim.” “Ölüm çağırıyor,” dedi hasta bir sesle, “ve ona kulak vermeliyiz.” Elini tuttu, sıkıca olmasa da kararlıydı. “Ve ikincisi, bunun sayesinde elde edeceğin parayı har vurup, harman savurmayacağma, akıllıca yatırımlar yapacağına söz vermelisin. Söz mü?” “Elbette. Ama gerçekten de böyle konuşmamalısın.

Bu beni korkutuyor. Bak, bugün çok güzel bir gün. Gel, kumsalda bir yürüyüş yapalım.” Madelyn ilk defa, Bert ile geçirdiği yılların karşılığını alacağını düşünmeye başlamıştı. Bert’e onca yıl boyunca hem ablalık hem de annelik yapmıştı. Ralp Storrey’e gelince de, onu ve tehlikeli cazibesini unutmaya kararlıydı! Payroll’daki aptal sarışına gitsin, diye düşündü. Değişmiş tavırları, Ralph’ı sinirlendirmişti. Ve Madelyn de onu tahrik edip meraklandırmaya devam ediyordu. Çok gelişmiş egosu yara almıştı. Böylece Madelyn’e moruğu unutturmaya çalıştı. Önceleri çok başarısızdı, fakat sonradan ilerleme oldu. Madelyn kendini tekrar yalnız ve ihmal edilmiş hissetmeye başlamışta ve Ralph’m eğlenceli varlığından tekrar zevk alıyordu. Bir gün Bert ile aralarında geçen o ilginç konuşmadan bile bahsetti. İlişkileri tekrar başladığında, Ralph bundan kimsenin haberi olmayacağına dair söz verdi. Aldıkları önlemlere rağmen, Bert’in olup biteni anladığını hissediyordu Madelyn.

Tuhaf davranmaya başlamıştı, ilgisiz, dengesiz ve kötümserdi. îki kez hasta olduğunu bahane ederek akşam yemeği randevularını iptal etti. Ona kötü bir şey söylememesine rağmen, bazen gözlerinden güvensizlik okuyordu. Bir cumartesi sabahı, bir kaç hafta sonra, mutfağa yeni perdeleri takıyordu ki, telefon çaldı. Arayan annesiydi, haberi alıp, almadığını soruyordu. Madelyn haber falan almamışü. “O zaman kendini bir şoka hazırla,” dedi annesi, “Bert öldü.” Doğruydu. Bert arabasında bir kalp krizi geçirmişti. Bir satışa giderken, Essex’i yoldan çıkıp bir yere çarpmıştı, arabada fazla hasar yoktu ama Bert amnda ölmüştü. Madelyn kendini gerçek bir dul gibi hissediyordu. Üzüntünün yanı sıra vicdan azabı da çekiyordu. Ralph’la görüşmeyi kaldıramazdı artık. Bert’e ona layık bir yas süresi borçluydu. Ralph de katıldı oyuna.

Geleceğini çok parlak görüyor, hatta evliliğe karşı olan düşüncelerini bile değiştirebileceğini ima ediyordu. Fakat vasiyet okunduktan sonra, herkes gerçekten de yaslı bir dönem geçirdi. Sevgili Essex’i uzatmalı, sadık kız arkadaşı Madelyn’e bırakmıştı, ama nakit varlığının hemen hemen tümü, Bert’i yetiştiren teyzenin çocuklanna kalmıştı. Madelyn yıkılmıştı. Çok şaşkın ve öfkeliydi. Bert, onu aldattığını anlamış olmalıydı. Demek ki onu böyle değiştiren hastalık değil, kıskançlıktı. Kendini o kadar kötü hissetti ki, yatağından bile çıkmadı. Evini toplamadı, kendine bakmadı ve telefonları cevaplamadı. Bir kez; Ralph’ı içeri aldı. Ondan miras işini saklayamayacak kadar yıkılmıştı. Bunun üzerine Ralph onu bir daha hiç aramadı. Suçu kendinde buldu, ve tabii Bert’te.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir