Andrea Cremer – David Levithan – Görünmez

GÖRÜNMEZ DOĞDUN. Nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Annem hastaneye normal, görünür bir bebek bekleyerek mi gitmişti? Yoksa lanete inanıyor, neler olacağını biliyordu da beni gizlice mi doğurmuştu? Benim için bile oldukça tuhaf bir durumdu: Görünmez bir bebek dünyaya gelmişti. Doktorun beni annem görsün diye kaldırdığı ama görülecek hiçbir şeyin olmadığı o ilk an nasıldı acaba? Sadece hissedilebiliyordum. Bana bunu hiç anlatmadı. Bir lanet olduğunu ağzından kaçırmıştı; uzun zaman önce babamla tartışırken öfkeyle söylemişti, duymamı amaçlamamıştı. Ama tek bildiğim buydu. Nedeni yoktu. Nasılı yoktu. Sadece ne olduğu ortadaydı ve bu benim hayatimdi. Görünmezlik. Ben görünmezdim. Aileme nedenini sorup durmak istiyordum. Nasıl olduğunu sormaya devam etmek istiyordum fakat artık yapamazdım. İkisi de yoktu.


Babam ben küçükken bizi terk etmişti. Tıim bunlar onun için çok fazlaydı. 7 GÖRÜNMEZ Annemse dayanabildiği kadar dayandı. On beş sene. Sonra vücudu pes etti. Beynindeki bir damar. Neredeyse bir senedir tek başımaydım. Ne kadar uğraşsam da asla görülemiyordum. insanlar bana dokunabiliyorlardı ama sadece odaklandığımda. Sesim her zaman duyulabiliyordu ama sadece konuşmayı tercih ettiğimde… Galiba bunlar lanetin kurallarıydı. Anlamasam da artık onlara alışmıştım. Bebekken doğal olarak bir ağırlığım vardı ama bilincim geliştikçe kucakta tutulabilmek için daha fazla odaklanmam gerekti. Buharlaşmıyordum; bir yanım hâlâ orada oluyordu böylece zeminlerin içinden geçerek aşağıya düşmüyor ya da duvarların içinden geçmiyordum. Ama dokunmak için çaba sarf etmem gerekiyordu. Dünya için katı halde değildim ama dünya benim için katıydı.

Lanet karmaşık, çelişkili bir biçimde işlenmişti ve ben de onunla doğmuştum. Bu lanetin cahil kölesiydim. Yanınızda olmayan ama arada sırada hesabınıza para yatıran bir babanız olduğu sürece New York’ta görünmez olmak oldukça kolaydı. Yiyecek, film, kitap, eşya, her şey internetten sipariş edilebiliyordu. Asla nakit kullanmak zorunda değildim. Paketler kapının önüne bırakılıyordu. Evin içinde çok vakit geçiriyordum ama her zaman da değil. Central Park’ın dört blok ilerisinde oturuyordum ve akşamüstlerimin çoğunu orada geçiriyordum. Ardımda iz bırakmadığım, gölgesiz hayatımı yaşamayı seçtiğim yerdi. Ben de açıklığın bir parçasıydım. Ağaçlarda, havada, suyun kenarındaydım. Bazen saatlerce bir bankta otururdum. Bazen dolaşırdım. Her dakika gözlem yapardım. Turistleri, şehrin sakinlerini gözlemlerdim.

Her gün düzenli bir şekilde tam öğlen geçen köpek bakıcılarını. Kalabalık gruplar halinde gezip bağırarak birbirlerinin dikkaderini çekmeye 8 ANDREA CREMER & DAVID LEVITHAN çalışan gençleri. Sanki bir ömür vakitleri varmışçasına oturup etrafını izleyen ama içten içe bunun doğru olmadığını bilen yaşlıları. Her şeyi incelerdim. Konuşmalarım duyar, yakınlıklarına şahit olurdum. Asla tek kelime etmezdim. Onlar kuşların, sincapların, rüzgârın çok daha bilincinde olurlardı. Bense yoktum. Ama yine de vardım. Annemi özlüyordum. Çocukken bana nasıl odaklanacağımı, içgüdüm zayıflamaya başladığında kendime nasıl ağırlık vereceğimi öğretmişti. Bu şekilde beni sırtında taşıyabiliyordu ve tutunmamı söylüyordu. Hayatı yaşamamı istiyordu, hayatın dışında kalmamı değil. Fesatlığa asla müsamaha göstermezdi; hırsızlık, casusluk, durumumdan faydalanma gibi şeyler söz konusu bile değildi. Lanetlenmiştim fakat bu başkalarına kötülük yapacağım anlamına gelmiyordu.

Farklıydım, evet ama neticede ben de herkes kadar insandım. Bu yüzden kendimi hiç de öyle hissetmediğim zamanlarda bile insan gibi davranmam gerekiyordu. Annem beni seviyordu ve belki de bu en önemli şeydi. Sorgusuz sualsiz. Yani demek istediğim bir sürü soru vardı ama hiçbiri sevgiyle ilgili değildi. Çoğu zaman sayfaları kendisi çevirmek zorunda kalsa da bana okumayı öğretmişti. Klavyede basit bir yazma hareketi beni bitkin düşürse de yazmayı öğretmişti. Yanımda sadece o varken konuşmayı öğretmişti. Başkaları varken sessiz olmayı da. Bana bilimi, matematiği, tarihi; saçlarımı ve tırnaklarımı nasıl keseceğimi öğretmişti. Komşularla ilgili olayları, gününün nasıl geçtiğini anlatırdı. On altıncı yüzyıldan ya da televizyonda izlediği bir programdan rahatlıkla bahsederdi. Tek belirsizlik doğum yılımdı. Ya da ondan öncesi ya da sonrası. GÖRÜNMEZ Tek bir kişiye bile söylemedi ve bu yüzden çok yalnızdı; benimle birlikte yalnızdı.

Armut dibine düşermiş. Birlikte büyüdüğüm çocuklar vardı; onları çok sık görüyordum ve gözlem yaparak tanıyabilmiştim. Özellikle de aynı apartmanda oturan çocukları. Uzun süredir oturan 7Adaki Alex’ti. Belki de ilk onu hatırlamamın sebebi kırmızı saçları ya da sürekli şikâyet ediyor olmasıydı. Altı yaşındayken son çıkan oyuncakları isterdi. On altı yaşında gece geç saatlere kadar dışarıda kalmak, ailesinden daha fazla para almak ve ailesinin onu rahat bırakmasını istiyordu. Ondan bıkmıştım. Herkese kötü davranan 6C’deki Greta’dan ve her zaman sessiz olan 5C’deki Sean’dan da bıkmıştım. Sanırım Sean mümkün olduğunu bilse görünmezliğimi çok kıskanırdı. Ama bilmediği için diğer seçeneklere yönelerek kendi isteğiyle görünmez oluyordu. Kitaplara gömülüyordu. Asla göz teması kurmadığı için dünya onun için dolaylı bir hal alıyordu. Mırddanarak hayatını sürdürüyordu. Bir de taşınmış olan Ben vardı.

Neredeyse sahip olduğum tek arkadaşım Ben. O beş, ben de on yaşındayken hayali bir arkadaş edinmeye karar verdi. Adını Stuart koydu ve bu da benim ismime —Stephen- yeterince yakındı, böylece oyununa ayak uydurdum. Beni yemeğe çağırırdı, ben de giderdim. Parkta elimi tutmak için uzanırdı; tutardım. Beni anlatmak için anaokuluna götürürdü ve öğretmeni onun bu geçici hevesini hoş görerek Benin benimle ilgili söylediği her şeyi onaylardı. Onunla yapamadığım tek şey konuşmaktı çünkü sesimi duyarsa büyünün bozulacağını biliyordum. Bir keresinde dinlemediğini bildiğim bir zaman adını fısıldadım. Sadece duymak için. Ama fark etmedi. Altı yaşma bastığında da beni bıraktı. Onu suçlayamazdım. Yine de taşındığında üzüldüm. Günlerim genel olarak birbirinin aynısı gibiydi. İstediğim saatte uyanıyordum.

Kirlenmem zor olsa da duş alıyordum. Bunu tO ANDREA CREMER & DAVID LEVITHAN daha çok vücudum olmasına odaklanabilmek ve tenime değen suyu hissedebilmek için yapıyordum. Duş almak insani bir olaydı; her sabah ihtiyaç duyduğum, sıradan insanlarla paylaştığım bir şeydi. Kurulanmama gerek yoktu; banyodan sonra neredeyse ortadan kayboluyordum ve vücudumda kalan su damlaları da doğruca yere düşüyordu. Odama gidip sıcak tutması için bir şeyler giyiyordum. Kıyafetlerimi giyer giymez kayboluyorlardı, bu da lanetin olumlu ayrıntılarından biriydi. Sonra biraz müzik açıp birkaç saat kitap okuyordum. Genellikle öğle saatinde yemek yiyordum; büyii neyse ki içime giren şeyleri gizliyordu böylece sindirim sistemimi görmek zorunda kalmıyordum. Yemekten sonra parka gidiyordum. Asansörün düğmesine basıyor, sonra da çıkabilmek için görevlinin başka birine kapıyı açmasını bekliyordum. Ya da kimse yoksa kendim açıyordum ve görülürse insanların kapının bozuk olduğunu ya da rüzgârdan açıldığını düşüneceklerini varsayıyordum. Kimsenin oturmayacağı, kuşların işgal ettiği ya da tahtasının eksik olduğu bir bank seçiyordum. Ya da geziniyordum. Göletlerde yansımam yoktu. Sahnenin önünde kimse beni görmeden dans edebiliyordum.

Göletlerin başında aniden çığlık atarak ördeklerin havaya sıçramasına sebep olabiliyordum. Oradan geçenler neler olduğunu hiç anlamıyordu. Hava karardıktan sonra eve gelip biraz daha okuyordum. Biraz televizyon izliyordum. İnternete giriyordum. Klavyede yazmak benim için zordu. Ama ara sıra güçlükle de olsa cümlelerimi gönderiyordum. Bu şekilde yaşayanların diline katılabilivordum. Yabancılarla konuşabiliyordum. Yorum bırakabiliyordum. Gerekti ğinde kelimelerimi yazabiliyordum. Kimse ekranın karşı raraftnda klavyeye görünmez ellerin bastığını bilmek zorunda değildi. Onlara n GÖRÜNMEZ daha ufak gerçekler sunduğum sürece kimse benimle ilgili asıl gerçeği bilmek zorunda değildi. Zamanım böyle geçiyordu işte. Okula gitmiyordum.

Ailem yoktu. Ev sahibi annemin öldüğünü biliyordu -ambulans çağırıp onun götürülüşünü izlemek zorunda kalmıştım- ama babamın hâlâ burada olduğunu sanıyordu. Babama hakkını vermeliyim; beni asla reddetmedi. Sadece benimle uzaktan yakından ilişiği olsun istemiyordu. Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Benim için yalnızca e-posta adresi, cep telefonu numarasıydı. Annem öldüğünde tüm neden ve nasıllar geri döndü. Kederim onları besliyordu. Belirsizlik beni geçmişe yönlendiriyordu. Hayatımda ilk kez, annemin sevgisinin koruması olmadan, kendimi gerçekten lanetlenmiş hissettim, iki seçeneğim vardı: onun peşinden gitmek ya da kalmak- İstemeyerek de olsa kaldım. Kendimi parkta, hayatımda kalan gevşek iplerle geleceğim için bir yuva örerken başkalarının sözlerine kaptırdım. Bir süre sonra nedenleri merak etmeyi bıraktım. Nasıl olduğunu sorgulamayı bıraktım. Ne olduğunu fark etmeyi bıraktım. Elimde kalan sadece hayatimdi ve onu basitçe sürdürdüm.

Hiç ölmemiş bir hayalet gibiydim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir