Ali Merald – Çağdaş İslâm

İslam’ın uluslararası yaşamın her düzeyinde boy göstermesi, çağdaş tarihin en temel verilerinden birini oluşturuyor. Özellikle son yirmi yıldan beri, bitmek tükenmek bilmeyen sorulara konu olan İslam, artık güncelliğin bir parçasıdır. Bazıları için kaygı kaynağı, bazıları için de ürkütücü bir bilmece olan Islam, bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca, İslami olguyu, şarkiyatçı bilginin desteğiyle çepeçevre kuşattığına inanan Batılı anlayış·a bir tür meydan okumayı ifade ediyor. Islam dünyasının oluşturduğu sahnede günümüzde meydana gelen çeşitli devrimler ve tepkiler, Batı’nın gerçek bir bilgilenmeden çok önyargılara dayanan İslam’ a bir tür bakış açısını her gün tartışmaya açıyor. “Doğu”, Araplar ve ls lam dünyası hakkında edinilen fikirler manzumesi, dağılıp gidiyor. Kitle iletişim araçları milyonlarca insanın Islam’ın yeni simalarını ve görüntülerini keşfetmelerine imkan sağlıyor ve böylece gel�neksel ifadelerin boşluğunu ortaya koyuyor. Bazıları İslam konusundaki bilinen kesin fikirlerine sıkısıkıya sarılıyorlar; fakat birçok kişi de bilgilenmeye, anlamaya çalışıyor. Artık sözkonusu olan, ekzotizmin seraptarına esir düşen bir merak değil, günümüz dünyasında İslami olgunun önemi karşısında gerçek bir bilinç uyanışı dır. 7 ls lam dünyasında süregelen değişiklikler, dışarda ve özellikle Avrupa’da bu dünyanın yeni toplumsal ve siyasal dengelere dogtu evrimleşmesinin doğal bir evresi olarak algılanmaktan uzaktır. Batıh görüş açısı, Islam dünyasının kaynaşmasında, ilgili ülkelerin ekonomik güvenliği ve barışı açısından ağır tehditierin belirtilerini görme eğilimindedir. Bir başka çağın bostan korkulukları ortaya çıkarıhyor: ” lslami tehlike”, “Haça karşı Hilal”; berrak bir tahlilin daha sakin bir teşhisi gerektirdiği bir ortamda, “Kutsal savaş” etiketi altında fanatizmin ve yabancı düşmanlığının patlama riskleri kestirUmeye çalışılıyor. Zira, en aza indirgenmesi mümkün olmayan -fazla dramatize de edilmemesi gereken- kaynaşmaların ötesinde, sözkonusu olan, Batı’nın siyasal, ekonomik ve kültürel emperyalizminin doğal bir sonucu olan· modernizm karşısındaki savunma tepkileridir. Yani Batı uygarlığına karşı, öz değerleri açısından değil, fakat yabancılaşmış simgelerine karşı ateşli bir karşı çıkış; böylece temellerini imanda ve Islam kültüründe arayan ve köktenci . ve entegrist bir söylernde bulan sürekli bir gerçeklik arayışı. Yani, geçmişte arkaik evrenlerine sığınrnış, kurtuluş ideolojilerinin (ya da teolojilerinin) yoğun biçimde adalet ve saygınlık duyguları aşıladığı halkların, heyecanlandırıcı bilinçlenmesi.


Yani, Islam dünyasının giderek bütününü kucaklayan bir büyük sarsıntı. Olgu, bazı bakımlardan kaygı verici boyutlar içeriyorsa, bunun nedeni İslamiyet’in temsil ettiği alanın jeopolitik ve kültürel kapsamının genişliğidir. Burada, uzun süre uluslararası sahnenin geri planında sürgün tutulduktan sonra tarihte yerini alan bir milyardan fazla insan yaşamaktadır. Sömürge döneminden yeni B çıkan (50 ve 60’dan beri) ve çoğunlukla gülünç düzeydeki kaynaktarla ve teknik imkantarla bir kalkınma sürecine gire,n ülkeler arasında, büyüme krizi içinde bulunan birçok Müslüman ülke bulunm*t�dır. Ancak bunlar etnik ve dil düzeyindeki aykırılıklann, hatta dinsel zıtlıklartn, modern tipte bir Devlet-Ulus’un kurumsal yapılarının kuruluşunu engellediği yerlerde aynı zamanda bir kimlik, bir siyasal istikrar, bir sosyokültürel denge arayışı (gerçek bir ulusal uzmantaşmanın olmadığı yerlerde) içindedirler. Bu ön açıklamalarla, İsH’i.m’ın yanlış tanınması olmasa bile, en azından İslam dünyasının oluşturduğu büyük insanibütünün gerçeklerinin ve zihniyetierinin yanlış anlaşılmasının altı çizilebilir. İslami olgunun büyüyen önemi gözlemcilerin ve medya sorumlularının dikkatini çekiyor olsa da, basın yayın organlarında ve kitaplarda İslam hakkında. yazılıp çizilenler, bir Müslüman’ın keyfini kaçırabilir. Çünkü bunlar, lslam dünyasının sorunları hakkında yeniden uyanan ilgiyi yansıtmakla birlikte, sorunları o denli garipleştirirler ki, bunları kamuoyu açısından anlaşılmaz hale getirebifirler. “NasılAcem Olunabilir?” – Montesquieu’nün bu sözleri hala güncel bir yansıma taşıyara benziyor. Hem yer yerde hazır ve nazır, ama yanlış tanınan, tutku uyandıran, ama belli bir mesafede tutulan İsl�m. anlam belirsizliği içinde ele alınmaya devam ediliyor. Tek tanrılılığı kabul ediliyor, ama bilinçli olarak öteki “Kitap dinlerinin” karşısına yerleştiriliyor; evrensel uygarlığa getirdiği katkılar belli belirsiz hatırlanıyor, ancak bir yandan da bilimsel kısırlıkla malul olduğu ve gerçek değerleri geliştirmeye elverişli olmadığı düşünülüyOF. Teknoloji ve kültürel modeller konusunda kesin olarak ebedi borçlular hanesine yerleştiriliyor; 9 dünyaya belli bir zenginleşme ya da en ufak biı:’ “ruhi açılım” sunmaya elverişli olduğu, düşünütmek bile istenmiyor.

Dahası var. Dünya kamuoyuna dayatılan güncel olayların sunuluşunda ve haber akışında, Islam’ın arkaik ve ürkütücü bazı imajlarla bütünleştirildiğini görmek en der rastlanan bir şey değildir. Bu umut kırıcı görünümler, olsa olsa Müslümanlar’ın taşıdıkları hayal kırıklığı duygularını perçinlemeye yarıyor. Bazı lslam rejimlerini damgalamak için, siyasal planda da, yakınmalar eksik olmuyor. Bu rejimlerden bazıları devrimci coşkuları içinde çok gözükara ve tehlikeli, bazı başkaları ise despotik muhafazakarlıkları içinde donmuş bulunuyor, bunların ikisinin de yeni savaş odakları yaratabilecekleri ya da ideolojik bloklar arasındaki zıtlıkları alevlendirecekleri düşünülüyor. Günümüzde Batı dünyası ile lsHim dünyası arasındaki ilişkiler tablosu işte böyle görünüyor. Ulusal çıkarların katı mantığı, kültürel düzeydeki derin farklılıklar, akıl dışı olduğu kadar çok eskilere de dayanan çekingenlikler, uygarlığın bu iki büyük alanı arasında gerçek bir iletişim için dar bir marj bırakıyor. Bununla birlikte Akdeniz çukuru etrafında barışta olduğu gibi çatışmalarda da meydana gelen alışverişleri bir yana bıraksak bile, sömürgecilik dönemi boyunca kurulan ilişkilerin gereği olarak, dünyanın yeniden şekillenişinde, bunların karşıiıklı bağımlılığı artıyor. Uluslararası yeni ekonomik düzenin ayrılmaz gereklerine eklenen zorunluluklar, Batı’yı ve lslam dünyasını, doğası gereği, bütün alanlarda bir anlayış ve işbirliği siyasetini birlikte şekillendirmeye teşvik edeceğe benziyor. Bu gerekli işbirliğinin her iki tarafa da yararlı olabilmesi, karşılıklı anlayış ve tartışmaya bağlı görünü10 yar. Özel kişilerin yakınlıklarına ve çıkarlarına göre her geçen gün iki taraflı diyaloglar örgütleniyor. Bu arada, ideolojik kasılmaların günümüzde bir rastlantıya bıraktığı Kuzey-Güney diyalogunun gerçekleşmesi bekleniyor. Bazı yetkili sesler, doğal olarak, Arap ve Afrika h unsurlarının belirleyici roloynadığı lslam dünyasının içinden geçen bir “üçleme” (Avrupalı-Afrikalı-Arap) öngörüyorlar. Bu girişimlerin ve işlemlerin tümü, dünyevi yakınmaların ötesine geçen ve sömürgecilik tarihinin olumsuzluklarını aşan, karşılıklı bir anlayış iradesini gerekli kılıyor. Sosyo-ekonomik ve teknolojik alarılarda birikmiş gerikalmışhkların çapı düşünülürse, İslam dünyasının ihtiyaçları çok büyük boyutlardadır.

Fakat bu dünya Batı ile işbirliğine yöneldiği ölçüde, Batı’nın hegemonyacı hedeflerinden de çekiniyor. Batı’nın dolambaçh kültürel yeni-sömürgeciliğinin sömürge hakimiyetinin eski biçimleri kadar yabancılaştıncı olduğu varsayılıyor. Islam dünyası, Batı ile (yani Avrupa ile) güncel ilişkilerinde yalnızca ekonomik dengeyi hesaba katmıyor. Ne kadar yaşarnsal olursa olsun, mal değişimleri, etik ve kültürel boyutlar dışlandıkça, bu ilişkilerin erekliliğini oluşturamaz. Oysa İslam dünyasının talepleri ve uygarlık değerleri, kendi kültürlerinin ve değerler sistemlerinin üstünlüğüne kesin olarak inanan Batılı ülkelerin gözünde fazla bir anlam taşımıyor. Büyük uluslararası sorunlar (Ortadoğu krizi, Üçüncü Dünya’daki çatışmalar, Doğu-Batı ilişkileri) karşısındaki Islami tavırlar, Batılı güçlerin anlayışını ve .desteğini oldukça ender bulabiliyor. lslam ülkelerinin Batı ve onun değerleri karşısında giderek büyüyen itirazları, işte bundan kaynaklanıyor. ll Siyasetlerin bencillikten başka bir anlam taşımadığı, adaletin yadsındığı, güç kullanma iradesinin ifade edildiği koşullarda, değerler, olguların gerekliliği içinde sürekli inkar ediliyor. Pekçok Müslüman, Batı’da cisirnleştiklerini gördükleri ve reddettikleri belli bazı kültürel ve siyasal modeliere karşı çıkıyorlar. Bu cümleden olmak üzere, laiklik, cinslerin birbirine karışmaları (okullar vb.) ve hatta demokrasi bile “yabancılaşma”nın işaretleri ve Batı’ya bağımlılığın belirtileri olarak görülüyor ve reddediliyor. Birçok durumda, modernizm, (Yahudi-Hıristiyan kültürüne ya da maddeciliğe gönderme yapılıyor) tarafından taşınan değerleri benimseme, ortak bilinç açısından, İslam’ın başlangıç dönernindeki büyüklüğünü yaratan değerleri inkar etmektir. Topluluktaki uzlaşma havasını bozmak ve bütün yeryüzü vatanlarını da kucaklayan manevi bir yatan olan Ommet’in, yani o toplumsal ve mistik varlığın birliğini tehlikeye atmaktır. Bu mülahazaların tümü, İslam ve İslam’ın güncel gerçekleri ile ilgili bir hesaplanmanın gerekli olduğunu kapsamlı biçimde ortaya koyuyor.

Bu doğrultuda hiçbir adım atılmadığı yolundaki görüş, bize yabancıdır. Amerika’da olduğu gibi Avrupa’da da sayıları giderek art:ın kişiler Batı dünyasını, gerçek İslam’ı tanımaya, 1s1am’ı onun yerine konan ve hem çarpıtılmış, hem de değeri düşürülmüş imajiara göre değil, gerçekte tezahür ettiği biçimde ele almaya çağırıyorlar. 1 Bu ise, aklın ve yüreğin kaynaklarının seferberliğini içeren katılımcı bir gözlemciliği gerektiriyor: Avrupa merkezli olmaya . eğilimli uzun bir kültürel geleneğin yarattığİ önyargıları aşmanın zorurılu koşulları bunlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir